ANA SAYFA KURUMSAL UZMANLAR ▼ HİZMETLERİMİZ BLOG İLETİŞİM DANIŞAN
GİRİŞ
.

blog yazılarımız

Teknolojinin Cinsellik Üzerindeki Etkileri: İlişkilerde Dijital Çağın Rolü
Teknoloji, yaşamımızın her alanına olduğu gibi ilişkilerimize ve cinselliğe de dokunmuş durumda. Hem yeni tanışma ve iletişim kurma yolları sunan dijital çağ, hem de ilişkilerin doğasını ve cinselliği şekillendiriyor. Bu yazıda, teknolojinin cinselliğe etkilerini ve dijital dünyanın ilişkilerde nasıl bir rol oynadığını ele alacağız.

1. Çevrimiçi İletişim: Yakınlığı Artırmak mı, Yoksa Mesafe Yaratmak mı?
Teknolojinin sunduğu en büyük kolaylıklardan biri, çevrimiçi iletişim sayesinde sürekli bir bağlantı hissi sağlaması. Çiftler, gün boyu mesajlaşarak veya görüntülü görüşme yaparak birbirlerine yakın olabilirler. Ancak bu sürekli bağlılık, bazen ilişki içinde gerçek bir yakınlığın azalmasına yol açabilir. Özellikle sosyal medya üzerinden sağlanan "her an iletişimde olma" hali, çiftlerin yüz yüze geçirdiği zamanı etkileyebilir ve ilişkide gerçek bir yakınlık yaratmayı zorlaştırabilir.

2. Sosyal Medya ve İlişkilerde Kıskançlık
Sosyal medya, insanların hayatlarını paylaşmaları için bir alan sunuyor, ancak aynı zamanda ilişkilerde kıskançlık ve güvensizlik duygularını da tetikleyebiliyor. Partnerlerin sosyal medya aktivitelerini sürekli takip etmek, yorumlara veya beğenilere fazla anlam yüklemek, çiftler arasında sorunlara neden olabilir. Özellikle çiftler arasında güveni zedeleyen bu durum, cinselliği ve yakınlığı etkileyebilir. Bu nedenle sosyal medya kullanımı konusunda sınırlar belirlemek, sağlıklı bir ilişkinin sürdürülmesi açısından önemlidir.

3. Çevrimiçi Flörtleşme: Yeni İlişkilere Açılan Kapı
Dijital çağ, çevrimiçi flört uygulamalarıyla yeni insanlarla tanışmayı kolaylaştırdı. Bu uygulamalar, hem kısa süreli ilişkiler hem de uzun vadeli partnerler arayanlar için çeşitli seçenekler sunuyor. Ancak aynı zamanda bu uygulamalar, bazı kişilerde "her an yeni bir seçenek var" hissi yaratarak, ilişki sürdürülebilirliğini zorlaştırabilir. Bu, bazı bireylerde bağlılık korkusu veya daha iyisini bulma arzusunu tetikleyebilir ve mevcut ilişkiler üzerinde olumsuz bir etkiye yol açabilir.

4. Cinsel İçerikli Videolar ve Cinselliğe Bakış Açısı
İnternetin gelişimiyle birlikte cinsel içeriklere ulaşmak daha kolay hale geldi ve bu, bireylerin cinselliğe bakış açılarını önemli ölçüde etkiledi. Özellikle genç bireyler, bu içeriklerden etkilenerek cinselliği gerçekdışı beklentilerle değerlendirebilirler. Bu içerikler, partner beklentilerini değiştirebilir, cinsel performans kaygısına yol açabilir veya doğal bir cinsel yaşamdan uzaklaştırabilir. Cinsel içerikli videoları bilinçli bir şekilde tüketmek ve gerçek cinsellikten ayırt edebilmek, sağlıklı bir cinsel hayat için önemlidir.

5. Sanal Gerçeklik (VR) ve Yapay Zeka ile Yeni Cinsel Deneyimler
Gelişen sanal gerçeklik ve yapay zeka teknolojileri, cinsel deneyimlere yeni bir boyut kazandırıyor. VR teknolojisiyle geliştirilen sanal cinsel deneyimler, kullanıcıların farklı deneyimler yaşamasına olanak tanıyor. Yapay zeka ile sohbet eden veya duygusal bağ kurabilen robotik teknolojiler ise insanlara yeni bir tür ilişki sunuyor. Bu gelişmeler, özellikle yalnızlık çeken bireyler için bir rahatlama sağlayabilirken, ilişkilerde duygusal bağın yerini teknolojik bağların alabileceği kaygısını da beraberinde getiriyor.

6. Gizlilik ve Güvenlik Sorunları
Teknoloji, çiftlerin birbirleriyle olan cinsel deneyimlerini paylaşmalarını kolaylaştırırken, gizlilik ve güvenlik konusunda dikkat edilmesi gereken yeni riskleri de ortaya çıkarıyor. Özellikle "sexting" (cinsel içerikli mesajlaşma) gibi durumlarda, özel bilgilerin ve görsellerin paylaşımı büyük bir risk oluşturabilir. Bilinçsizce paylaşılan bu içerikler, ilişkiler sona erdiğinde veya güvenli olmayan platformlarda paylaşıldığında kişisel alan ihlallerine neden olabilir. Bu yüzden, dijital platformlarda özel bilgilerin paylaşımı konusunda güvenilirliğe dikkat etmek ve gizlilik sınırlarına özen göstermek önemlidir.

Sonuç: Teknolojiyi Bilinçli Kullanmak Sağlıklı İlişkiler İçin Önemli
Teknoloji, cinsellik ve ilişkiler üzerinde hem pozitif hem de negatif etkiler yaratma potansiyeline sahip. Çiftler, teknolojiyi daha fazla bağlantı kurma aracı olarak kullanırken, aynı zamanda sınırlar koyarak sağlıklı bir ilişki sürdürebilirler. Sosyal medya, çevrimiçi platformlar ve dijital araçlar dikkatli ve bilinçli kullanıldığında, ilişkiyi destekleyici bir rol oynayabilir. Bununla birlikte, bireylerin dijital dünyada kendi sınırlarını belirlemeleri ve özel alanlarını korumaları sağlıklı bir ilişkinin devamı için oldukça önemlidir.

Teknolojinin ilişkiler üzerindeki rolünü anlamak, dijital çağda romantik ve cinsel ilişkilerin sürdürülebilir olmasına yardımcı olacaktır. Bu sayede, teknolojiye kendimizi kaptırmadan, onun sunduğu fırsatları bilinçli bir şekilde değerlendirerek, sağlıklı ilişkiler ve mutlu bir cinsel yaşam sürdürebiliriz.
Devamını Oku
Erkek ve Kadın Cinselliğine Dair Yanlış Bilinenler
Cinsellik, toplumda her zaman üzerinde çok konuşulan ama aynı zamanda yanlış anlaşılmalara ve önyargılara en çok maruz kalan konulardan biri. Hem erkeklerin hem de kadınların cinselliği hakkında toplumda birçok kalıp yargı bulunuyor ve bunlar, bireylerin sağlıklı bir cinsel hayat sürmelerini etkileyebiliyor. Bu yazıda, erkek ve kadın cinselliğiyle ilgili en yaygın yanlış bilinenleri ve bu yanlışların altında yatan gerçekleri ele alacağız.

1. Yanlış: Erkekler Her Zaman Cinselliğe Hazırdır
Gerçek: Toplumda yaygın bir inanış, erkeklerin her zaman cinselliğe hazır ve istekli olduğudur. Oysa erkekler de dönem dönem cinsel isteksizlik yaşayabilirler. Stres, iş hayatındaki zorluklar, psikolojik sorunlar veya sağlık problemleri gibi faktörler, erkeklerin cinsel isteğini etkileyebilir. Cinsellik konusunda erkeklere yüklenen bu beklenti, performans kaygısına ve özgüven sorunlarına yol açabilir.

2. Yanlış: Kadınlar Cinselliği Erkekler Kadar İstemez
Gerçek: Kadınların cinsellikten daha az zevk aldığı veya cinselliğe daha az ihtiyaç duyduğu yönündeki algı tamamen yanlıştır. Kadınların cinsellikten aldıkları zevk, cinsel arzuları ve ihtiyaçları en az erkeklerinki kadar önemlidir. Ancak kültürel ve toplumsal baskılar, kadınların cinsel isteklerini ifade etmelerini zorlaştırabilir.

3. Yanlış: Erkekler Her Zaman Yüksek Libido Sahibi Olur
Gerçek: Cinselliğe dair bir diğer yanlış inanış ise erkeklerin doğal olarak yüksek libidoya sahip olduğu düşüncesidir. Erkeklerin libidosu bireysel olarak farklılık gösterebilir ve bu durum yaş, sağlık durumu, ilişki dinamikleri gibi birçok faktöre bağlı olarak değişebilir. Erkeklerde düşük libido, normal bir durum olarak kabul edilmeli ve utanılacak bir şey olarak görülmemelidir.

4. Yanlış: Cinsellik Sadece Penetrasyondan İbaret
Gerçek: Cinselliğin yalnızca penetrasyonla sınırlı olduğuna dair yanlış bir inanış vardır. Hem erkek hem de kadın cinselliğinde fiziksel dokunuşlar, duygusal bağlantı, ön sevişme ve karşılıklı hoşlanma, sağlıklı bir cinsel deneyimin önemli parçalarıdır. Penetrasyon dışında yakınlık ve samimiyeti artıran birçok farklı cinsel aktivite vardır ve cinselliği tek bir kalıba sığdırmak bireyleri kısıtlayabilir.

5. Yanlış: Kadınlar Orgazma Ulaşmakta Zorlanır
Gerçek: Kadınların orgazma ulaşmasının zor olduğu düşüncesi, yeterli bilgi eksikliğinden kaynaklanabilir. Çoğu kadın, doğru bir uyarılma ve kendini rahat hissetme ile orgazma ulaşabilir. Kadınların cinsel hazza ulaşabilmeleri için uygun ortam, doğru partner iletişimi ve fiziksel uyarı büyük rol oynar.

6. Yanlış: Erkekler Duygusal Bağlanmaya İhtiyaç Duymaz
Gerçek: Erkeklerin cinsel ilişkilerinde duygusal bağa ihtiyaç duymadıkları inancı, yanlış bir genellemedir. Birçok erkek, cinselliği sadece fiziksel bir eylem olarak değil, aynı zamanda duygusal bir bağ olarak da görmektedir. İlişki içinde güven, sevgi ve bağlılık, erkeklerin de cinselliğe olan ilgisini ve motivasyonunu artırabilir.

7. Yanlış: Cinsel Performans Her Zaman Yaşa Bağlıdır
Gerçek: Yaşla birlikte cinsel değişimlerin yaşandığı doğru olsa da, hem erkeklerin hem de kadınların cinsel performansları sadece yaşa bağlı değildir. Sağlıklı yaşam tarzı, stres yönetimi ve ilişki dinamikleri, cinsel sağlık ve performans üzerinde önemli bir etkiye sahiptir. Yaş ilerledikçe cinsel tatminin azalacağına dair önyargılar, kişilerin yaş aldıkça cinselliğe dair motivasyonlarını düşürebilir.

Sonuç: Bilinçli Olmak ve Önyargılardan Arınmak Önemli
Cinsellik hakkında toplumda var olan yanlış inanışlar, sağlıklı bir cinsel yaşamı ve ilişkileri olumsuz etkileyebilir. Erkek ve kadın cinselliğine dair önyargıları sorgulamak, doğru bilgiler edinmek ve bu bilgileri paylaşmak, bireylerin hem kendileriyle hem de partnerleriyle daha sağlıklı ilişkiler kurmalarını sağlar. Cinsellik konusunda açık ve sağlıklı bir iletişim kurmak, cinselliği olduğu gibi kabullenmek, bireylerin mutluluğunu ve yaşam kalitesini artırır.
Devamını Oku
Öz güven Eksikliği Yaşamı Etkiliyor: Öz güven Nedir ve Nasıl Geliştirilir?
Öz güven, çocukluk döneminde şekillenmeye başlıyor. Ancak çocukluk dönemindeki olumsuz yaşantılarınız öz güveninize negatif etkiler yapsa da benlik yaşam boyunca değişebilir ve gelişebilir. Kavramlar üzerinde incelemek gerekirse; benlik kavramı (Self-concept), bireyin kendisi hakkında geliştirdiği inançlar ve algılar olarak tanımlanmaktadır. Bu kavram, kişinin kim olduğunu, hangi özelliklere sahip olduğunu, değerlerini ve kendi yeteneklerini nasıl değerlendirdiğini içermektedir. Benlik bireyin hem içsel yaşantılarını hem de dış dünyadaki ilişkilerini nasıl algıladığını belirler. Kişinin neleri yapabileceğine ya da yapamayacağına olan inançları da kendine olan güveninde görülebilir. Benlik saygısı (Self-esteem) ise kişinin kendine dair hissettiği değeri ve yeterliliği tanımlar. Kişinin kendine güvenmesi, değerli hissetmesi ve kendini olumlu yönde değerlendiriyor olması yüksek benlik saygısına işaret ederken; kişinin kendisine karşı olumsuz duygular taşıması bu yönde değerlendirmesi ise düşük benlik saygısını göstermektedir. Maclellan (2014) öğretmenler öğrencilerin özgüvenini nasıl sağlayabilir çalışmasında (Educational Review) Avrupa’daki müfredatların öğrenme sürecinde benliğin önemli bir rol oynadığı ve Avrupa’daki müfredat reformlarında bunun kabul edildiği açıkça görülmektedir (Europa 2006). Öz güven kişinin hayatını etkiliyor. Türkiye’de son dönemlerde ailelerin öz güven konusu üzerinde daha çok durduğunu gözlemlemekteyiz. Çocuklar, küçük yaşlarda çevreleriyle etkileşime girmeye başlarlar. Onlara söylenenleri olumlu veya olumsuz cümleleri içselleştirirler. Yapabilirsin, başarabilirsin, çabala güveniyorum ya da beceremezsin, aptalsın, bu konuda iyi değilsin gibi. Sosyal deneyimler arttıkça ebeveynlerinden ve öğretmenlerinden aldıkları dönütlerle çocuklar öz güvenlerini inşa ederler. Terapilerde yetişkin danışanlarımdan “çocukken bunlar söylenirdi, yapmama izin verilmedi, bana güvenilmedi ben de denemedim ya da korktum” sözlerini duymuş biri olarak bir çocuğun büyümesinde, yetişmesinde görev alan, bakım veren her bireye sorumluluk düşüyor diyebilirim. Kısacası, kişi kendini değerli ve yeterli hissettikçe olumlu inançlarıyla öz güven kazanabilir. Maalesef son dönemlerde öz güveni sadece başarıya bağlayan kişiler olduğunu görüyoruz. Kişiler sadece başarılarıyla var olduklarını, görülebildiklerini düşünüyorlar ve bu yanlış inançla hayatlarına devam ediyorlar. Oysa destekleyici ve sevilen ortamlarda büyüyen çocuklar (koşulsuz sevgi ve kabulle) hata yapmayı, başarısızlığı normalleştirir, benimser ve bu öz güvenlerini yükseltir. Kişi hangi yaşta olursa olsun duygusal destek alabilmesi, teşvik ediliyor olması, kişiye olanaklar sağlanıyor olması, fırsatlar yaratılması öz güveni doğrudan arttırır. 

Peki başka neler yapılabilir?
  • Kendinizi tanımaya, özelliklerinizi keşfetmeye başlayabilirsiniz/çalışabilirsiniz. İlgi alanlarınız neler? Güçlü yönlerinize bakabilirsiniz. 
  • Yetenekli/becerikli olduğunuz alanlara odaklanabilirsiniz.
  • Kendinize dair olumlu, destekleyici bir dil (evet biliyorum kendinizi daha çok eleştiriyorsunuz :)) geliştirebilirsiniz. 
  • Öz güveninizi arttırmanın bir yolu da fiziksel ve zihinsel sağlığınıza önem göstermektir. Sağlıklı bir yaşam tarzınız, beden ve ruh sağlığınızın iyi oluşu kendinize daha güven duymanızı sağlar. Gerektiği yerde profesyonel destek alabilirsiniz. (Doktor, Psikoterapi desteği gibi) 
  • Kendinize ulaşılabilir ve gerçekçi hedefler koyabilirsiniz. Küçük adımlar sizi ileriye taşıyacak olanlardır, amaçlarınıza ulaştıracaktır. Başarılarınızın sevincini yaşayın. Sonuçlardan ziyade sürecinize odaklanın. 
  • Çevrenizi gözden geçirebilirsiniz. Sizi destekleyen kişilerin olduğu güvenli alanınız olsun. Toksik/yıkıcı ilişkilerinize tekrar bir göz atmalısınız.
  • Yukarıda da bahsettiğim gibi hatalar yapabilirsiniz, bu çok normal, hatalara bakış açınızı değiştirin. Hatalar ve başarısızlıklar öğrenme deneyimi olamaz mı?
  • Beden dili önemlidir. Dik durma, göz teması kurma, ses tonunuzun sakinliği sadece iletişimde karşı taraf için değil kendiniz için de çok önemlidir. Beden ve ruh bir bütündür.
  • Nelere ihtiyaç duyduğunuzu (duygusal, sosyal vs.) fark edin ve kendinize değer vermeye, saygı duymaya konsantre olun. 
Değerli okuyucu önemli bir hatırlatma: Her birey eşsiz ve kıymetlidir. :)
Devamını Oku
Öfke Kontrolü: Nedenler, Belirtiler ve Yönetim Yöntemleri
Öfke, her insanın deneyimlediği doğal bir duygudur. Ancak, doğru şekilde ifade edilmediğinde hem bireylerin ruh sağlığına hem de sosyal ilişkilerine zarar verebilir. Kısa süreli öfke patlamaları ya da kronik öfke sorunları, bireyin yaşam kalitesini düşürebilir ve uzun vadede iş, aile ve sosyal çevrede çatışmalara yol açabilir (Novaco, 2016). Öfkenin tamamen yok edilmesi mümkün veya sağlıklı olmasa da kontrol edilebilmesi, bireylerin stresle daha etkili başa çıkmalarına olanak tanır. Bunun için kişinin kendini tanıması, öfkesini tetikleyen durumların farkında olması ve uygun başa çıkma stratejilerini kullanması önemlidir (Deffenbacher, 2011).

Öfke kontrolüne yönelik stratejiler, bireylerin kendini daha iyi tanıyarak duygularını daha sağlıklı şekilde ifade etmelerine olanak tanır. Ayrıca, terapiler ve sosyal destek sistemleri, öfkeyi azaltmada ve yapıcı bir şekilde yönlendirmede kritik bir rol oynar (Beck, 2011). Günümüzün hızlı tempolu ve stresli yaşam koşullarında öfke kontrolü teknikleri, bireylerin hem kişisel hem de toplumsal anlamda daha dengeli bir hayat sürmesini sağlar.

Öfkenin Nedenleri

Öfke birçok biyolojik ve çevresel etkenden kaynaklanabilir:
  • Biyolojik yatkınlık: Beyindeki serotonin gibi nörotransmitterlerin dengesizliği, dürtü kontrol sorunlarına yol açabilir.
  • Çevresel etkenler: Sosyal çatışmalar, iş yerindeki baskılar ve kişisel travmalar öfkeyi tetikleyebilir (Novaco, 2016).
  • Öğrenilmiş davranışlar: Aile ve çevrede gözlemlenen agresif davranış kalıpları, öfke sorunlarının yerleşmesine neden olabilir.

Belirtiler ve Türleri

Öfke, farklı şekillerde ortaya çıkabilir:
  • Ani öfke patlamaları: Küçük olaylar karşısında aşırı tepkiler verme.
  • Gizli öfke: Öfkeyi bastırarak uzun süre sonra ani patlamalar yaşama.
  • Kronik öfke: Sürekli olarak sinirli ve huzursuz olma hâli.

Öfke Yönetimi ve Başa Çıkma Yöntemleri

Öfke kontrolü, bireyin ruh sağlığı ve sosyal ilişkileri açısından büyük öneme sahiptir. Aşağıdaki yöntemler, öfke yönetiminde etkilidir:
  • Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT): Kişinin öfkeyi tetikleyen düşünce kalıplarını fark etmesine ve değiştirmesine yardımcı olur (Beck, 2011).
  • Rahatlama teknikleri: Nefes egzersizleri ve meditasyon, stresi azaltarak öfkeyi kontrol altında tutmayı sağlar (Novaco, 2016).
  • Sosyal destek: Aile ve arkadaş çevresinin desteği, bireyin öfkesini yapıcı bir şekilde ifade etmesini kolaylaştırır.
  • Yaşam tarzı düzenlemeleri: Düzenli egzersiz ve yeterli uyku, stresin azalmasına ve öfkenin yönetilmesine katkıda bulunur.

Sonuç

Öfke, doğru yönetildiğinde bireyin motivasyonunu artıran ve sınırlarını belirlemesine yardımcı olan sağlıklı bir duygu olabilir. Ancak, kontrol edilemeyen öfke, hem bireysel hem de sosyal ilişkilerde kalıcı zararlara yol açabilir (Deffenbacher, 2011). Öfke kontrolü için farkındalığı artırmak, terapilere katılmak ve stresle başa çıkma stratejilerini öğrenmek önemlidir. Terapiler ve sosyal destek mekanizmaları sayesinde birey, öfkesini daha yapıcı bir şekilde yönlendirerek yaşam kalitesini artırabilir (Beck, 2011). Günlük hayatta öfke yönetimi stratejilerinin uygulanması, bireyin kendini daha iyi ifade etmesini ve sağlıklı ilişkiler kurmasını sağlar (Novaco, 2016). Öfke kontrolünün geliştirilmesi, yalnızca bireyin yaşam kalitesine değil, aynı zamanda toplumsal huzura da katkıda bulunur.

Kaynakça
  1. Beck, A. T. (2011). Cognitive Therapy of Personality Disorders. Guilford Press.
  2. Deffenbacher, J. L. (2011). Cognitive-behavioral conceptualization and treatment of anger. Cognitive and Behavioral Practice, 18(2), 212-221. https://doi.org/10.1016/j.cbpra.2009.12.004
  3. Novaco, R. W. (2016). Anger and psychopathology. In The Wiley Handbook of Violence and Aggression (Vol. 2, pp. 1-16). Wiley Blackwell.
Devamını Oku
Öfke Kontrol Bozukluğu ile Baş Etme Yolları
Öfke engellenmişlik, adaletsizlikya da eşitsizlik anında görülen bir duygudur. Bu duygu da elbette ki diğer tümduygular gibi hem normal hem de bizlere harekete geçmemiz gerektiğinihatırlatan bir sinyal niteliğindedir. Saldırı ya da tehdit anında kendimizi savunmamızısağlama işlevi vardır.

Öfke duygusunu hissetmek sorundeğil öfkenin kontrol edilemeden yansıdığı davranışlar anormal sayılabilmektedir.Genellikle kontrol edilmediği durumlarda kişiler için yıkıcı etkileri oldukçafazla olabilmektedir.  Bu durum öfkekontrol bozukluğu olarak isimlendirilebilir.

Öfke Kontrol Bozukluğunun Belirtilerinelerdir?
  • Aşırı gergin ruh hali
  • Kan basıncının artması
  • Nefes alışverişlerinindüzensizleşmesi
  • Kalp atışında hızlanma
  • Adrenalin miktarında artış
  • Bir kişiye/nesneye yöneliksaldırgan davranışlar
  • Sözlü saldırıda bulunma

Öfke Kontrolü nasıl sağlanır?

Tetikleyicileri Tanımak: Öfkenin altında yatan sebepleri anlamak gerekmektedir. Nelerin siziöfkeye sürüklediğini keşfetmek, nelerin sizi tetiklediğini tanımak dolayısıylaöfke duygusunun nerelerde geleceğini bilmek kontrolü sağlamak adına oldukça destekleyicidir.En çok öfkelendiğiniz olaylara dönüp bir bakın. Hepsinin ortak noktalarınelerdi? Öfkenizi en kontrol edemediğiniz anlarda aslında ihtiyacınız neydi?Aslında ne demek istiyordunuz? Gibi sorgulamalar duyguyu tanıma ve kontroletmenize yardım edecektir.

Gevşeme Egzersizleri: Derin nefes alma, rahatlatıcı sesler ya da görüntülere maruzkalma, yoga, meditasyon benzeri rahatlatıcı egzersizler kişinin tetiklenmeanında duygusunu dizginlemesini kolaylaştıracaktır.

Düşünceleri Yeniden Yapılandırma: Sizi öfkeye sürükleyen düşünceleri tanımak ve yerine dahagerçekçi/sağlıklı olanları koymak öfke anında aniden tetiklenmeniziengelleyecek ve sizi kontrolsüz davranışlardan koruyacaktır. Örneğin kötü birolay yaşadığınızda “hayatım mahvoldu” veya “bunu yaparken beni hiç önemsemedi”,“demek ki beni biraz bile sevmiyormuş” gibi genelleme ve felaketleştirme senaryolarıüzerinden yorumlayınca hissedilen öfke düzeyi de buna oranla artacaktır. Bugibi düşünce yanılsamalarına kapılmaktansa “onun bu davranışının arkasında neyatıyor, acaba bana ne anlatmaya çalıştı, bunun gerçekten bana verdiği değerile alakası var mı” gibi sorgulamalarda olmak iletişimi de bizleri de daha sağlıklıkılacaktır.

Stres Azaltan Aktiviteleri Arttırma: Günlük hayatımızda birçok stres girdisine maruzkalıyoruz. Elbette rahatlayabilmek için bu stres girdilerinin bir de çıktılarıolmasına ihtiyaç duyuyoruz. Bunlar kişiden kişiye değişebildiği gibi genellikleyürüyüş yapmak, enstrüman çalmak, spor aktivitelerine katılmak, sosyalleşmek,kendinizi dağda/ormanda hayal etmek, doğa ile daha çok içi içe olmak,sevdiklerimizle vakit geçirmek gibi aktiviteler stres seviyenizi azaltacak vebütün olumsuz duyguların kontrolünü arttıracaktır.

Duyguya Vakit Vermek: Öfke duygusunun en işlevsiz davranışlara dönüştüğü anlar duygununilk tetiklendiği anlardır. Bu sebeple duygunun sönmesine biraz vakit vermek veöfke anında iletişim kurmamak düşünerek harekete geçme olasılığımızı arttıracakve dolayısıyla sağlıksız tepkiler verme ihtimalimizi azaltacaktır.

Önceden Alternatif Davranışlar Hazırlamak: Öfkenin tetikleneceğini öngördüğünüz senaryolardahenüz o olay başınıza gelmeden durup düşünerek sağlıksız tepkiler yerine nasıltepkiler verebileceğini planlama işlevsel bir duygu düzenleme tekniğidir.Böylece olay anında sonrasında pişman olunacak dürtüsel tepkileri vermek yerinesağlıklı alternatifler zihninizde daha çabuk canlanacaktır.

Arka Plandaki İncinmiş Tarafı Tanımak: Öfke çoğu zaman anlaşılmamak, görülmemek, değersizhissetmek gibi incinmiş tarafların kamuflajı gibidir. Dışarıdan görünen yüzüöfke gibi olsa da aslında arka planda kabul edilemeyen incinmiş taraflarınyansımasıdır. Öfkenizin tetiklendiği anlara odaklanın. Bakın aslında arkasındanasıl bir ihtiyacınızın karşılanmadığını hissettiniz? Hangi olay ile başedemediniz? Nerede çok incindiniz? Bunu tanımak tetiklenme ihtimaliniziazaltacaktır.

Öfke duygusu da diğer bütün duygular gibi şiddeti arttığında kişileriçin işlev bozucu olabilmektedir. Hayattan aldığınız keyfi, ilişkilerinizi, özsaygınızı olumsuz etkileyebilmektedir. Bu sebeple öfke sağlıksız davranışlaradönüşüp hayatınızın işlevini bozacak kademeye gelmeden bu duygu ile yüzleşmekve tabiri caizse helalleşmek bizim için en etkili baş etme yolu olacaktır.
Devamını Oku
Kişilik Bozuklukları İlişkileri Nasıl Etkiler
Kişilik bozuklukları, kişinin düşünce, duygu ve davranış kalıplarını uzun vadeli ve derin bir şekilde etkiler. Bu bozukluklar yalnızca bireyin kendisi için değil, aynı zamanda çevresiyle olan ilişkilerinde de belirgin bir etkiye sahiptir. Özellikle yakın ilişkilerde -romantik partner, aile üyeleri veya yakın arkadaşlar gibi- kişilik bozukluklarının etkileri daha yoğun hissedilebilir. Bu yazıda, kişilik bozukluklarının ilişkileri nasıl etkilediğini inceleyerek daha sağlıklı ilişkiler kurmak için neler yapılabileceğine dair fikirler sunacağız.

1. Narsisistik Kişilik Bozukluğu (NKB)

Narsisistik kişilik bozukluğu olan bireyler, kendilerini üstün ve önemli görmeye meyillidir. Genellikle empati eksikliği yaşarlar ve diğer insanların duygularını anlamakta zorlanabilirler. Bu durum, yakın ilişkilerde sorunlara yol açabilir. 

İlişkilerdeki Etkisi:
- Kendilerini sürekli övmeleri veya dikkat çekmeye çalışmaları partnerleri rahatsız edebilir.
- Eleştiriye aşırı hassasiyet gösterip, kendilerine yönelik en küçük eleştiriyi bile kişisel saldırı olarak algılayabilirler.
- İlişkilerde denge kurmak zor olabilir, çünkü NKB’li kişiler ilişkideki fedakarlıkları ve destekleri karşılıklı olarak görmekte zorlanabilir.

İlişkilerdeki Çözüm Önerileri:
- Partneri ile empati geliştirmesi için küçük adımlarla pratik yapabilir, duygular hakkında konuşmaları teşvik edilebilir.
- Terapötik destek, narsisistik eğilimlerin farkına varmalarına ve ilişkilerdeki etkilerini anlamalarına yardımcı olabilir.

2. Borderline Kişilik Bozukluğu (BKB)

Borderline kişilik bozukluğu olan kişiler yoğun duygusal dalgalanmalar yaşar ve ilişkilerde ayrılık korkusunu derinlemesine hissederler. Bu korku, onları zaman zaman öfke, manipülasyon veya aşırı bağlılık gibi davranışlara itebilir.

İlişkilerdeki Etkisi:
- Terk edilme korkusu nedeniyle, partnerine karşı aşırı bağlılık gösterebilir ve ilişkiyi kontrol etme eğiliminde olabilirler.
- Duygusal dalgalanmalar, sürekli iniş-çıkışlarla dolu bir ilişki deneyimi yaratabilir.
- Kimi zaman partnerlerini “iyi” ve “kötü” olarak ayrıştırma eğiliminde olabilirler, bu da ilişkiyi yıpratabilir.

İlişkilerdeki Çözüm Önerileri:
- Duygusal farkındalık geliştirme ve anı yaşama (mindfulness) egzersizleri, kişinin duygusal dalgalanmalarını yönetmesine yardımcı olabilir.
- Partner desteği ve sınırlar belirleme üzerine yapılan konuşmalar, daha dengeli bir ilişki kurulmasını sağlayabilir.

3. Antisosyal Kişilik Bozukluğu (ASPB)

Antisosyal kişilik bozukluğu olan bireyler, diğer insanların haklarını gözetmekte zorlanır ve sıklıkla empati eksikliği yaşarlar. Bu bozukluğa sahip kişiler, kuralları ihlal etme, yalan söyleme ve suistimal etme gibi davranışlar sergileyebilir.

İlişkilerdeki Etkisi:
- Partnerinin ihtiyaçlarını önemsememe veya ilişkide manipülatif davranışlar sergileme eğiliminde olabilirler.
- Sıklıkla dürtüsel davranışlar sergileyebilir ve partnerlerini riske atabilirler.
- Duygusal bağ kurmakta zorlanabilirler, bu da uzun vadeli bir ilişkinin sağlıklı ilerlemesini engelleyebilir.

İlişkilerdeki Çözüm Önerileri:
- ASPB’li kişiler için sınırların net bir şekilde belirlenmesi önemlidir. Partner, kendini koruma adına bazı sınırları sıkı şekilde koymalıdır.
- Terapötik destek almak, özellikle ASPB eğilimlerinin ilişkilere zarar verme potansiyelini azaltabilir.

4. Bağımlı Kişilik Bozukluğu

Bağımlı kişilik bozukluğuna sahip bireyler, karar verme süreçlerinde zorluk yaşar ve sıklıkla partnerlerine aşırı derecede bağımlı hale gelirler. Bu, ilişkiyi dengeleyici bir ortaklık yerine bir bağımlılık ilişkisine dönüştürebilir.

İlişkilerdeki Etkisi:
- Kendi kararlarını almakta zorlanabilirler ve sürekli partnerlerine danışarak bir bağımlılık ilişkisi geliştirebilirler.
- Kendi ihtiyaç ve isteklerini geri plana atarak, partnerlerinin ihtiyaçlarını merkeze koyabilirler.
- Terk edilme korkusuyla partnerlerinin isteklerine aykırı olan durumlara bile uyum sağlayabilirler.

İlişkilerdeki Çözüm Önerileri:
- Kendi özgüvenlerini artıracak aktivitelerde bulunmak ve bireysel sınırlarını keşfetmek bağımlı bireyler için faydalı olabilir.
- Terapide, sağlıklı sınırlar belirleme ve bireysel kararlar alabilme üzerine çalışılabilir.

Kişilik Bozukluklarında Sağlıklı İlişkiler Mümkün mü?

Kişilik bozuklukları, ilişkileri zorlaştırsa da tedavi ve destekle daha sağlıklı ilişki dinamikleri kurmak mümkündür. Partner desteği, psikoterapi ve kişisel farkındalık geliştirme yoluyla, kişilik bozukluğu olan bireyler ve partnerleri, daha tatmin edici ve dengeli ilişkiler kurabilir. Kişilik bozuklukları olan bireyler, profesyonel destek aldıklarında, hem kendilerini hem de ilişkilerini daha iyi yönetebilirler. 
Devamını Oku
Obsesif Kompulsif Bozukluk
Obsesif kompulsif bozukluk istem dışı zihne gelen, kişiyi huzursuz eden, zihin dışına çıkarılamayan yinelenen düşünceler (obsesyon) ve istem dışı gelen saplantılı düşünceleri zihinden uzaklaştırmak amacıyla yapılan istem dışı hareketler (kompulsiyon) ile bağlantılı bir hastalık olarak karşımıza çıkar. 

Obsesif Kompulsif Bozukluğa sahip kişiler, genelde aşırı düzenli, aşırı titiz, soğuk kişiliğe sahip, biriktirmeyi seven ve sorumluluktan kaçan insanlar olarak gözükmektedirler. Mükemmelliyetçi tavırları vardır. Değişimlerden pek hoşlanmazlar. Tutucudurlar. Pek girişimci değillerdir. Otoriter tavırları vardır ve görevlerine bağımlıdırlar. Genel olarak gergin tavırları vardır. 

Obsesyon ve Görülme Sıklığına Göre Tipik Obsesyonlar

Obsesyon, belirgin olan stres ve kaygı durumuna sebebiyet veren girici (intrüsif), ego-distonik, ısrarlı istem dışı olan düşünceler, imge ya da dürtülerdir. Bunların etkisini baskılama veya nötrleştirme motivasyonu olarak tanımlanmıştır (Üncüer, 2014). Kişi bu eylemleri baskılar. Başka bir düşünüş biçimiyle veya eylemlerle etkisizleştirmeye çalışır.
  • Kirlenme/ Bulaş Korkusu: Herhangi bir kirin ya da virüsün kendisine bulaşacağı korkusudur. Kişi kapı kolundan veya tuvaletlerden bile virüs kapabileceği korkusunu yaşamaktadır. 
  • Kuşku Obsesyonları: Emin olamama ile bağlantılıdır. Bir işi yapıp yapmadığın düşünüp kuşku duyarlar. 
  • Simetri, Düzen Obsesyonları:  Bireyin her şeyin sırasında olması ve düzgün bir şekilde yerli yerinde olması gerektiğini hissetmesi ve düşünmesiyle ilgili obsesyonlardır. Resimlerin, kitapların ve havluların aynı hizada bulunması, eşyaların yerli yerinde olması ve yazısının çok iyi olması gerektiği gibi düşüncelerdir (Yılmaz, 2018).
  • Cinsel Obsesyonlar: Aileden veya arkadaşlardan, tanımadığı biri ile ilgili cinsel düşüncelerinin olması, eşcinsellikle ilgili düşünceler, çocuklarla ilgili cinsel düşüncelere kapılmayla ilişkili obsesyonlardır. Görülme sıklığı %13-26 arasındadır  (Yılmaz, 2018).
  • Saldırganlık Obsesyonları: Bireyin çevresindekilere veya kendisine zarar vereceği, öldüreceği, utanılacak bir şeyi gerçekleştirmekten korktuğu, şiddet içeren imgeleri düşünmesi nedeniyle korku duymasıyla ilişkili obsesyonlardır. Yaygınlığı %10-20 arasındadır (Yılmaz, 2018).
  • Dinsel Obsesyonlar: Kişinin inandığı dinde haram sayılan durumların istemsizce kişinin zihnine yerleştiğini düşünmesidir. 
  • Somatik Obsesyonlar: Kişinin tedavisi zor olan hastalıklara yakalanmış olma ihtimali üzerine düşünmesidir.

Kompulsiyon ve Görülme Sıklığına Göre Tipik Kompulsiyonlar

Birçok kez saptantılı olan düşünceyi (obsesyon) zihinden uzaklaştırmak adına gerçekleştirilen kişinin isteği dışında yinelenen hareketlerle (kompulsiyon) karakterize bulunan ve hastaların bazı düşüncelerinden kurtulması adına başka düşünceleri çağrıştırması veya birtakım davranışlarda bulunmaları şeklindeki davranış ve düşüncelere kompulsiyon denir (Sakallı, 2014; akt. Yılmaz, 2018).
  • Yıkama/Temizleme: Kişi bulunduğu alanların pis olduğunu düşünmektedir ve temizleme davranışları geliştirmektedir.
  • Kontrol: Kişinin aslında sevdiği insanların güvenliği için geliştirdiği kompulsiyon türüdür. Örneğin kişi ütünün fişini çekip çekmediğini defalarca kontrol etmektedir.
  • Sayma: Herhangi yapılan bir şeyi tekrarlayıcı olarak belli bir sayıya ulaşıncaya   kadar gerçekleştirmektir. 
  • Düzenleme: Belli bir simetri oluşturma ihtiyacıdır. 
  • Sormak/İtiraf Ettirmek: Güvence arayışı içerisinde olup sürekli soru sorulmasıdır. 

OKB ile İlişkili Bozukluklar 

  • Trikotilomani: Yoğun stres altında olunan zamanlarda kişinin vücudundaki tüyleri rahatlama amacıyla yolmasıdır. 
  • Beden Dismorfik Bozukluğu: Kişi bedeninde devamlı bir kusur arayışı içinde olmasıdır.
  • Deri Yolma Bozukluğu: Dermatolojik bir sıkıntı olmadan kişinin cildini yolması, kazıması, sıkması olarak karşımıza çıkmaktadır.
  • İstifleme Bozukluğu: Değeriyle ilgili olmaksızın kişinin nesneleri saklaması, biriktirmesi ve atmak istememesidir. 

KAYNAKÇA:

  1. Üncüer, Ö. F. (2014). Yetişkin bağlanma biçimleri ile obsesif-kompulsif bozukluk arasındaki ilişkinin incelenmesi: Psikoterapi uygulamasına bir örnek: Ayna Klinik Psikoloji Dergisi, 1 (1), 26-40.
  2. Yılmaz, B. (2018). Obsesif Kompulsif Bozukluk Tedavisinde Güncel Yaklaşımlar. Lectio Scientific, 2 (1), 21-42.
Devamını Oku
OKB Hakkında Yanlış Bilinenler: Mitler ve Gerçekler
Obsesif Kompulsif Bozukluk (OKB), genellikle “takıntı hastalığı” olarak anılan, toplumda yanlış anlaşılan bir ruhsal sağlık sorunudur. Popüler kültürde genellikle komik ya da ilginç bir özellik olarak yansıtılsa da, OKB gerçekte oldukça karmaşık ve bireyin yaşam kalitesini olumsuz etkileyebilecek bir bozukluktur. Bu yazıda, OKB hakkında sıkça duyulan yanlış inanışları ele alarak bu mitlerin ardındaki gerçekleri paylaşacağız.

Mit 1: OKB, Sadece "Temizlik Takıntısı"dır

Gerçek: OKB, yalnızca temizlikle sınırlı değildir. Evet, bazı OKB hastalarında temizlikle ilgili takıntılar olabilir; ancak bozukluk, düzen saplantısı, tekrar sayma, tehlike düşünceleri gibi çok farklı şekillerde de ortaya çıkabilir. OKB’nin ana belirtileri, kontrolsüz takıntılar (obsesyonlar) ve bu takıntıları yatıştırmak için yapılan tekrar eden davranışlardır (kompulsiyonlar).


Mit 2: Herkesin Biraz OKB si Vardır

Gerçek: Günlük hayatta düzenli veya titiz olmaya yönelik bazı eğilimlerimiz olabilir; ancak bu OKB anlamına gelmez. OKB, beynin belirli işlevlerini etkileyen, ciddi bir ruhsal sağlık sorunudur. OKB tanısı almış bireyler, kontrol edemedikleri takıntılardan muzdariptir ve bu durum onların günlük yaşamını büyük ölçüde olumsuz etkiler.


Mit 3: OKB Hastaları "Kontrolü" Ele Alabilir

Gerçek: OKB belirtileri, sadece “kendine hakim ol” gibi tavsiyelerle kontrol edilebilecek türden değildir. OKB, beynin kimyasını etkileyen ve bilinçsizce meydana gelen tekrarlayıcı bir döngüdür. OKB’li bireyler, davranışlarını mantıkla durdurmak isteseler de, kompulsiyonlarını engellemek çoğu zaman zordur. Tedavi ve terapi yardımı olmadan belirtiler daha da artabilir.


Mit 4: OKB Tehlikeli veya Şiddet İçerikli Bir Bozukluktur

Gerçek: OKB nin bazı türleri tehlikeli veya şiddet içerikli obsesyonlarla (örneğin, zarar verme korkusu) ortaya çıkabilse de, OKB hastalarının çoğu, bu düşünceleri uygulamaktan korkar ve kendine veya başkalarına zarar vermek istemez. Aslında, bu tür obsesyonlar en fazla kaygıya yol açan takıntılar arasında yer alır, çünkü OKB hastaları bu düşünceler nedeniyle daha fazla endişe duyarlar.


Mit 5: OKB’nin Tedavisi Yoktur

Gerçek: OKB tedavi edilebilir bir bozukluktur. Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT) ve özellikle Maruz Kalma ve Tepki Önleme (ERP) tedavi yöntemleri OKB semptomlarını azaltmada etkili olabilir. Ayrıca, bazı durumlarda ilaç tedavisi de ek bir destek sağlar. Tedavi, kişilerin OKB ile baş etme becerilerini geliştirmesine ve yaşam kalitelerini artırmasına yardımcı olabilir.


Mit 6: OKB Sadece Yetişkinleri Etkiler

Gerçek: OKB, çocuklarda ve ergenlerde de ortaya çıkabilir. Çocuk yaşta başlayan OKB, tedavi edilmediğinde bireyin yetişkinlik hayatında da devam edebilir. Erken tanı ve tedavi, çocukların takıntı ve kompulsiyonlarını daha iyi yönetmelerini sağlayabilir ve gelişim süreçlerinde büyük fark yaratabilir.


Mit 7: OKB’li Biri “Mükemmelliyetçidir”

Gerçek: OKB, mükemmeliyetçilikten çok daha fazlasıdır. OKB’li bireylerde, kontrol dışı ve sürekli tekrarlayan düşüncelere karşı duyulan rahatsızlık hakimdir. Bu durum mükemmeliyetçilikten farklı olarak, ciddi bir içsel sıkıntı ve kaygı yaratır. Mükemmeliyetçilikten ziyade, OKB hastalarının yaptığı şey, kendilerini güvende hissetmek için kontrol edemedikleri düşüncelere karşı belirli davranışlara başvurmaktır.

Sonuç

OKB hakkında daha fazla bilgi sahibi olmak, toplumda bu bozuklukla yaşayan bireylere karşı daha anlayışlı ve duyarlı olmamızı sağlar. OKB, basit bir takıntı veya alışkanlık değildir; bireyin yaşamını etkileyen ciddi bir ruhsal sağlık sorunudur. Bu mitlerin gerçek yüzünü öğrenmek, OKB’nin daha doğru anlaşılmasına katkıda bulunacaktır. OKB hakkında doğru bilgileri yayarak, bu bozuklukla yaşayan kişilerin destek almasına ve farkındalığın artmasına yardımcı olabiliriz.

Devamını Oku
Özgül Öğrenme Güçlüğüne Yönelik Detaylı Değerlendirme
Günümüz toplumunda  akademik başarı aileler için önemli bir konudur.  Çocuk ve ergen ile alakalı destek için başvurulan sebeplerden biri de ders başarısızlığıdır. Okuldaki başarısızlığın bir çok nedeni vardır. Bunlar; zeka geriliği,  görme veya işitsel problemler, ailesel problemler, motivasyon eksikliği, dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu, özgül  öğrenme bozukluğu ve başka psikiyatrik ya da tıbbi rahatsızlıklardır. Özgül öğrenme güçlüğü, bireyin zeka seviyesinden bağımsız olarak okuma, yazma, matematik gibi temel akademik becerilerde zorlanmasına neden olan bir nörogelişimsel bir bozukluktur. Çocuklar bu güçlükle mücadele ederken diğer alanlarda normal veya üstün  performans sergileyebilirler. 

Özgül öğrenme bozukluğu birçok ülke ve disiplinde farklı terimlerle ifade edilmektedir. Bunlar arasında en sık kullanılanı “okuma güçlüğü” anlamına gelen “disleksi”dir. Bununla birlikte disgrafi (yazma becerisine güçlük) ve diskalkuli (matematiksel işlemleri anlama ve yapmada zorluktur).

Özgül öğrenme bozukluğundan sık görülen semptomlar: 
  1. Okul başarısızlığı: okumayı sökememe, yavaş veya hatalı okuma, yazı hataları, matematiksel becerilerde zayıflık 
  2. Zeka düzeyi: normal sınırlarda veya normalin üzerindedir. 
  3. Aktivite düzeyi: genellikle hareketlidirler. 
  4. Dikkat sorunları: Dikkatleri hemen dağılabilir. Odak problemi yaşarlar. 
  5. Görsel veya işitsel algı problemleri 
  6. Sosyal ve duygusal sorunlar: Okuldaki başarısızlık, ders çalışma ve öğrenme motivasyonunu olumsuz yönde etkiler. Başarısızlık duygusu ,özgüvenin düşmesine neden olabilir.
  7. Zaman algısında sorunlar: zamanı karıştırırlar, dün- bugün, önce- sonra kavramlarını karıştırırlar. Saati zor öğrenirler. 
Nasıl Destekleyebiliriz ? 
  • Anlayışlı Olmak: öğrenme güçlüğünün bir engel değil bir farklılık olduğunu anlamak önemlidir. 
  • Sabırlı Olmak: öğrenme süreci herkes için farklıdır. Özgül öğrenme güçlüğü olan bireylerin daha fazla zamana ve farklı yaklaşımlara ihtiyaç duyabileceğini hatırlamak önemlidir. 
  • Duyarlı Olmak: bireyin duygusal ihtiyaçlarını anlamak ve desteklemek önemlidir. Özgül öğrenme güçlüğü özgüven ve motivasyon sorunlarına yol açabilir.
  • Uygun Stratejileri Geliştirmek: öğrenme güçlüğünün  türüne göre uygun öğretim yöntemleri ve destekleyici araçlar kullanmak önemlidir. 
  • Çevre Oluşturmak: öğrenme güçlüğü olan bireyin  öğrenme ve gelişme için güvenli ve destekleyici bir ortak oluşturmak önemlidir.  
  • Eğitim ve Farkındalık: özgül öğrenme güçlüğü hakkında bilgi edinmek ve farkındalık oluşturmak, bireylere daha iyi destek sağlamamıza destek olur. 
Devamını Oku
Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğunda Tedavi Süreci
DikkatEksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu (DEHB) kişinin potansiyelini açığa çıkarmasınızorlaştıran, akademik başarısını/dikkat süresini azaltan ve dolayısıyla sosyalilişkilerini de olumsuz etkileme potansiyeline sahip bir patolojidir. Tedaviedilmediği durumlarda kişinin yetişkinlik dönemlerinde bağımlılık geliştirme,sosyal ilişkileri sürdürmede zorlanma, özgüven problemleri,kazalara/yaralanmaya maruz kalma, eşlik eden psikiyatrik bozukluklarla baş etmeveya akran ilişkilerinde sorunlar yaşama gibi risklerle karşılaşma oranıartmaktadır. Bu nedenle tedavi süreci kişinin hayatının işlevselliğiniarttırmak adına oldukça önemlidir. Peki tedavisinin planlanması sürecinde nelerönemli yer almaktadır.

Tedavisürecinde kullanılan yöntemler nelerdir? Nelere dikkat edilmelidir?
  • Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğunda erken tanı oldukça önemlidir. Tedavi içinaltın dönem olarak bilinen dönem okul öncesi veya okulun ilk yıllarıdır. Erkenyaşta tanı konulup tedavi sürecine başladığı durumlarda iyileşme oranı oldukçayüksektir. (Not: Elbette bu durum ilerleyen yaşlarda konulan tanıların aslaiyileşme göstermediği anlamına gelmemektedir. Erken tanı durumlarında yalnızcasüreç daha hızlı ilerlemekte ve semptomların azalma oranının daha fazla olduğubilinmektedir.)
  • Beyindeki kimyasal dengesizliklerden kaynaklanan nöropsikolojik bir bozukluk olan DEHB’iniyileşme sürecinin en önemli basamağı ilaç tedavisidir. Yapılan birçok bilimselaraştırma göstermektedir ki beyindeki dopamin ve nöropinefrin gibinöroadrenalinlerin salınımı ve miktarı DEHB ile ilişkilidir. Bu enzimlerinmiktarlarının dengelenebilmesi adına psikiyatrist eşliğinde reçete edilmesi vetakibinin yapılması oldukça önemlidir.
  • Ebeveyn desteği özellikle çocukluk döneminde görülen DEHB için oldukça önemlidir.Ebeveynin eleştirel/suçlayıcı/uyarıcı şekilde davranmayıp bunun geçici vetedavi edilebilir bir süreç olduğunu bilmesi önemlidir. Bu süreç iyileşmebaşlayana kadar sabır gerektiren bir süreçtir.
  • Ebeveynlerin bu süreçte DEHB’nu ciddiye alması önemlidir. Rakibi ciddiye alıp iyileşmeüzerine çaba sarf etmek sürecin en önemli parçalarındandır.
  • Çocuklara baş etme sürecinde destek olmaya çalışırken nasihat odaklı olmamak çokönemlidir. DEHB olan bir çocuk için nasihat dinlemek hem zor hem de kaygıvericidir. Çoğu zaman bu çocuklar bilişsel bir sorunları olmadığı için neyapması gerektiğini halihazırda biliyor fakat yalnızca davranışlarını kontroledemiyorlardır. Ebeveynleri tarafından sürekli yapması gerekenlerin söylenmesionları yalnızca daha kusurlu, suçlu ve kaygılı hissettirecektir.
  • Bol bol spor ve aktiviteye yönlendirin. Hiperaktivite ihtiyacının sağlıklıalternatiflere yönlendirmesi kişinin hem psikolojik gelişimi ve özgüveni hem dedikkatini yönlendirmeyi öğrenebilmesi adına oldukça önemlidir.
  • DEHB multidisipliner anlamda ele alınması gereken bir bozukluktur. Bu nedenle okulile iş birliği içinde olmak ve süreç/patoloji hakkında eğitimcilerin bilgisahibi olduğundan emin olmak tedavi sürecinin önemli bir parçasıdır. Çocuğunokulda zorlandığı kısımlarda bunun yetersizlik/başarısızlık ileilişkilendirilmeden destekleneceğinden emin olunan eğitmenler ile süreciilerletmek ve sınıf içinde öğrenme ortamını DEHB’li öğrenciye uygun halegetirmek adına okul ile iş birliği içinde olmak gerekmetedir.
  • DEHB’in en zorlayıcı olduğu zamanlar yaşamsal dengenin sağlanamadığı anladır. Düzeniuyku, sağlıklı beslenme, egzersiz, iyilik halini destekleyici aktivitelereyönelme (Örneğin sanat aktiviteleri) ve stres yönetimini destekleyiciçalışmalar yapma (Öğrneğin yoga ve meditasyon) gibi yaşam tarzı değişiklikleribeyinde salgılanan enzimleri dengeleyeceği için doğal birer iyileştiricidir.DEHB yaşayan kişilerin dengeli yaşam sürmesi bu açıdan oldukça önemlidir.
  • DEHB tanısı almış birçok kişi yaşadığı zorlanma veya etiketlenmelerden dolayı birçokpsikolojik belirti ile de baş etmek zorunda kalmaktadır. Stres yönetimindezorlanma, karamsarlık, düşük benlik saygısı, kaygı bozuklukları, depresyon veyasosyal ilişkilerde zorlanmalar bunlardan başlıcasıdır. Bu gibi belirtileringörüldüğü durumlarda kişinin psikoterapi alması öz düzenleme becerilerinigeliştirme, problem çözme becerilerini arttırma ve dürtüsel davranışlarınıalternatif yollara yönlendirmeyi öğrenme adına çok kıymetlidir.
Devamını Oku
Bipolar Bozuklukla Yaşamak İşlevselliği Sürdürmenin Yolları ve İpuçları
Bipolar bozuklukla yaşamak, duygusal iniş çıkışlarla dolu bir hayatı dengelemek anlamına gelir. Ruh hali bir anda zirveye çıkar, sonra da aniden düşebilir; bu, ilişkilerden kariyere, sosyal yaşama kadar hayatın birçok alanında zorlayıcı olabilir. Ancak, işlevselliği korumak ve bu yolculuğu yönetmek için etkili yollar ve stratejiler bulunmaktadır. Bipolar bozuklukla başa çıkmayı öğrenmek, güçlü yanlarınızı ve yaşam becerilerinizi yeniden keşfetmenizle mümkün hale gelir.

Bipolar Bozuklukla Yaşam Nasıl Bir Deneyimdir?
Bipolar bozukluk, ruh halinde iki uç arasında geçişlere yol açan bir duygu durum bozukluğudur. Bu iki ana evre “mani” ve “depresyon” olarak bilinir. Mani döneminde kişi kendini enerjik, aşırı iyimser ve güçlü hissedebilir; ancak bu dönemlerde kontrolsüz davranışlara meyil artabilir. Depresif dönemde ise derin üzüntü, yorgunluk, umutsuzluk gibi belirtiler ön plana çıkar. Bu ruh hali değişimleri, kişinin günlük hayatını sürdürebilmesini zorlaştırabilir. Ancak, bu bozukluğa sahip olmak bir engel değil, yönetilebilir bir durumdur. Doğru yaklaşım ve yöntemlerle, işlevselliği koruyarak kaliteli bir yaşam sürmek mümkündür.

1. Duygu Durumunuzu Takip Edin ve Farkındalığınızı Artırın
Duygu durumunuzu izlemek, ruh halinizin nasıl ve ne zaman değiştiğini anlamanıza yardımcı olur. Bir ruh hali günlüğü tutmak veya ruh hali izleme uygulamaları kullanmak, yükseliş ve düşüş dönemlerini önceden fark etmenizi sağlar. Bu farkındalık sayesinde, ne zaman profesyonel yardıma ihtiyaç duyabileceğinizi veya destek almak için yakınlarınıza ulaşabileceğinizi daha kolay anlarsınız.

2. Düzenli Bir Günlük Rutin Oluşturun
Günlük yaşamda düzen, bipolar bozukluğun etkilerini azaltmada oldukça önemlidir. Özellikle uyku düzeni, ruh hali değişimlerini kontrol altına almak için kritik bir unsurdur. Aynı saatlerde yatıp kalkmak, biyolojik saatinizi düzenleyerek manik veya depresif dönemlerin sıklığını ve şiddetini azaltabilir. Uyku dışında yemek saatleri, egzersiz ve çalışma rutinlerini de belirli bir düzende sürdürmek, ruh halinizi dengelemenize katkıda bulunur.

3. Sağlam Bir Destek Ağı Edinin
Bipolar bozuklukla başa çıkmada destek almak çok değerlidir. Aileniz, arkadaşlarınız ve çevrenizle güçlü bir bağ kurarak ihtiyaç duyduğunuzda destek istemekten çekinmeyin. Aynı zamanda, bipolar bozukluğa sahip kişilerle deneyimlerinizi paylaşabileceğiniz destek grupları, süreci daha az yalnız hissetmenizi sağlar. Destek almak, zor zamanlarda size moral verir ve başa çıkma sürecini daha da kolaylaştırır.

4. Stres Yönetim Tekniklerini Öğrenin
Stres, ruh halinizi doğrudan etkileyebilir ve dönemsel iniş çıkışları tetikleyebilir. Stres yönetiminde meditasyon, yoga, nefes egzersizleri gibi teknikler oldukça etkilidir. Özellikle farkındalık meditasyonu (mindfulness), anda kalmanızı ve stresle başa çıkmanızı kolaylaştırır. Bu teknikler, zihninizi sakinleştirir ve olumsuz düşüncelerden uzaklaşmanıza yardımcı olur.

5. Küçük, Ulaşılabilir Hedefler Belirleyin
Büyük hedefler, özellikle depresif dönemlerde sizi bunaltabilir. Bu yüzden kendinize küçük ve ulaşılabilir hedefler belirlemek, başarma duygusunu yaşamanızı sağlar. Günlük yaşamda yapılacak basit işler belirlemek ve bunları tamamladıkça kendinizi ödüllendirmek, kendinize olan güveninizi artırabilir. Küçük adımlarla ilerlemek, büyük değişikliklere yol açabilir.

6. İlaç Tedavisini Düzenli Uygulayın
Bipolar bozukluk tedavisinde ilaç kullanımı, ruh hali değişimlerini yönetmek için önemlidir. Doktorunuzun tavsiye ettiği ilaçları düzenli kullanmak, ruh halinizi stabilize eder ve belirtileri kontrol altında tutar. İlaçlarınızı kendi başınıza bırakmamak ve herhangi bir yan etki hissettiğinizde doktorunuzla görüşmek tedavi sürecini destekler.

7. Psikoterapi Desteği Alın
Psikoterapi, bipolar bozuklukla yaşamak için oldukça faydalıdır. Bilişsel davranışçı terapi (BDT) gibi terapi yöntemleri, olumsuz düşünce kalıplarını fark etmenizi ve başa çıkma stratejileri geliştirmenizi sağlar. Terapistinizle birlikte, ruh hali değişimlerinizi yönetmek ve stresli durumlarla başa çıkmak için pratik beceriler kazanabilirsiniz. Terapinin düzenli olması, yaşam kalitenizi artırmakta etkili olur.

8. Kendinize Karşı Sabırlı ve Şefkatli Olun
Bipolar bozuklukla başa çıkmak inişli çıkışlı bir yol olabilir. Kendinize karşı sabırlı ve şefkatli olmak, sürecin en önemli parçalarından biridir. Zorlandığınızda kendinizi eleştirmek yerine, her adımın değerini bilmek ve bu süreci destekle geçirdiğiniz için kendinizi takdir etmek büyük fark yaratır.
Devamını Oku
Bipolar Bozuklukta Yakın İlişkiler Zorluklar ve Çözüm Yolları
Bipolar bozukluk, hem bireyin hem de onun çevresindeki insanların yaşamlarını derinden etkileyebilen bir durumdur. Bu rahatsızlığa sahip bireyler için, özellikle duygudurum dalgalanmalarının yoğun olduğu dönemlerde yakın ilişkilerde dengeyi sağlamak zorlayıcı olabilir. Ancak doğru destek ve stratejilerle sağlıklı ilişkiler kurmak ve mevcut ilişkileri güçlendirmek mümkündür.

Bipolar Bozukluğun İlişkilere Etkisi
Bipolar bozukluk, kişinin duygu durumunu ani ve şiddetli bir şekilde değiştirebilir. Bu değişiklikler, özellikle manik veya depresif dönemlerde kendini daha belirgin gösterir:
  • Manik Dönemler: Kişinin enerji seviyesi, özgüveni ve sosyal etkinliği artar. Ancak bu dönemlerde dürtüsel davranışlar da artabileceğinden, ilişkilerde ani tepkiler veya riskli kararlar alınabilir.
  • Depresif Dönemler: Yoğun bir enerji düşüklüğü, içe kapanma ve umutsuzluk hisleri hakimdir. Bu dönemde birey, destek ihtiyacı hissedebilir ancak diğer yandan ilişkilere olan ilgisi azalabilir.

Bu iniş çıkışlar, çiftler, arkadaşlar ve aile bireyleri arasındaki dinamikleri karmaşıklaştırabilir. Ancak bu zorluklar aşılabilir; bipolar bozukluğun ilişkiler üzerindeki etkilerini daha iyi anlayarak empati ve destek yoluyla sağlıklı bir ilişki sürdürmek mümkündür.

Bipolar Bozuklukla Sağlıklı İlişkiler Kurmak için İpuçları

  • Açık ve Şeffaf İletişim Kurmak
Duygularınızı ve düşüncelerinizi sevdiklerinizle paylaşmak, karşılıklı anlayışı güçlendirebilir. Bipolar bozukluk hakkında bilgi vermek, özellikle duygu durumunuzdaki değişikliklerin nedeni hakkında farkındalık yaratabilir.

  • Bir Destek Ağı Kurun
Yakın çevrenizle güvenli bir destek ağı oluşturun. Hem sizin hem de partnerinizin veya arkadaşlarınızın ihtiyaç duydukları anlarda destek alabilecekleri kişilerden oluşan bir ağ, hem size güven verir hem de ilişkilerinizin dayanıklılığını artırır.

  • Empati ve Sabır Geliştirin
Bipolar bozukluğa sahip bireyler için iniş çıkışların yaşanması oldukça doğal bir süreçtir. Partnerinizin veya yakınlarınızın size empati göstermesi kadar, sizin de onların duygularını ve bakış açılarını anlamanız önemlidir.

  • Rutinler ve Sınırlar Belirleyin
Bipolar bozuklukta dengeli bir yaşam düzeni çok önemlidir. Günlük rutinlerinizi belirleyip, ilişkinizde sınırlar koymak da olası çatışmaları azaltabilir. Bu sınırlar, duygusal veya fiziksel mesafeler gibi konuları içerebilir ve kendinizi koruma altına almanıza yardımcı olabilir.

  • Uzman Desteği Alın
Çift terapisi, bireysel terapi veya aile terapisi, bipolar bozukluğun ilişkiler üzerindeki etkisini yönetmeye yardımcı olabilir. Ayrıca partneriniz veya aileniz için destek gruplarına katılmak da faydalı olabilir. Bu tür destekler, özellikle zor zamanlarda yalnız olmadığınızı hissettirir.

  • Kendinize ve İlişkinize Zaman Tanıyın
Sabırlı olmak ve kendinize karşı nazik davranmak, hem bireysel iyilik halinizi hem de ilişkinizi destekler. Bazen her şey yolunda gitmeyebilir, ancak kendinizi veya partnerinizi zorlamadan ilerlemek ilişkinin sağlamlığını artırabilir.

Yakınlarınıza Nasıl Destek Olabilirsiniz?
Eğer bir yakınınız bipolar bozukluk yaşıyorsa, onun yanında nasıl destekleyici bir şekilde durabileceğinizi bilmek çok önemlidir:
  • Bilgi Edinin: Bipolar bozukluk hakkında öğrenmek, durumu daha iyi anlamanıza ve empati yapmanıza yardımcı olur.
  • Dinleyici Olun: Yakınınız, duygularını veya düşüncelerini paylaşmak istiyorsa, onu yargılamadan dinleyin.
  • Kendi Sınırlarınızı Bilin: Birine destek verirken, kendi iyilik halinizi de korumanız gerekir. Kendinize ayırdığınız zamana önem verin ve kendinizi tükenmiş hissettiğinizde yardım alın.
Sonuç
Bipolar bozukluk, ilişkiler üzerinde etkili olabilir ancak zorlukların üstesinden gelmek mümkündür. Sabır, anlayış ve doğru stratejilerle, ilişkilerdeki dengeyi sağlamak ve güçlü bağlar kurmak mümkün hale gelir. Unutmayın ki her birey ve her ilişki kendine özeldir; bu nedenle sevgi, destek ve anlayışla ilişkilerinizin sağlığını koruyabilirsiniz.
Devamını Oku
Bipolar Bozukluk Belirtiler Nedenler ve Yönetim Yöntemleri
Bipolar bozukluk, bireyin ruh hâlinde aşırı dalgalanmalara neden olan ve yaşam boyu süren bir psikiyatrik rahatsızlıktır. Bu bozukluk, duyguların yoğun şekilde değişken olduğu manik ve depresif dönemlerle karakterize edilir. Manik dönemlerde aşırı enerji, taşkınlık ve risk alma eğilimi gözlenirken, depresif dönemlerde umutsuzluk, enerji kaybı ve ilgi azlığı ön plandadır (American Psychiatric Association, 2013). Bipolar bozukluk, her yaştan bireyi etkileyebilmekte ve genetik, biyolojik ve çevresel etkenlerin bir kombinasyonu sonucu ortaya çıkmaktadır (Craddock & Sklar, 2013). Ancak, her bireyin yaşadığı semptomlar ve atakların sıklığı farklılık gösterebilir.

Hastalığın etkileri bireyin iş, aile ve sosyal hayatında ciddi sorunlara yol açabilir. Bu nedenle, erken teşhis ve etkili tedavi büyük önem taşımaktadır. Bipolar bozukluğun toplumdaki yaygınlığı, bireylerin ve yakınlarının doğru bilgilendirilmesini zorunlu kılmaktadır (Grande et al., 2016). Bu bozukluğun yönetiminde ilaç tedavisi ve psikoterapi bir arada kullanılırken, yaşam tarzı değişikliklerinin de önemi büyüktür. Uyku düzeninin korunması ve stresin yönetilmesi gibi faktörler, atakların kontrol altında tutulmasını sağlar (Miklowitz, 2011). Bu yazıda bipolar bozukluğun nedenleri, belirtileri ve tedavi yöntemleri detaylı şekilde ele alınacaktır.

Bipolar Bozukluğun Nedenleri

Bipolar bozukluğun ortaya çıkmasına neden olan faktörler, biyolojik ve çevresel unsurları içerir:
  • Genetik Yatkınlık: Bipolar bozukluğu olan bireylerin yakın akrabalarında hastalık riskinin daha yüksek olduğu bulunmuştur (Craddock & Sklar, 2013).
  • Beyin Kimyası: Nörotransmitterlerin dengesizliği, özellikle serotonin ve dopamin seviyelerindeki dalgalanmalar, hastalığın gelişiminde rol oynar (Goodwin & Jamison, 2007).
  • Çevresel Stres Faktörleri: Travmalar, yoğun stresli dönemler ve kayıplar, atakları tetikleyebilir (Miklowitz, 2011).
  • Yaşam Tarzı Değişiklikleri: Uyku düzeninin bozulması, madde kullanımı ve ani yaşam olayları hastalığı kötüleştirebilir (Gershon et al., 2018).

Belirtiler ve Türleri

Bipolar bozukluk, hastalığın belirtilerine göre birkaç alt türe ayrılır:
  • Bipolar I Bozukluk: Şiddetli manik ataklar ile majör depresif dönemler görülür.
  • Bipolar II Bozukluk: Hafif manik (hipomani) dönemler ve uzun süreli depresyon atakları içerir.
  • Karma Epizod: Kişi aynı anda hem manik hem de depresif belirtiler gösterebilir (American Psychiatric Association, 2013).

Tedavi ve Başa Çıkma Yöntemleri

Bipolar bozukluğun tedavisi, ilaç ve psikoterapiyi birleştiren çok yönlü bir yaklaşım gerektirir:
  • İlaç Tedavisi: Duygu durum düzenleyiciler (lityum), antidepresanlar ve antipsikotik ilaçlar tedavi sürecinde kullanılır (Geddes & Miklowitz, 2013).
  • Psikoterapi: Bilişsel davranışçı terapi (BDT) ve aile terapisi, hastaların atakları tanımalarına ve yönetmelerine yardımcı olur (Miklowitz, 2011).
  • Yaşam Tarzı Düzenlemeleri:
  1. Uyku düzenine dikkat etmek
  2. Düzenli egzersiz yapmak
  3. Stresle başa çıkma yöntemleri geliştirmek
Bipolar bozukluk, yaşam boyu süren ve bireyin ruh hâlini derinden etkileyen bir hastalıktır. Erken teşhis ve doğru tedavi ile bireyler, hayat kalitelerini koruyarak sosyal ve mesleki işlevlerini sürdürebilirler. İlaç tedavisi, psikoterapi ve destekleyici yaşam tarzı düzenlemeleri, atakların önlenmesinde ve yönetilmesinde önemli bir role sahiptir (Geddes & Miklowitz, 2013). Aynı zamanda, bireyin ve yakın çevresinin hastalık hakkında bilgi sahibi olması, tedavi sürecine uyumu artırır ve hastalık yönetimini kolaylaştırır (Miklowitz, 2011).

Günümüzde bipolar bozukluğa yönelik araştırmalar, biyolojik temelli tedavi yöntemlerini geliştirmeye ve psikososyal desteklerin etkinliğini artırmaya odaklanmaktadır (Grande et al., 2016). Toplumda bu bozukluğa yönelik farkındalık yaratmak, bireylerin damgalanma korkusu olmaksızın yardım almasını teşvik edecektir. Sağlık çalışanlarının, bireylerin ve ailelerinin iş birliği içinde çalışmasıyla, bipolar bozukluğun yönetimi daha etkin hâle gelebilir. Bipolar bozuklukla yaşayan bireyler, doğru destek ve tedavi ile dengeli bir yaşam sürdürebilirler.

Kaynakça
  • American Psychiatric Association. (2013). Diagnostic and Statistical Manual of Mental Disorders (5th ed.). Washington, DC: APA.
  • Craddock, N., & Sklar, P. (2013). Genetics of bipolar disorder. The Lancet, 381(9878), 1654-1662. https://doi.org/10.1016/S0140-6736(13)60855-7
  • Geddes, J. R., & Miklowitz, D. J. (2013). Treatment of bipolar disorder. The Lancet, 381(9878), 1672-1682. https://doi.org/10.1016/S0140-6736(13)60857-0
  • Gershon, A., Johnson, S. L., & Miller, I. (2018). Chronic stressors and trauma: Predictors of mood disorders. Current Opinion in Psychology, 21, 101-105. https://doi.org/10.1016/j.copsyc.2017.10.003
  • Goodwin, F. K., & Jamison, K. R. (2007). Manic-depressive illness: Bipolar disorders and recurrent depression. Oxford University Press.
  • Grande, I., Berk, M., Birmaher, B., & Vieta, E. (2016). Bipolar disorder. The Lancet, 387(10027), 1561-1572. https://doi.org/10.1016/S0140-6736(15)00241-X
  • Miklowitz, D. J. (2011). The bipolar disorder survival guide: What you and your family need to know. Guilford Press.
Devamını Oku
Benlik Durumlarımız ve İlişkilerimize Etkileri
Transaksiyonel Analiz Kuramının temelini oluşturan Benlik  Durumları kavramı, ilk olarak Eric Berne tarafından ortaya atılmıştır. Benlik durumları teorisi aracılığıyla sosyal ilişkileri ve ilişkilerde ortaya çıkan çatışmaları daha iyi anlayabiliriz. Benlik durumu, düşünce ve duygulara bağlı olarak gelişen davranış biçimlerini ifade eder.

Benlik Durumları Nelerdir ve İlişkilerimizi Nasıl Etkiler ?
  1. Ebeveyn Benlik
  2. Çocuk Benlik
  3. Yetişkin Benlik
EBEVEYN  BENLİK DURUMU

Kişiliğin ebeveyn rolüne girerek diğerlerine nasıl davranmaları konusunda akıl ve talimatlar  veren kısmıdır. Nasıl muamele gördüğümüze göre bu figür; eleştirmeci sıkı otoriter kızgın ciddi katı yargılayıcı ya da suçluluk duygusu yükleyen bir ebeveyn olabilir. Ya da eğitici ebeveynlere sahip olma şansımız olduysa ebeveyn ego durumundayken esnek yardımcı iltifat edici işbirliği yapan pozitif teşvik sunan tarzda davranırız.

Ebeveyn; insanın kabaca ilk beş yılı olarak kabul edilen erken yaşlarında sorgulanmadan kabul edilen dayatılmış dış olayların gerçek ebeveyn veya ebeveyn vekillerinin beyindeki kayıtlarının bir kolaksiyonudur.Çocuğun ebeveyninden yaşamı boyunca duyduğu tüm uyarılar kurallar ve kanunlar kaydedilir.Aynı şekilde çocuğun kendini bağımlı hissettiği sorgulayamadığı yada keşfedemediği dış düntyaya ait her veri burada depolanır. Kısaca; ebeveyn egonuz çocukluğunuzda gördüklerinizin bir kopyasıdır.

Çocuk benlik durumu:
Arzular içgüdüler hayaller doğallık yaratıcılık ve hevesin en fazla hakim olduğu kısımdır. Doğal kısımdır ve doğal içgüdülerden sorumludur. Çocuk benlik zarar gördüğü takdirde özgüvensiz utanan korkan zalim ve bencil bir yana sahiptir.Bu durumda çocukken yaptığımız gibi tepki veririz. Hayallere kapılıp gerçekçi davranamayız.Bunlara ek olarak çocuk benlik durumunda iletişimde olduğumuz kişinin mevcut sorumluluğu  tek başına  alması beklentisinde olabiliriz.

Yetişkin benlik durumu:
Yetişkin benlik durumu kişiliğin akılcı gerçekçi yanıdır. Toplumsal kurallarla kişisel ihtiyaçlarımız arasında denge unsurudur. Algılama bellekte depolama veri işleme gibi bilişsel etkinlikler yetişkin benliğin fonksiyonlarıdır. Hız sınırının 120 kilometre olduğu bir otoyolda 250 kilometrelik bir mesafenin en iyi şartlarda 2 saatten erken alınamayacağını hesaplamak ve planlarını buna göre yapmak yetişkin benliğin işlevidir.

Yargılayıcı ya da duygusal olmadan doğru ya da sempatik görünme zorunluluğu hissetmeden aklımızın gereğini yapmak yetişkin benlik sayesinde gerçekleşir.
Çocuk ve yetişkin benlik uyum içinde çalıştığında yaratıcılık en üst seviyeye gelir. Eğitilmemiş bir akıl çocuk benliğin yalın spontanlığıyla tam işlevsellik gösteremez.

Kişilerarası etkileşimde benlik durumlarının rolü:
Sağlıklı bir ruh hali için üç benlik durumu yerine ve zamanına göre kullanılmalıdır. Her insanda ebeveyn yetişkin ve çocuk benlik durumları farklı düzeylerde gelişmiştir. Bazılarında anne baba bazılarında çocuk benlik ağır basabilir. Yetişkin benlik ise her iki benlik durumunu orta noktada buluşturup uzlaştırmak ve koordine etmekte kullanılır.
Örneğin; yol kenarında otomobil yıkadığınızı düşünelim. Arabayı köpükle silerken yoldan geçen biri arka sokakta bir adres soruyor olsun. Şu anda hiç müsait değilim diyerek ilgilenmemeniz çocuk benlik dışa vurumu iken adresi tarif etmeniz yetişkin benlik araba yıkamaya ara vererek kişiyi sorulan adrese kadar götürmeniz anne-baba benlik işlevidir.
Yetişkin benlik iç ve dış uyarıcıları sentezleyerek hangi benlik durumundan nasıl bir yanıt verileceğini ayarlayan bir düzenleyicidir. Her üç benlik durumu da zaman zaman öne çıkabilir. Örneğin o gece sizde kalan 7 yaşındaki yeğeninizin karanlıktan korktuğunu ve yalnız uyuyamadığını fark etiniz. Karanlıktan korkmanın mantıklı olmadığını sizin yan odada bulunduğunuzu belirten bir açıklama yetişkin benlik mesajıdır. Çocuğu sakinleştirmek için tüm gece onun yanında kalmanız anne-baba benlik işlevidir. Bu yaşta karanlıktan korkulur mu sen koca adam oldun gibi bir yaklaşım ise çocuk benlikten kaynaklanır. En doğru yaklaşım ise koruyucu ana baba tavrıyla bir müddet çocuğun yanında kalarak onu sakinleştirmek yetişkin tavrıyla korkusunun gerçekçi olmadığını anlatmak ve gerekirse ışıkları açık bırakarak uyumasını sağlamaktır. Yani sağlıklı bir birey farklı benlik durumlarını ne zaman nasıl ne derece kullanacağını bilmelidir.

Benlik durumları arasındaki sınırlar çok katı ya da çok geçirgen ise sağlıklı bir ruh halinden bahsedilemez. Toplumsal çevreyle ve kendi içinde çatışma yaşanabilir. Anne-baba benlik egemen hale gelirse kişi yargılayıcı otoriter dediğim dedik asık suratlı hoşgörüsüz biri olabilir. Yetişkin benliğin hâkimiyetinde ise bir robot mekanikliğinde mantıklı mizahi yanı olmayan tatsız tuzsuz bir insan ortaya çıkar. Birey sadece çocuk benliğini kullanırsa bencil yalnızca kendiyle ilgilenen toplumsal ve fiziksel gerçeklerden uzak biri haline gelir.İletişim sırasında duruma uygun benlik durumunu kullanmadığımızda iletişim çatışması kaçınılmazdır.
Devamını Oku
Duygusal Özgürleşme Teknikleri EFT
EFT 1980 yılında Klinik Psikolog Dr.Roger Callahan tarafından keşfedilmiştir.Mary adlı bir hastasının su fobisini klasik terapi yöntemleri ile bir buçuk yıl kadar süre tedavi etmeye çalışan Dr. Callahan bir seans esnasında Mary’nin su fobisinden kaynaklanan mide bulantısını iyileştirmek için mideyi etkileyen meridyene göz altı noktasına hafifçe birkaç dakika vuruş yaptığında şaşırtıcı bir şekilde su fobisinin de ortadan kalktığını fark etmiştir. Birlikte yakın bir havuza gidip fobiyi kontrol eden terapist hastasının korkusunun baş ağrısının fobi ile ilgili tüm semptomların kaybolduğunu ve bu semptomların bir daha asla geri gelmediğini gözlemlemiştir. Dr. Roger Callahan bunun üzerine enerji çalışmalarını yoğunlaştırarak kötü anıların duygusal travmaların yarattığı duyguların enerji bedeni üzerinde olumsuz etki oluşturduğunu blokajlara tıkanıklıklara neden olduğunu fark etmiştir.

1990’lı yılların başında Dr Rager Callahan’ın öğrencilerinden mühendis Gary Craig bu yöntemi geliştirip, daha kolay herkesin uygulayabileceği daha pratik hale getirmiştir. "Emotional Freedom Techniques" yani "Duygusal Özgürleşme Tekniği" kısaca EFT adını verdiği bu teknik her sorun için aynı yöntem, aynı vuruş noktaları şeklindedir. Daha pratiktir herkesin uygulayabileceği bir yöntem halini almıştır.

Duygusal Özgürleşme Teknikleri özgün tanımıyla "Emotional Freedom Techniques" (EFT), gerek ağır ruhsal sorunların; gerekse günlük streslerin bağımlılıkların öfke, endişe, acı, üzüntü, suçluluk gibi olumsuz duyguların uyku düzensizlikleri, sınav heyecanı, güvensizlik, yersiz korku gibi problemlerin ortadan kaldırılmasında kullanılan ve kişinin kendi kendine uygulayabileceği bir yöntemdir. Soruna bağlı olarak başarı oranı %85-97 ...

EFT her tür duygusal ve zihinsel sorunun birkaç dakika veya birkaç gün gibi çok kısa bir zaman içinde ortadan kaldırılması için kullanılır parmak uçlarıyla bedendeki bazı akupunktur noktalarına dokunulması yoluyla uygulanan bir enerji çalışmasıdır. Temel prensibi ifade edilmemiş her tür olumsuz duygunun kişinin enerji bedeninde tıkanıklıklar veya aksamalar oluşturması bu nedenle düzgünce akamayan enerjinin zihinsel duygusal ya da bedensel rahatsızlıklara yol açmasıdır. EFT sürecinin gerekleri yerine getirilerek enerji kanallarının uç noktalarına uygulanan hafif vuruşlar ile bu tıkanıklıklar açılır ve enerji dengelenir. Böylece olumsuz duygular ortadan kalkar yerine olumlu düşünce ve inançlar yerleşir. Alınan sonuçlar hızlı ve kalıcıdır.

EFT HANGİ ALANLARDA KULLANILIR ?
  • Fobiler
  • Depresyon
  • Anksiyete (Kaygı)
  • Bağımlılıklar
  • Cinsel Problemler
  • Uyku Problemleri
  • Travma Sonrası Stres Bozuklukları
  • Panik Bozukluk
  • Psikosomatik Ağrılar
Devamını Oku
Hasta Yakını Depresyonu
Hasta yakını olmak, genellikle duygusal ve fiziksel olarak oldukça streslidir. Sevdiğiniz yakınınızın tedavisi ve bakımı için mümkün olanın en iyisini yapma çabası kimi zaman sizin kendi ihtiyaçlarınızın ve hayatınızın önüne geçebilir. Ve buna karşılık üzüntüden öfkeye ya da suçluluk duygusuna kadar birçok çeşitli duygu geliştirebilirsiniz. Bu duygular da kimi zaman hasta yakını depresyonuna neden olabilir.

Hasta yakını depresyonunun belirtileri nelerdir?
Hastanın yakınının yaşayabileceği depresyonun işaretleri şöyledir:
  • Umutsuzluk duygusu
  • Sosyal aktivitelerde bulunma isteğinin kaybı
  • En küçük bir durumda bile sinirlilik
  • Devamlı yaşanan hayal kırıklığı hissi
  • Uykusuzluk ya da aşırı uyuma
  • İştah değişiklikleri – Depresyonda sıklıkla karşılaşılan iştah bozuklukları kilo kaybına neden olur ama aksi şekilde kilo alımı da görülebilir
  • Huzursuzluk – Örneğin; çeşitli takıntıların meydana gelmesi ya da kendine devamlı kendini yoracak işler bulma
  • Yorgunluk ve enerji kaybı – En küçük hareketlerden bile yorgunluk duyma, her şeyi yapmaya karşı hissedilen bir üşengeçlik
  • Değersizlik ya da suçluluk duygusu yaşama – Geçmişteki hataları yeniden düşünme ve bazı şeylerin eksik ve hatalı gittiğine kendini inandırma
  • Ölümü sık düşünme – Bu kimi zaman intihar düşüncesine kadar gidebilir
  • Açıklanamayan fiziksel sorunlar – Sebepsizce meydana gelen ve uzun süreler tekrarlayan bel ve kol benzeri ağrılar.

Eğer hasta yakını depresyonu yaşarsam ne yapabilirim?
Eğer hasta yakını depresyonu yaşadığınızı gösteren belirtileriniz olduğunu düşünüyorsanız mutlaka bir uzmandan destek alın. Bir doktor ya da psikolog ile görüşün. Depresyon dilediğiz zaman ondan kurtulabileceğiniz basit bir sorun değildir. Depresyon tedavi edilmez ise daha çeşitli fiziksel ve ruhsal hastalıklara neden olabilir. Bu da hasta yakınınıza gösterdiğiniz ilgi ve bakımın kalitesini düşürebilir. Fakat depresyon bir uzmana danışıldığı takdirde çoğu zaman ilaç ya da psikolojik danışmanlık hizmeti ile ortadan kaldırılmaktadır.

Hasta yakını depresyonu yaşamamak için nasıl önlemler alabilirim?
Bakıcı depresyonunu önlemek için atabileceğiz adımlar şöyledir:
  • Yardım istemekten çekinmeyin – Hasta yakınınızın bakımı için yardım ve destek istemek için bakımdan bıkana kadar beklemeyin. Kendinizi bu işten sıkılmayacak şekilde bakıma adayın. Diğer aile bireylerini ya da profesyonel yardım veren kuruluşları da işin içine katın ve kendinize kaldırabileceğinizden fazla yük yüklemeyin.
  • Kendi yükümlülükleriniz belirleyin – Hasta yakınınız için neler yapacağınızı ya da neleri yapmakta güçlük çekeceğinizi önceden tespit edin. Neleri yapamayacağınızı önceden düşünüp bilmek karşılaşacağınız durumlar karşısında kendinizi daha az çaresiz hissetmenize yardımcı olur.
  • Diğer ilişkilerinizi unutmayın – Zamanınızın çoğunu hasta yakınınız ile geçirmek sizi sosyal çevrenizden koparabilir. Bir sosyal çevreniz arkadaşlarınız ve dostlarınız olduğunu unutmayın. Sevdiklerinizin yanınızda olduğunu bilmek ve görmek size kendinizi daha güçlü hissettirecek ve size umut verecektir.
  • Kendiniz için zaman ayırın – Dinleneceğiniz ya da eğleneceğiniz aktiviteler içinde yer alın. Sevdiğiniz türde bir film izleyin bir arkadaşınızın doğum günü partisine katılın ya da arkadaşlarınız ile belli geceler rutin görüşmeler organize edin. Spor ya da yoga gibi fiziksel aktiviteler de stresinizi azaltmaya yardımcı olacaktır.
  • Pozitif kalın – Sevdiğiniz birine yardımcı olmak onun hayatında önemli olumlu değişimlere neden olmak size büyük bir manevi olgunluk katacaktır. Depresyonu önlemek için yaptığınız için ne kadar büyük bir iyilik olduğunu düşünüp kendiniz ile gurur duyun.

Unutmayın kendinizi depresyonda hissediyorsanız yardım almaktan kaçınmayın. Bu kendinizi her zamankinden daha iyi hissetmenizi sağlar.
Devamını Oku
Ensest Mitleri
Zor Bir Ailede Büyümek kitabından derlediğimiz toksik anne babalar serisinden Ensest Mitleri ile ilgili bölümü sizlere sunuyoruz:

Ensest hakkında halkı bilinçlendirme çalışmalarına ilk başladığımda ciddi bir dirençle karşılaştım. O kadar çirkin ve tiksindirici bir konuydu ki insanlar varlığını bile kabul etmek istemiyorlardı.Son on yıldır birçok kanıt ve bulgu ışığında hakkında konuşması zor olsa da artık tahammül edilir bir konu haline geldi.Bir yandan da ensesti tam olarak anlamamıza engel olan ensest efsanesi var. Halkın ağızdan ağıza paylaştıkları bilgiler doğrultusunda ensest hakkında birçokbilgi yalan yanlış bir şekilde hafızalarımıza kazınmış adeta ...

Mit: Ensest çok nadir gerçekleşen bir olaydır.
Gerçek: Amerikan Sağlık Bakanlığı ndan elde edilen bilgiler on sekiz yaşın altındaki her on çocuktan birinin güvendiği bir aile ferdi tarafından cinsel istismara uğradığı doğrultusunda.Daha öncesinde ensestin her yüzbin aileden birinin başına geldiği düşünülüyordu.

Mit: Ensest sadece yoksul ve eğitimsiz ailelelerde yada kırsal kesimde vardır.
Gerçek: Ensest acımasızca demokratik bir konsept.Her türlü sosyo ekonomik düzeyde var olabilir.

Mit: Ensesti yapan saldırganlar sosyal ve cinsel sapıklardır.
Gerçek: Tipik bir ensest saldırganı yoktur herkes olabilir.Belirgin bir profilleri yoktur.Hatta çevresinin saygısını kazanmış yetişkin dindar dışarıdan normal görünen kadın ve erkekler de birer ensest saldırganı olabilirler.Profesyonel hayatım boyunca birçok ensest saldırganıyla tanıştım.Aralarında polisler öğretmeneler iş dünyası liderleri sosyal sorumluluk önderleri tuğla ustaları doktorlar alkolikler ve din adamları da vardı.Bir ensest saldırganının profilini ancak psikolojik ögeler belirler. Sosyal kültürel ırksal yada ekonomik özellikler değil.

Mit: Ensest fiziksel mahrumiyetten doğan fiziksel bir reaksiyondur.
Gerçek: Çocujlara cinsel istismar uygulayan saldırganların çoğunun oldukça aktif cinsel hayatları vardır gerek evlilik içi gerek evlilik dışı.Çocuklara yönelmelerinin ana nedeni güç ve kontrol duygularınıtatmin etmek yada sadece çocukların verebildiği karşılıksız sevgiyi elde etmeye çalışmaktır.Saldırganlar bu istek ve arzularını cinsel yolla ifade ediyorsa nedeni cinsel mahrumiyet değildir.

Mit: Çocuklar özellikle de genç kızlar tahrik ederler .Cinsel tacize uğradıkların da onlar da bir parça suçludur.
Gerçek: Çocuklar kendilerine yakın hissettikleri kişilerle tamamen masum bir şekilde duygularını paylaşabilirler.Burada ortamı kontrol altına alma ve itkilerine yenilmeme görevi yüzde yüz yetişkinindir.

Mit: Çocuklar daha çok tanıdıkları değil tanımadıkları kişiler tarafından cinsel istismara uğrarlar.
Gerçek:  Çocukların maruz kaldığı cinsel suçların çoğunluğu ailnin güvenilir fertlerinden biri tarafından işlenmektedir.

Zor Bir Ailede Büyümek – Susan Forward &Craig Buck
Devamını Oku
Her Durumda Yetişkince Davranmak
Çocuğumuza kendini dentleyemediği için sitem mi ediyoruz? Ona soğuk kanlılığın ne demek olduğunu gösterelim! Bazıları kontrolün elinde olduğunu hissetmek için ceza verir. Ancak bu gücünü göstermek değil, karşımızdakinin gücünü elinden almaktır. Çocuğu karşımıza alarak durumu değiştirmek daha zordur. Gerilim anlarındaki davranışlarımız tepkiden başka bir şey değildir. Çocuklarımızın yanında daima düşünüp taşınarak hareket etmek elbette ütopik düşüncedir. Yine de sıkıntılı durum tekrara ettiğinde çocuğumuz istenmeyen bir davranışta ısrarcı olduğunda bir çatışmanın içinden çıkamadığımızda eyleme geçmeden önce bir müddet düşünmek hepimizin yararına olur.

Çocuğumuzla mutlu bir anımızı düşünmek gibi basit bir imajinasyon beynimizi oksitosin ve dopaminle doldurur. Bu hormonlar amigdala ve hipokampüs bölgesini rahatlatır. Böylece savunma mekanizmaları devre dışı kalır ve kontrolümüzü yeniden kazanıp duruma akılcı yaklaşabiliriz bu da eğitici bir davranış biçimi seçmemizi sağlar.

Ne oldu da bu olay bize bu kadar dokundu ?

Önce mevcut duruma bakalım: Kendimizi güçsüz hüsrana uğramış haksızlığa uğramış gibi mi hissediyoruz? Bu duyguyu o an mı yaşıyoruz yoksa bunun dışında da mı stresliyiz?

Gösterdiğimiz tepkinin yoğunluğunu izah edecek hiçbir şey bulamıyorsak bunu geçmişimizde aramalıyız: Bu durum bize neyi hatırlatıyor? Böyle bir durumda kendi ebeveynlerimiz nasıl davranırdı? Ne hissediyorum? Bu duyguyu yaşamamızı bu kadar zor kılan nedir? Ortaya hangi anılar çıkıyor?

İçimizdeki çocuğu iyileştirelim. Duygularını dinleyelim ona şefkat gösterip ihtiyaç duyduğu sevgiyi verelim. Bu aşamadan sonra geçmişi geçmişte bırakıp bugünü yeni bir gözle değerlendirelim ...

Sabrımı Zorluyorsun-İsabella Filliozat

Devamını Oku
Toksik Anne Babalar Kimlerdir
TOKSİK   ANNE BABALAR KİMLERDİR ?

Yetersiz anne-babalar: Sürekli olarak kendi problemlerine odaklanıp çocuklarını kendilerine bakan küçük anne-babalara dönüştürürler.

Kontrolcüler: Çocukların hayatlarına manipülasyon yoluyla suçluluk duygusu yaratarak ve yardım amaçlı da olsa çok fazla komuşarak yön verenler

Alkolikler: Gerçeklerden kaçan düzensiz ruh durumlarıyla boğuşup ezilen bağımlılıkları yüzünden anne-babalık  görevlerini yerine getirmeyenler.

Sözel tacizciler: Çocuklarını sözleriyle döven ;alaylı iğneleyici ve küçümser yorumlar yapan onları devamlı aşağılayarak demoralize eden ve özgüvenlerini çalanlar.

Fiziksel Tacizciler: İçlerindeki derin öfkeyi kontrol edemeyerek kendi davranışlarından çocuklarını sorumlu tutanlar onları suçlayanlar.

Cinsel Tacizciler: Ahlaksızca cinsel tacizde bulunarak çocukların benlik algılarını alt üst edip bu şekilde onlara en büyük zararı verenler.

ÇOCUKLUĞUNUZDA BAŞINIZDAN GEÇENLERDEN SİZ SORUMLU DEĞİLSİNİZ AMA GELECEĞİNİZ İÇİN ŞİMDİ BİRŞEYLER YAPABİLİRSİNİZ !
 
Zor Bir Ailede Büyümek /Susan Forward-Craig Buck
Devamını Oku
Senin İyiliğin İçin
Kontrolcü bir ebeveynle yetişkin çocuğu arasındaki hayali bir konuşmaya kulak misafiri olalım.Böyle bir sohbetin gerçekleşmeyeceğini size garanti edebilirim.Halbuki bu anne ve çocuk gerçek duygu ve düşüncelerini açıkça ifade edebilselerdi birbirlerine şunları söylerlerdi:

Çocuk: Neden böyle davranıyorsun ? Hiçbir yaptığımı beğenmiyorsun. Bana olgun biriymişim gibidavranmayacak mısın hiç ? Doktor olmazsam babam için bir şey fark etmez ki ? Kiminle evlendiğim senin için neden bu kadar önemli ? Beni ne zaman rahat bırakacaksın ? Neden sanki her kararımı sana acı çektirmek için veriyormuşum gibi davranıyorsun ?

Kontrolcü ebeveyn (Anne veya baba ): Benden uzaklaştığın zaman hissettiğim acıyı sana anlatamam.Bana ihtiyaç duymana ihtiyacım var.Seni kaybedebileceğim düşüncesine dayanamam. Sen benim hayatımsın. Hayatında korkunç yanlışlar yapmandan korkuyorum. Sen acı çekersen ben paramparça olurum. Bir anne-baba olarak başarısız olmaktansa ölmeyi tercih ederim.

Aslında kontrol kelimesi kötü bir kelime olmak zorunda değil. Bir anne üç yaşındaki çocuğunun caddeye atlamasını önlemek için elinden tutuyorsa o anneye kontrolcü değil tedbirli anne deriz. Çocuğunun korunma ihtiyacından yola çıkarak gerçekçi bir şekilde ona yol gösteriyor rehberlik ediyor.

Yerinde kontrol 10 yıl sonra çocuk karşıdan karşıya geçmeyi öğrendikten sonra da anne hala elinden tutuyorsa o zaman fazla gereksiz kontrol haline dönüşür. Anne – babaları tarafından denemeye araştırmaya yönetmeye gözlemleyip taklit etmeye denerken yanılmaya ve bu yolla öğrenmeye teşvik edilmeyen çocuklar çoğunlukla kendilerini çaresiz ve yetersiz hissederler.

Evhamlı anne babaların yetiştirdiği çocuklar evhamlı ürkek bireyler olup endişe dolu hayatlarını sürdürürler. Bu yüzden de anne babaları hayatlarını yönetmeye her işlerine karışmaya devam ederler. İhtiyaç duyulmama korkusu kontrolcü anne babaların çocuklarının acizliğini teşvik etmelerine yol açar. Çocukları büyüyüp evden ayrılınca hissedecekleri kaybın önüne geçmeye çalışırlar. 

Kontrolcü anne babaların kimlikleri anne babalık görevleriyle öyle özdeşleşmiştir ki çocuklarının bağımsızlıklarını kazanmalarını bir ihanet terk edilme olarak nitelendirirler. Kontrolcü anne babanın davranışlarını sinsi kılan unsur hareketlerinin dışardan ilgilenme olarak görünebilmesidir. Senin iyiliğin için Senin için yaptım Seni çok sevdiğim için tanımlamaları aslında hep aynı şeyi ifadec ediyor: Seni kaybetmekten korktuğum için bunu yapıyorum ve bu yüzden acı çekmene bile razıyım.
Devamını Oku
Moxo Dikkat Testi
Moxo Dikkat Performans Testi 6-65 yaş arası çocuk genç ve yetişkinler için dikkat zamanlama dürtüsellik ve hiperaktivite düzeylerini ölçmeye yarayan bir değerlendirme aracıdır. Psikiyatristlerin gözlem veya Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu tanısı koyması sürecinde destekleyici bir araç görevi görmektedir. Kişinin testte sunulan görsel ve işitsel çeldiricilerden zihnini uzaklaştırarak dikkatini teste yönlendirmesi gerekmektedir. Test çevrimiçi uygulama ile bilgisayar ortamından yapılarak çocuklarda ortalama 15 yetişkinlerde ise ortalama 18 dakika sürmektedir.

Moxo Dikkat Performans Testi Kimlere Uygulanabilir?

Çocuklarda;
  • Çalışmasına rağmen derslerinde başarılı olamayan
  • Çok hareketli ve sık yaralanan çokça kaybolan
  • Günlük hayatta veya sınavlarda zamanını ayarlamakta zorlanan (Örneğin sürekli geç kalma sınav sorularını yetiştirememe…)
  • Günlük işlerini sıraya koymakta zorlanan
  • Dikkatini sürdürmekte ve toparlamakta zorlanan

Yetişkinlerde
  • Normalden daha sık ev iş ilişki değiştiren kişiler
  • Çabuk unutan ve toplantılarına/sosyalliğine dikkatini vermekte zorlanan
  • Sık sık kazalara maruz kalan
  • İş hayatından veya akademik hayatında beklenen performansı sergileyemeyen
  • Yoğun dikkat gereken işlerde sıkılganlık yaşayan
  • Üniversite sınavı KPSS gibi süreçlere hazırlanırken hangi alanlarda zorlandığını keşfetmek isteyen

Yukarıda bahsedilen belirtileri kendinizde veya çocuğunuzda gözlemliyorsanız Moxo merkezlerinden biri olan kurumumuza başvuru sağlayıp bilgi alabilirsiniz.
Devamını Oku
Sosyal Anksiyete (Kaygı) Nedir
Sosyal anksiyete, çevremizde birçok insanda gördüğümüz bir kaygı bozukluğudur. Sosyal fobi olarak da bilinen bu durum kişinin kendisini sosyal bir ortama girdiğinde o ortamda başka kişiler tarafından yargılanacağını olumsuz bir yorum alacağını ve mahcup olacağı düşüncesi ile sürekli olarak bir kaygı hissetmesidir. Kişi yaşadığı bu yoğun kaygı ile birlikte sosyal ortamlarda zorluk yaşamaya başlar ve bu durum tedavi edilmezse ciddi sorunlara yol açabilir.

Sosyal anksiyete de kişiler sosyal etkileşim ve ortamlardan kaçındığı için; toplum içinde yemek yeme veya telefonla konuşma çok iyi tanımadığı bir kişi ile konuşma ilgi odağı olma partiye/davete katılma genel tuvaletleri kullanma toplantılarda hazırlıksız konuşma veya karşıt fikir belirtme gibi basit olaylar kişi için zorlayıcı olabilir. Kişi yaşadığı bu korkunun yersiz olduğunu ayırt edebilir ama kafasında düşüncelere hâkim olmadığı için bu tarz durumlarla karşılaştığında; kızarma çarpıntı titreme terleme kaslarda gerginlik midede rahatsızlık boğazda kuruma sıcaklık/soğukluk duyguları kafada basınç kekeleme ses titremesi gibi belirtiler hissederler.

Peki ya her çekingen insanın sosyal fobisi mi vardır? 
Hayır! Birçok insan sosyal ortamlarda çekingenlik gösterebilir birçok kişi bir şeylere başlamadan önce ‘acaba insanlar ne düşünür mahcup olur muyum?’ diye düşünür bu düşünce kişiyi aslında motive ederek elinden geleni yapmaya zorlar ve kişi bu durumdan kaçmaz sosyal fobide ise kişi bu durumdan kaçmaya çalışır kaçamadığı durumlarda ise yoğun bir kaygı hisseder.

Sosyal anksiyete neden oluşur?
Sosyal anksiyetenin oluşmasında en temel faktörlerden biri beyindeki kimyasal ve elektriksel bozukluklardır. Seratonin adlı nörotransmitterin beyinde normalden az olması veya serotonin iletiminde bozukluğunun olması sosyal anksiyetedeki önemli bir fizyolojik faktördür. Ayrıca kişi psikolojik olarak altyapısı hazırlanmış ise (ailede sosyal fobi arkadaş çevresinde sosyal fobi) sosyal fobi belirli bir tetikleyici olayla da başlayabilir ve tedavi edilmez ise şiddeti artabilir. Sosyal anksiyete çocukluk çağında genelde aşırı koruyucu ya da ret edici duygusallıktan yoksun katı anne babaya sahip kişilerde ortaya çıkabilir.

Sosyal anksiyete tedavisi olan bir bozukluktur kişinin tedavi olmak istemesi ve hedeflerinin gerçekçi olması en önemli faktörlerdir. Kişinin isteğine ve sosyal anksiyetesinin şiddetine göre psikoterapi süreci ilaç tedavisi ile desteklenebilir. Tedavi süresi ortalama 6-12 ay arasındadır.
Devamını Oku
Her Gün 10 Dakika Meditasyon
HER GÜN 10 DK MEDİTASYON NELERİ DEĞİŞTİREBİLİR?
Meditasyon yapmanın faydalarınıa dair yapılan bilimsel araştırmalar artık insan zihninin kendi kendine 3 bileşeni hayatına dahil ettiğinde kendi yaşamı üzerinde nasıl etkilere sahip olabileceğini bizlere gösteriyor. Bu üç bileşen ( dikkati odaklamak, farkındalık açmak ve nazik bir niyet inşa etmek) meditasyon esnasında tek bir çatı altında birleşiyor diyebiliriz.

Meditasyon yapmak hayatınızda şu noktalarda değişiklik oluşturuyor:
  • Stresi düşürmek
  • Bağışıklık sistemini güçlendirmek
  • Düşüncelerimiz ve duygularımızın daha sağlıklı iletişim kurmasını sağlamak
  • Daha sağlıklı bir kalp ve dolaşım sistemi kurmak iltihaplanmanın düşmesi

Sinir Sistemimiz
Ana hatlarıyla sinir sistemimizin iki farklı aktivasyonu vardır : Biri sempatik sinir sistemi (sıklıkla sinirli gergin ve heyecanlı olmamızı sağlayan sistem) bir diğeri ise parasempatik sinir sistemi (sakin dikkatli anlayışlı olmamızı sağlayan sistem). Meditasyon yapmak parasempatik sinir sistemimizi aktive ettiği için ruh hali olarak daha dingin sakin ve mantıklı olmamızı olanak tanıyor. Sanıldığının aksine sempatik sinir sistemini parasempatik sinir sistemine dönüştürmek için çok uzun süreli meditasyon yapmak gerekmiyor. Günde 10 dakika meditasyon yapmak oldukça yeterli bir süre. Çoğumuz yoğun iş hayatı koşturmalı gündelik rutin içinde değil meditasyon yapmak
planladıklarımızı yapmak için bile fırsat bulamadığımızdan şikayet ediyoruz. Tam da bu noktada üç derin nefes almanın ve gözlerimizle bulunduğumuz ortamı taramanın parasempatik sinir sistemimiziaktive etmenin en basit egzersizlerden biri olduğunu artık biliyoruz.

Duygusal Düzenleme
Meditasyon yaparken zihnimizde gözlemleme ve modifiye etme kanallarını açmış oluyoruz. Etrafımızda ne olup bittiğini gözlemlemek değiştirebileceklerimi fark etme kapısı aralıyor. Dolayısı ile mecbur kalınan bir hayat değil seçilmiş bir hayat yaşama imkanı ile tanışıyoruz. Aynı zamanda gözlemlemek duygularımızı fark etmemizi ve duygusal düzenleme yapmamıza imkan tanıyor. Ek olarak duygusal düzenleme yapan kişilerin odaklanma kapasitindeki artış son zamanlarda bilimsel çalışmaların üzerinde durduğu diğer önemli bir konu. Duygusal ve zihinsel odaklanmayı bedensel farkındalığı da eklediğimiz bir meditasyon uygulaması depresyon anksiyete ve panik bozukluk gibi psikolojik belirtiler de azalma sağlarken gereksiz dikkatinden önüne geçiyor. Meditasyon yapmak için belirli bir zaman oluşturulduktan sonra meditasyona karşı oluşan önyargılardan biri ise uygulamayı yaparken zihnin bir türlü durdurulamayışıdır. Zihni durdurmaya çalışmak zaten boşa bir çabadır ve kabul etmemiz gereken zihnin uçuşan bir sistemi olduğu kimi zaman geçmişe kimi zaman geleceğe gittiğidir. Meditasyon esnasında zihnin uçuştuğu fark ettiğimiz an yapmamız gereken zihni tekrar nazikçe şimdiye ve uygulama yaptığımız ana geri davet etmektir.

Bağışıklık ve Endokrin Sistemleri
Bağışıklık sistemimiz ve Endokrin sistemimiz yaşadığımız stres ve sıkıntılı durumlara karşı verdiğimiz tepkiler konusunda birbirine bağlı çalışırlar. Strese karşı ne kadar uzun süreli bir iyileşme (psikolojik sağlamlık kazanmak) sağlıyorsak bağışıklık ve endokrin sistemimizin taban çizgisine geri dönmesi de o kadar uzun sürüyor. Böylece bu iki sistemde kronik bir aktivasyon yaratmış oluyoruz. Aslında istediğimiz iki sisteminde gerçekten gerektiğinde aktif olmalarını sağlamak. Fakat kronik aktivasyonda olduklarında gerekli gereksiz her durumda çalışıyor olmaları gerçekten ihtiyacımız olduğunda iyileşmenize yardımcı olamıyor olmalarına sebebiyet veriyoruz. İşte tam bu sırada psikolojik sağlamlık için çok önemli bir rol oynuyor ve her gün 10 dakikalık meditasyon psikolojik ve fizyolojik alanlarda olumlu etkileri kendi başımıza oluşturmamıza olanak sağlıyor.
Devamını Oku
Kaygı ve Kaygı İle Baş Etme Yolları
Kaygı,  kişinin hissettiği zorlanma gerilme ve baskı anlamına gelmektedir. Bu anlamda günlük yaşamın doğal akışında hissedilmesi muhtemel duygulardan biridir. Ebeveyn olarak beklentilerinizi karşılarken iş hayatınızda,  aile/akran ilişkilerinizde stres yaşamak normaldir. Bu nedenle kaygı yönetme becerilerine bakmadan önce normal olmayanın kaygıyı yaşamak olması değil, kaygının düzeyi olduğuna değinmek gerekmektedir. Hafif düzeyde kaygı kişiyi motive eder,  harekete geçirir,  enerji verir ve kişinin kendisini geliştirmesine yol açar. Ancak kaygı düzeyinin yüksek olduğu durumlarda kişinin verimliliği düşer odaklanmakta zorlanır hayattan aldığı keyifte azalmalar başlar ve ilişkilerinde sorunlar yaşamasına yol açar. Dolayısıyla önemli olan kaygı hissetmek değil kaygının düzeyinin artması denebilir.

Kaygının varlığı nasıl anlaşılır?
  1. Duygusal Belirtiler: Endişe, sıkıntı hissi, korku duyma, çabuk ürkme kendini yetersiz/değersiz/güvende değilmiş gibi hissetme aşırı alınganlık, sinirlilik hali şeklinde ifade edilebilir.
  2. Düşünsel Belirtiler: Özgüven eksikliği, unutkanlık, karamsarlık, gelecek ile ilgili olumsuz inanışlar zihnin sürekli dolu olması hissi dikkati toparlamakta zorlanma şeklinde ifade edilebilir.
  3. Davranışsal Belirtiler: Kara almakta zorlanma, kekeleme/konuşma zorluğu, aşırı yüksek sesli gülme veya ani sinirlenme nedensiz ağlama sonuçlarını düşünmeden hareket etme diş gıcırdatma, sigara, alkol kullanımında ani artış şeklinde ifade edilebilir.
  4. Bedensel Belirtiler: Aşırı terleme, kalp atım hızında artış, boğaz/ağız kuruluğu, çabuk yorulma, sürekli uyumak isteme, bağırsak problemleri, mide ağrısı/sancısı/bulantısı bedende bir nedene bağlı olmayan ağrılar iştahta değişiklikler şeklinde ifade edilebilir.

Kaygımla nasıl başa çıkabilirim?
  1. Zaman Yönetimi: Kendi kapasitesine ve kişilik özelliklerine uygun zaman yönetme programları geliştirme konusunda başarılı olan kişilerin potansiyellerini açığa çıkarmasının daha muhtemel olduğu bilinmektedir. Bu sebeple zaman yönetimini kişisel ihtiyaçlarımıza göre planlama becerisi kaygı düzeylerimizi dengeleme hususunda oldukça işlevseldir. Örneğin yağmur nedeniyle planlanan yürüyüş yapılamayacaksa odada egzersiz yapmak gibi alternatifleri belirlemek.
  2. Aşırı Genellemeden Kaçınması: Tek bir olaydan hareketle zihnin bütüne yönelik olumsuz çıkarımlar yapması aşırı genelleme olarak ifade edilmektedir. Aşırı genelleme zihnimizin zorluklarla baş etmek için uyguladığı yanlış bir baş etme stratejisidir. Örneğin bu sınavım kötü geçti bu sene sınıfı geçemeyeceğim gibi düşünce stilleridir. Oysa işlevsel düşünce şekli bu sınavım kötü geçti ama diğer sınavlara daha iyi hazırlanabilirim şeklinde olmalıdır.
  3. Kişilerarası İlişkileri Geliştirme: Kaygı yaratan durumlara maruz kaldığımızda sağlıklı ilişkilerin desteğinin süreci desteklediği bilinmektedir. Eğer stresimizin kaynağı kişilerarası bir ilişkiden kaynaklıysa yapıcı tartışma yollarına başvurmak kaygı yönetmemizi kolaylaştırmaktadır.
  4. Sosyal Etkinliklere Katılma: Rutinlerimiz dışında bizi verimli ve başarılı hissettiren aktivitelerden destek almak yeni bir şeyler denemeye çalışmak ve sosyalleşmek kaygıdan uzaklaşmamız için destekleyici olabilmektedir.
  5. Dengeli Beslenme ve Bedensel Aktivite: Çay kahve kakao asitli içecekler gibi bazı besinler uyanıklık ve gerginliği arttıracağı için stresi arttırıcı etkilere sahiptir.  Bedensel aktivite ise tam aksine hem keyif verici olması hem de beyindeki hormonların/enzimlerin salgılanmasını dengelediği için kaygıyı dengeleyici olabilmektedir. Bu nedenle kaygı ile baş etme sürecinde beden sağlığımıza önem vermek önemli faktörlerden biridir.
  6. Zihne Vakit Ayırmak: Duygular bedenimizin en önemli sinyalleridir. İçeride bir sıkıntı olduğunu bize işaret eder. “Neye ihtiyacım var? Nasıl hissediyorum? Ne düşünüyorum? Ne yapmak bana iyi gelebilir?” gibi içsel konuşmalar veya gevşeme egzersizleri gibi destekleyici çalışmalar yapmak kendimizi tanıma ve kaygı yönetme sürecimiz için iyileştirici olabilmektedir.

Kaygımızla başa çıkma sürecinde kişinin bireysel deneyimleri düşünceleri duyguları yaşadığı olayı nasıl yorumladığı ve nasıl yaşadığı oldukça önemlidir. Yukarıda bahsedilen baş etme yollarını denemenize rağmen kaygının duygusal düşünsel davranışsal veya bedensel belirtilerini kendinizde gözlemlemeye devam ediyorsanız veya başa çıkmak güçleşiyorsa bireysel psikolojik danışmanlık sürecinden geçmeniz önerilmektedir.
Devamını Oku
Özgül Öğrenme Güçlüğü Nedir? Erken Tanı ve Müdahale Neden Önemlidir?
Özgül Öğrenme Güçlüğü nedir? Erken tanı ve müdahale neden önemlidir?
Özgül öğrenme bozukluğukişinin almış olduğu eğitime rağmen okuma, yazma ve/veya sayısal becerilerdebeklenenin altında olmasıyla tanımlanmaktadır. Doğum ile başlayan, beynin bazıbölgelerindeki fonksiyonel bozukluklardan kaynaklı gelişimsel bir sorundur.İşitme, görme veya zeka ile bağlantılı olmayan öğrenme zorlukları özgül öğrenme bozukluğu olarak ifade edilmektedir.

Bu tanıya sahip çocuklar genellikle akademik olarak akranlarından daha geride kalarak öğrendiği bilgiyi zihninde organize etme, algılama, bellekte tutma veya yerigelince bilgili işlevsel olarak kullanma hususunda zorlanmalar yaşarlar. Genellikleakademik eğitim sürecinin başlangıcı olan ilkokula başlama ile öğrenmede güçlük yaşandığı fark edilmekte ve tanılanmaktadır. Öğrenme güçlüğü ile baş etmeye çalışan çocuklar okula gitmede isteksizlik, keyifsizlik, arkadaşlık ilişkileri sürdürmede zorlanma, ders yapmak için masaya oturmakta isteksizlik yaşayarakilk belirtilerini göstermektedir.

Öğrenme Güçlüğü alt tiplerinelerdir?
  1. Disleksi: Okuma, konuşma ve okuduğunu anlama bozukluğu
  2. Disgrafi: Yazılı anlatım ya da şekilleri kopyaetmede zorluk
  3. Diskalkuli: Sayısal beceriler ve dört işlemyapmada zorlanma
Erken dönem (okul öncesiyaşlarda) görülebilen belirtileri nelerdir?
  • Renk, sayı,önce-sonra, ön-arka kavramlarını ayırt etmekte zorluk
  • Şekillerinbenzerlik ve farklılıklarını karıştırma
  • Desenleri yada nesneleri sınıflandırmakta, gruplandırmakta zorlanma
  • Dil gelişimindegecikme, kelimeleri doğru telafuz edememe, konuşurken harf atlamaları
  • Düğmeilikleme, ayakkabı bağlama, makas kullanma gibi el-göz koordinasyonu gerektirenbecerilerde zorlanma
  • Çizilenherhangi bir şekli kopya etmekte sıkıntılar
  • İp atlama,bisiklete binme gibi koordinasyon kurmakta güçlük
  • Sözelkomutları karıştırma, kuralları anlamakta zorluk
İlkokul dönemibelirtileri nelerdir?
  • Düzensiz elyazısı veya oldukça yavaş yazma
  • Belliharfleri veya kelimeleri eksik, fazla, yanlış ya da ters yazma
  • Yinelenen yazımkuralları hataları (noktalama işaretlerini yanlış kullanma, küçük-büyük harfyazmada hata)
  • Toplama,çıkartma vb aritmetik sembolleri kavramakta güçlük, dört işlem yapmaktabelirgin zorlanmalar
  • Kelimeler arasıboşluk bırakmama ya da hatalı yerlerde boşluk bırakma
  • Saatkavramını öğrenmede zorluk
  • Yer- yönbecerilerinde sıkıntılar
  • Gün, ay, yılveya bir öykünün başı/sonu gibi zamansal sıralamaları karıştırma
  • Sık eşyakaybetme, düzen sağlamakta zorlanma, aşırı dağınıklık gibi organize olmadagüçlükler
  • Dikkat ve konsantrasyonsorunları
Erken tanı özgül öğrenme güçlüğünde neden önemlidir?
Özellikle okulöncesi dönemlerde fark edilme ihtimali düşük olsa da tanının belirlendiği veuygun eğitim programının tasarlandığı durumlarda öğrenme güçlüğü ile tanılanmaolasılıklarının büyük oranda düştüğü görülmektedir. Okul öncesi yaşlarda farkedilmesi ve her çocuğun gelişimsel ihtiyaçlarına göre planlanan ince motor,kaba motor, dikkat, sosyal becerileri gibi alanların desteklendiği özel eğitimprogramları ile okul yazarlık becerilerine hazırlanması ve akademik anlamdatemel oluşturulması mümkündür. Bu durum çocuğun ilkokul çağlarında zorlanma ihtimaliniazaltacak ve tanı alma olasılığını azaltacaktır.

Elbette bu süreçokul öncesi dönemde fark edilmemesi durumunda asla iyileştirilemez demekdeğildir. Bahsedilen belirtilerin fark edilmesi durumunda ivedilikle değerlendirmelerinyapılması adına bir psikoloğa ya da çocuk psikiyatristine başvurulmalıdır.
Devamını Oku
Depresyon İle Ebeveyn Tutumları ve Tedavi
Depresyon, hayatı tehdit etmekte olup çocukluktan yetişkinliğe kadar her yaştan birçok insanı etkilemektedir. Bulgular anne ve babanın özelliklerinin depresyon, bağımlılıklar, anksiyete bozuklukları gibi farklı ruhsal rahatsızlıklarla ilişkili olduğunu göstermektedir. Ebeveyn tutumlarının çocuğun/ bireyin tüm gelişimsel dönemlerini etkilediğini bilmekteyiz. Ergenlik dönemindeki çocuğun öz saygısının (“kişinin kendi değerini tanıma, anlama ve bu değerini kabul ederek kendisini onurlandırabilme yeteneği”) otoriter ebeveyn yaklaşımında bireyin depresyon yaşamasında ve yaşam doyumunda kısmi rol oynadığı sonuçlarına ulaşılmıştır. Çocuklarını ihmal eden ebeveynlerin çocuklarıyla iletişimi eksik olup duyarsızdırlar. Ebeveyn tutumları yaşam memnuniyetini doğrudan yordamaktadır. Yaşamdan doyum alan gençler hayatlarında daha iyi bir ruh halinde olurlar. Peki yüksek düzeyde kontrol eden ebeveynlere sahip çocukların depresyonla ilişkisinin de olduğunu biliyor muydunuz? Ya da çocuklarına az düzeyde şefkat gösteren ebeveynlerin depresyonu arttırdığını yapılan çalışmalarla kanıtlanmış olduğunu biliyor muydunuz? Çocuğunu kabul eden, verdiği kararlara saygı duyan, destekleyen ebeveynlerin çocuklarının ergenlik döneminde hayattan daha memnun oldukları görülmüştür. Sevgili ebeveynler eğer olumlu tutumlar sergilerseniz yaşamdan doyum alan çocuklarınız olabilir. Çocuklarınızın özerkliğini (“başka bir kişi ya da durumdan bağımsız karar verme, kendi kendini yönetebilme yetisi”) desteklemediğinizde, kısıtladığınızda, otoriter tutumunuzda depresyon seviyeleri yüksek bireyler görmekteyiz. Otoriter ebeveyn tutumlarının depresyonla pozitif ilişkisi vardır. Siz de kendi ebeveynliğinizi ya da kendi anne-babanızın size olan tutumlarını düşünebilirsiniz. Eğer bu yazıyı okuyorsan ve depresif, bir süredir kendini mutsuz hissediyorsan terapide bunları da çalışmak için burada olduğumuzu bilmenizi isterim.

Peki kısaca depresyon nasıl tedavi edilir?

İlk önce depresyon belirtilerine ve depresyonun düzeyine bakmak önem taşımaktadır. Terapist, depresyon belirtilerini göz önünde bulundurarak bazen de ilgili testleri uygulayarak yönlendirmeler yapar. Eğer depresyon ağır düzeyde seyrediyorsa terapi ile birlikte psikiyatristten destek almak gerekebilir. Terapilere devam ederken doktorun muayenesinden sonra danışan ilaç kullanabilir. Çalışmalar Bilişsel Davranışçı Terapi ekolünün depresyon, yaygın anksiyete bozukluğu, obsesif kompulsif bozukluk, panik bozukluk, özgül fobiler gibi rahatsızlıkları %80 oranında tedavi ettiği bilinmektedir. Profesyonel destek almak yaşamınızdaki memnuniyeti arttırır. Kendinizi ihmal etmeyin.

Acun-Kapikiran, N., Körükçü, Ö., & Kapikiran, S. (2014). The relation of parental attitudes to life satisfaction and depression in early adolescents: The mediating role of self-esteem. Educational Sciences: Theory and Practice, 14(4), 1246-1252.

Gerlsma, C., Emmelkamp, P. M., & Arrindell, W. A. (1990). Anxiety, depression, and perception of early parenting: A meta-analysis. Clinical Psychology Review, 10(3), 251-277.
Devamını Oku
Panik Atakla Baş Etme Yolları
Panik ataklarla başa çıkmak zor olabilir, ancak bazı teknikler ve stratejiler atakların yoğunluğunu azaltmaya ve kontrol sağlamaya yardımcı olabilir. İşte panik atakla baş etmenin bazı yolları:

1. Nefes Egzersizleri Yapın
Panik atak sırasında, nefes alışverişiniz hızlanabilir ve bu da kaygıyı daha da arttırabilir. Yavaş ve derin nefes almak, vücudunuzu sakinleştirir ve panik atağın yoğunluğunu azaltabilir.

Aşağıdaki nefes tekniğini deneyebilirsiniz:
  • Burnunuzdan yavaşça nefes alın ve dört saniye boyunca nefesinizi tutun.
  • Ardından, nefesinizi sekiz saniye boyunca ağızdan yavaşça verin.
  • Bu egzersizi birkaç dakika boyunca tekrarlayın.
2. Düşüncelerinizi Yeniden Yönlendirin
Panik atak sırasında, genellikle tehlikeli durumlar hakkında düşünceler zihnimizde dolaşır. “Ölüyorum” veya “Kalp krizi geçiriyorum” gibi düşünceler oluşabilir. Bu tür düşünceleri yakalamaya ve onların mantıklı olup olmadığını sorgulamaya çalışın. Kendinize, bu durumun geçici olduğunu ve tehlikede olmadığınızı hatırlatın.

3. Farkındalık Tekniklerini Kullanın
Farkındalık (mindfulness), anda kalmanıza yardımcı olarak panik atak sırasında kaygıyı azaltabilir. Çevrenizdeki ayrıntılara odaklanın: Etrafınızdaki sesler, gördüğünüz renkler veya nesneler gibi. Duyularınıza odaklanarak, düşüncelerinizi mevcut ana yönlendirin.

4. Kaslarınızı Gevşetin
Panik atak sırasında vücut genellikle gerginleşir. Kas gevşetme egzersizleri ile bu gerginliği azaltabilirsiniz. Ayak parmaklarınızdan başlayarak kaslarınızı sıkarak birkaç saniye tutun ve ardından gevşetin. Bunu vücudunuzun diğer bölgelerine de uygulayın.

5. Güvenli Bir Alan Yaratın
Yanınızda sizi rahatlatan ve güvende hissettiren bir nesne taşıyın. Bu bir fotoğraf, küçük bir oyuncak ya da bir hatıra olabilir. Ayrıca, zihninizde güvenli ve sakin bir yer hayal ederek orada olduğunuzu düşünebilirsiniz. Bu tür yöntemler, panik atak sırasında kendinizi daha güvende hissetmenize yardımcı olabilir.

6. Kendinize Zaman Tanıyın
Panik ataklar yorucu olabilir ve atak sonrasında toparlanmak için kendinize zaman vermeniz önemlidir. Atağın hemen ardından kendinizi zorlamayın. Rahatlatıcı bir aktivite yaparak gevşeyin, meditasyon veya hafif bir yürüyüş yapmayı deneyin.

7. Sağlıklı Yaşam Tarzı Alışkanlıkları Edinin
Düzenli uyku, dengeli beslenme ve fiziksel aktivite, ruh sağlığınızı olumlu yönde etkileyebilir. Kafein ve alkol gibi maddeler panik atakları tetikleyebilir, bu yüzden bunlardan uzak durmak faydalı olabilir.

8. Destek Almayı Düşünün
Panik ataklar tekrarlıyorsa veya hayatınızı olumsuz etkiliyorsa, bir uzmandan yardım almak faydalı olabilir. Bir terapist, panik ataklarla başa çıkmanıza yönelik stratejiler geliştirmekte size rehberlik edebilir. Bilişsel davranışçı terapi gibi yöntemler, panik atakların tedavisinde etkili sonuçlar verebilir.

Unutmayın, Yalnız Değilsiniz!

Panik ataklar, birçok insanın yaşadığı ve başa çıkılabilir bir durumdur. Eğer siz de panik ataklar yaşıyorsanız, bu durumu kontrol altına almanın mümkün olduğunu bilmelisiniz. Yardım almak için adım atmak, sağlıklı ve dengeli bir yaşam sürdürmek adına atılmış en önemli adımlardan biridir.

Eğer siz veya sevdikleriniz panik atak belirtileri yaşıyorsanız, uzman ekibimizle iletişime geçmekten çekinmeyin. Biz buradayız, size destek olmak için hazırız.
Devamını Oku
Panik Atak Nedir Nedenleri ve Belirtileri
Panik ataklar, vücudun olağan tehdit yanıtının aşırı şekilde tetiklenmesiyle genellikle aniden başlayan ve şiddetli korku, endişe veya rahatsızlık hissi ile kendini gösteren bir durumdur. Bu ataklar, genellikle birkaç dakika içinde zirveye ulaşır ve yaklaşık 10-30 dakika sürebilir. Panik atak sırasında kişi, bedensel belirtiler nedeniyle ölüm korkusu veya kontrolü kaybetme hissi yaşayabilir. Birçok kişi, ilk kez panik atak yaşadığında kalp krizi geçirdiğini düşünerek hastaneye başvurur.

Panik Atağın Belirtileri Nelerdir?
Panik atağın belirtileri kişiden kişiye değişebilir, ancak yaygın belirtiler şunlardır:

  • Kalp Çarpıntısı: Göğüste çarpıntı ya da kalbin hızla atması hissi.
  • Nefes Darlığı: Hava açlığı ya da boğulma hissi.
  • Terleme: Genellikle avuç içlerinde ya da tüm vücutta yoğun terleme.
  • Titreme: Vücudun farklı bölgelerinde titreme ya da sarsılma.
  • Göğüs Ağrısı: Göğüste basınç hissi veya ağrı, bu da kalp krizi korkusuna yol açabilir.
  • Mide Bulantısı: Mide bulantısı veya karın ağrısı.
  • Baş Dönmesi: Baş dönmesi, sersemlik veya bayılacak gibi hissetme.
  • Soğuk ya da Sıcak Basması: Vücutta ani sıcaklık değişimleri.
  • Kontrolü Kaybetme Korkusu: Kişinin kontrolü kaybedeceği veya çıldıracağı hissi.
  • Ölüm Korkusu: Yoğun bir ölüm korkusu.
Bu belirtiler, kişinin panik atağın ortasında büyük bir tehlike altında olduğunu hissetmesine neden olabilir. Ancak, bu tepkilerin fiziksel bir tehditten kaynaklanmadığını unutmamak önemlidir.

Panik Atağın Nedenleri Nelerdir?
Panik atağın kesin nedenleri tam olarak bilinmese de, birçok faktörün bu durumu tetikleyebileceği düşünülmektedir. Bunlar arasında:
  • Genetik Yatkınlık: Ailede panik atak veya panik bozukluk öyküsü olan kişilerde panik atak geliştirme riski daha yüksek olabilir.
  • Beyin Kimyası: Beyindeki kimyasal dengesizliklerin, özellikle serotonin gibi nörotransmitterlerin panik ataklarla ilişkili olabileceği düşünülmektedir.
  • Yoğun Stres ve Travmalar: Büyük bir stres kaynağı ya da travmatik bir olay panik atağın tetiklenmesine neden olabilir.
  • Fobiler: Bazı durumlar veya nesneler (örneğin kalabalık yerler, kapalı alanlar) panik atakları tetikleyebilir.
  • Sağlık Sorunları: Bazı fiziksel sağlık sorunları (örneğin kalp problemleri veya hipertiroidizm), panik atak belirtilerine benzer semptomlara neden olabilir.
  • Madde Kullanımı: Alkol, kafein veya bazı ilaçların kullanımı panik atakları tetikleyebilir.
Devamını Oku
Panik Ataklar Nasıl Oluşur
 Panik atak, beyinde “savaş ya da kaç” tepkisinin gereğinden fazla aktif hale gelmesi sonucu oluşur. Bu, beynin tehdit olarak algıladığı bir duruma karşı vücudun aşırı tepki vermesiyle meydana gelir. Panik atak sırasında vücutta gerçekleşen fiziksel ve psikolojik değişimlerin temel nedeni, vücudun kendisini acil bir duruma hazırlamak için hızla harekete geçmesidir. İşte panik atağın nasıl oluştuğuna dair süreç:

1. Tetikleyici Unsurlar
Panik atak, bazen belirli bir tetikleyici unsurla ortaya çıkar. Bu tetikleyici bir olay, düşünce, yer veya durum olabilir. Örneğin, kalabalık bir ortam, kapalı bir alan veya yüksek bir yer, panik atak tetikleyicisi olabilir. Ancak, bazen panik atak herhangi bir belirgin tetikleyici olmadan da aniden ortaya çıkabilir.

2. Tehdit Algısı
Beyin, tetikleyiciyi veya durumu tehdit olarak algılar. Bu durum, beynin tehlike anlarında otomatik olarak devreye soktuğu “savaş ya da kaç” yanıtını başlatır. Beynin “amigdala” adı verilen bölgesi, korku ve endişeyle ilgili duyguları yönetir. Tehdit algısı oluştuğunda, amigdala vücudu alarma geçirir.

3. Adrenalin Salgısı
Beyin, tehdit algısına karşı hızlı bir yanıt vermek için böbreküstü bezlerinden adrenalin salgılar. Adrenalin, vücudu acil bir duruma hazırlayan bir hormondur ve kalp atış hızını artırarak kanın vücutta daha hızlı dolaşmasını sağlar. Bu, kaslara daha fazla oksijen gitmesine ve kişinin kaçması veya savaşması için enerji kazanmasına yardımcı olur.

4. Fiziksel Belirtiler
Adrenalin salınımı sonucunda vücutta birçok fiziksel belirti meydana gelir. Kalp çarpıntısı, terleme, titreme, nefes darlığı ve göğüs ağrısı gibi belirtiler hızla ortaya çıkar. Bu fiziksel belirtiler kişinin kendini daha da endişeli ve kontrolsüz hissetmesine neden olur. Vücutta bu tür değişiklikler, panik atak sırasında yaşanan korku hissini daha da artırabilir.

5. Duygusal Tepkiler
Fiziksel belirtilerle birlikte kişinin duygusal tepkileri de artar. Panik atak sırasında kişi, ölüm korkusu, çıldırma hissi veya kontrolü kaybetme gibi yoğun duygular yaşayabilir. Bu duygular, fiziksel belirtilerle birleşerek panik atağın daha da yoğunlaşmasına yol açar.

 

6. Tehlike Algısının Pekişmesi
Panik atak sırasında yaşanan fiziksel belirtiler ve duygusal tepkiler, beynin tehdit algısını daha da pekiştirir. Bu da kişinin atağı daha da yoğun yaşamasına ve belirtilerin sürekliliğine yol açar. Bazı insanlar için bu süreç, panik atakların tekrar tekrar yaşanmasına neden olabilir. Zamanla, belirli durumlar veya yerler panik atakları tetikleyen unsurlar haline gelebilir ve kişi bu durumlardan kaçınmaya çalışabilir.

7. Panik Bozukluk Gelişimi
Tekrarlayan panik ataklar sonucunda, kişi panik bozukluk geliştirebilir. Panik bozukluk, panik atakların süreklilik kazanması ve kişinin ataklardan kaçınmak için günlük yaşamını kısıtlamasıyla karakterizedir. Panik bozukluk, kişinin yaşam kalitesini ciddi şekilde etkileyebilir ve tedavi edilmediği takdirde uzun vadeli zorluklara yol açabilir.

 Panik ataklar, vücudun olağan tehdit yanıtının aşırı şekilde tetiklenmesiyle oluşur. Bu durum, tedavi edilebilir ve yönetilebilir bir durumdur. Panik atak yaşıyorsanız, bir uzmandan yardım alarak bu süreci daha iyi anlamak ve başa çıkma stratejileri öğrenmek çok faydalı olabilir.
Devamını Oku
Depresyonla Başa Çıkmak
Depresyonla başa çıkmak, zaman ve sabır gerektiren bir süreçtir. Ancak doğru stratejiler ve destekle, depresyonun etkilerini hafifletmek ve iyileşme sürecine girmek mümkündür. İşte depresyonla başa çıkmanıza yardımcı olabilecek bazı yöntemler:

1. Profesyonel Destek Alın
Depresyonu tek başınıza yenmeye çalışmak zorlayıcı olabilir. Psikoterapi, özellikle bilişsel davranışçı terapi (BDT), depresyon belirtilerini yönetmede oldukça etkilidir. Terapi sürecinde düşünce kalıplarınızı ve duygusal tepkilerinizi daha iyi anlayabilir, başa çıkma becerileri geliştirebilirsiniz. Depresyon tedavisinde, gerekiyorsa, doktorun önereceği antidepresan ilaçlar da tedavi sürecine katkıda bulunabilir.

2. Sosyal Destek Alın
Aile ve arkadaşlarınızla bağlantıda kalmak, destek almak için önemli bir adımdır. Güvendiğiniz kişilerle yaşadığınız zorlukları paylaşmak, yalnızlık duygusunu hafifletebilir ve başkalarının desteğini hissetmek moralinizi yükseltebilir.

3. Düzenli Fiziksel Aktivite Yapın
Egzersiz yapmak, beyindeki serotonin ve endorfin gibi ruh halini düzenleyen kimyasalların salgılanmasını artırır. Düzenli yürüyüşler, yoga veya diğer fiziksel aktiviteler, depresyon belirtilerini azaltmada yardımcı olabilir. Günde 30 dakika egzersiz yapmak bile olumlu etkiler yaratabilir.

4. Sağlıklı Beslenin
Sağlıklı beslenme, hem fiziksel hem de zihinsel sağlığınız için önemlidir. Omega-3 yağ asitleri, B vitamini ve magnezyum gibi besinler, depresyon belirtilerini hafifletmeye yardımcı olabilir. Dengeli bir diyet, enerji seviyenizi artırabilir ve ruh halinizi iyileştirebilir.

5. Uyku Düzeninizi Sağlayın
Uyku, depresyonla başa çıkmada önemli bir rol oynar. Yeterli uyku almak, duygusal dengenizi korumanıza yardımcı olabilir. Her gün aynı saatte yatmaya ve uyanmaya özen gösterin, uyumadan önce ekranlardan uzak durun ve uykuya dalmanızı kolaylaştıracak rahatlatıcı bir uyku rutini oluşturun.

6. Olumsuz Düşünceleri Fark Edin ve Yeniden Çerçeveleyin
Depresyon sırasında olumsuz düşünceler daha sık ve güçlü bir şekilde ortaya çıkabilir. Kendinizi değersiz veya umutsuz hissettiğinizde, bu düşüncelerin farkına varmaya çalışın. Düşüncelerinizin gerçekçi olup olmadığını sorgulayın ve daha olumlu veya tarafsız bir bakış açısı geliştirin.

7. Kendinize Küçük Hedefler Koyun
Depresyon sırasında büyük hedefler belirlemek zor olabilir. Bunun yerine, kendinize küçük ve ulaşılabilir hedefler koyarak, her gün bu hedeflere ulaşmak için adımlar atın. Bu, başarı duygusunu güçlendirebilir ve kendinize olan güveninizi artırabilir.

8. Gevşeme Tekniklerini Deneyin
Nefes egzersizleri, meditasyon ve farkındalık çalışmaları, stres seviyenizi azaltabilir ve sakinleşmenize yardımcı olabilir. Özellikle farkındalık meditasyonu, anda kalmanızı ve olumsuz düşüncelerden uzaklaşmanızı sağlayabilir.

9. Alkol ve Maddelerden Uzak Durun
Alkol ve uyuşturucu maddeler, depresyon belirtilerini geçici olarak hafifletiyor gibi görünse de uzun vadede belirtileri şiddetlendirebilir. Sağlıklı başa çıkma yöntemlerine odaklanarak bu maddelerden uzak durmak, iyileşme sürecini destekler.

10. Sabırlı Olun ve Kendinize Şefkat Gösterin
Depresyonla başa çıkmak zaman alabilir ve inişli çıkışlı bir süreç olabilir. Kendinize karşı nazik olun ve küçük adımlarla ilerlediğinizde kendinizi takdir edin. İyileşme sürecinde inişler ve çıkışlar olabilir, ancak her bir adım sizi hedefinize daha da yakınlaştırır.

Depresyonla başa çıkmak için bireysel bir yol haritası oluşturmak ve gerektiğinde bir uzmandan yardım almak önemlidir. Profesyonel destek, sosyal ilişkiler ve sağlıklı yaşam alışkanlıkları, iyileşme sürecinizi olumlu yönde etkileyebilir. Unutmayın, bu süreçte yalnız değilsiniz ve destek almak iyileşme yolunda önemli bir adımdır.

Devamını Oku
Depresyon Nedir Nedenleri ve Belirtileri
Depresyon, yaygın bir ruh sağlığı sorunu olup, kişinin sürekli olarak üzgün, umutsuz ve değersiz hissetmesine neden olan bir duygu durum bozukluğudur. Kısa süreli moral bozukluklarından farklı olarak depresyon, günlük yaşamı etkileyen, kalıcı bir duygu durum değişikliği yaratır. Depresyon, bireyin iş, okul ve sosyal hayatını zorlaştırabilir ve yaşam kalitesini önemli ölçüde düşürebilir.


Depresyon Nedenleri

Depresyon, birçok farklı faktörün birleşimiyle ortaya çıkabilen karmaşık bir durumdur. Tek bir neden yoktur; genetik, biyolojik, çevresel ve psikolojik faktörlerin etkileşimi depresyon riskini artırabilir. İşte depresyonun başlıca nedenleri:

1. Genetik Faktörler
Depresyon, ailedeki genetik yatkınlıkla bağlantılı olabilir. Ailesinde depresyon öyküsü olan bireylerin, bu durumu yaşama olasılığı daha yüksek olabilir. Ancak, genetik yatkınlık depresyonun kesin nedeni değildir; çevresel ve diğer faktörlerin de etkisi vardır.

2. Beyin Kimyasındaki Dengesizlikler
Beyindeki nörotransmitterlerin (serotonin, dopamin, norepinefrin gibi) dengesizlikleri depresyon gelişiminde rol oynayabilir. Bu kimyasallar, ruh hali, enerji seviyesi ve düşünce süreçlerini etkiler. Beyin kimyasında oluşan bir dengesizlik, depresyonun biyolojik temellerinden biri olarak kabul edilir.

3. Hormonal Değişiklikler
Hormonal dalgalanmalar da depresyon riskini artırabilir. Özellikle menopoz, hamilelik, doğum sonrası dönem (postpartum depresyon) ve tiroid problemleri gibi hormonal değişiklikler, depresyon belirtilerine neden olabilir.

4. Stres ve Travmalar
Şiddetli stres, kayıp, taciz, istismar, ciddi hastalıklar veya travmatik olaylar depresyon riskini artırabilir. Özellikle çocukluk döneminde yaşanan travmalar, bireyin depresyon geliştirme olasılığını artırabilir. Stresli yaşam olayları, kişinin duygusal dayanıklılığını zorlayarak depresyonu tetikleyebilir.

5. Kişilik Özellikleri
Bazı kişilik özellikleri, depresyona yatkınlığı artırabilir. Özellikle düşük özsaygıya sahip, aşırı bağımlı, kendini eleştiren veya olumsuz düşünme eğiliminde olan bireylerin depresyon riski daha yüksek olabilir.

6. Kronik Hastalıklar ve Tıbbi Durumlar
Kronik hastalıklar (örneğin, kanser, kalp hastalıkları, diyabet), depresyon riskini artırabilir. Bu hastalıklarla mücadele etmek hem fiziksel hem de zihinsel olarak zorlayıcı olabilir. Ayrıca, Parkinson hastalığı, Alzheimer ve multipl skleroz gibi bazı nörolojik hastalıklar da depresyon belirtilerine yol açabilir.

7. Madde Kullanımı ve Alkol
Alkol ve bazı uyuşturucu maddelerin kullanımı, depresyon belirtilerini tetikleyebilir veya şiddetlendirebilir. Uzun süreli alkol veya madde bağımlılığı, beyindeki kimyasal dengeleri bozarak depresyon riskini artırır.

8. İlaç Yan Etkileri
Bazı ilaçlar, depresyon belirtilerine yol açabilir. Örneğin, bazı tansiyon ilaçları, uyku ilaçları veya hormonal ilaçların yan etkileri depresyon belirtilerini tetikleyebilir. İlaç kullanımı sırasında depresyon belirtileri yaşarsanız, doktorunuza danışmanız önemlidir.

9. Yalnızlık ve Sosyal İzolasyon
Sosyal bağlantılardan yoksun olmak, depresyon riskini artırabilir. İnsanlar, sosyal destek ve yakın ilişkiler yoluyla duygusal sağlığı koruma eğilimindedir.


Depresyon Belirtileri

Depresyon belirtileri, her bireyde farklı şekillerde ortaya çıkabilir ve genellikle iki haftadan uzun süren bir süreç içinde görülür. En yaygın depresyon belirtileri şunlardır:

1. Sürekli Üzgün Hissetme
Kişi, sürekli olarak üzgün, boşlukta veya umutsuz hisseder. Bu durum, gün boyunca devam eder ve günlük aktivitelere karşı ilgi kaybına yol açar.

2. İlgisizlik ve Zevk Alamama
Depresyon yaşayan bireyler, eskiden keyif aldıkları aktivitelere karşı ilgilerini kaybederler. Bu durum, iş, okul veya hobiler gibi her türlü aktiviteye karşı ilgisizliğe neden olabilir.

3. Yorgunluk ve Enerji Kaybı
Depresyon, sürekli yorgun ve bitkin hissetmeye yol açabilir. Kişi, basit günlük aktiviteler için bile enerjisi olmadığını düşünebilir.

4. Uyku Bozuklukları
Depresyon, uyku düzenini de olumsuz etkiler. Bazı bireyler uykusuzluk (insomnia) yaşarken, bazıları ise aşırı uyuma eğilimi gösterir.

5. İştah ve Kilo Değişiklikleri
Kişinin iştahı azalabilir veya artabilir. Bu durum, kilo kaybı veya kilo alımına yol açabilir. Depresyon sürecinde bireylerin çoğu, sağlıklı beslenme alışkanlıklarını sürdürmekte zorlanır.

6. Konsantrasyon Güçlüğü ve Kararsızlık
Depresyon, odaklanmayı zorlaştırabilir ve kişinin dikkatini toplamakta güçlük çekmesine neden olabilir. Aynı zamanda, karar vermede zorlanma ve kararsızlık da yaygındır.

7. Değersizlik ve Suçluluk Duyguları
Kişi, kendini değersiz hissedebilir ve geçmiş olaylar veya hatalar için kendini suçlayabilir. Bu tür olumsuz düşünceler, depresyonun şiddetini artırabilir.

8. Fiziksel Belirtiler
Depresyon, baş ağrısı, mide sorunları veya kas ağrıları gibi fiziksel belirtilere de yol açabilir. Bu belirtiler, tıbbi bir neden bulunmayan durumlarda bile depresyon kaynaklı olabilir.

9. İntihar Düşünceleri
Depresyonun en ciddi belirtilerinden biri, ölüm veya intihar düşünceleridir. Eğer kişi, bu tür düşünceler yaşıyorsa, acil olarak profesyonel yardım alması önemlidir.
Devamını Oku
Madde Bağımlılığı ve Stigmatizasyon (Damgalama)
Madde bağımlılığı ve stigmatizasyon (damgalama) arasındaki ilişki, bağımlı bireylerin kişiler arası ilişkilerinde ve tedavi süreçleri üzerinde önemli etkiler yaratmaktadır. Bu ilişkiyi anlamak için bazı önemli noktalar:

Stigmatizasyon Nedir?

Stigmatizasyon, bir bireyin veya grubun toplum tarafından olumsuz bir şekilde etiketlenmesini, dışlanmasını ve ayrımcılığa uğramasını içerir. Bu etiketleme, genellikle yanlış anlamalar ve ön yargılar sonucu ortaya çıkar. Bağımlılığın bir hastalık olduğu gerçeğinin yeterince anlaşılamaması, madde bağımlılığının sıklıkla ahlaki bir zayıflık veya irade, kontrol ve karakter güçsüzlüğü olarak görülmesine yol açar. Bu durum ise ön yargılar ve etiketleme ile sonuçlanır. Stigmatizasyonun madde kullanım bozukluğu olan insanların üzerinde oluşturduğu kronik ve çok kapsamlı etkiler şu şekilde sıralanabilir:

•⁠  ⁠Sosyal İzolasyon: Bireyin sosyal ilişkilerden ve toplumsal etkileşimlerden uzaklaşması durumunu ifade eder. Bu durum, yalnızlık hissine ve duygusal zorluklara yol açabilir. 
•⁠  ⁠Tedaviye Erişim: Damgalanma ve ayrımcılığa maruz kalma endişesi ile bireyler bu sorunu ifade etmekte zorlanabilirler ve durum kişinin tedavi arayışını engeller. 
•⁠  ⁠Duygusal ve Psikolojik Etkiler: Bireyin öz saygısında düşüşe ve kaygı, depresyon gibi psikolojik belirtileri tetikleyebilir. 
•⁠  ⁠Ayrıca, birey kendine yönelik bu olumsuz etiketleri içselleştirebilir.  Bireyde öfke, umutsuzluk veya suçluluk gibi olumsuz duyguları tetikleyen ve kendini damgalamak olarak bilinen bu durum tedaviye başvuruyu geciktirebilir ve böylelikle psikolojik sorunların sürmesine yol açar. 

Stigmayı Azaltmaya Yönelik Yöntemler:

1.⁠ ⁠Eğitim: Toplumda madde bağımlılığı ile ilgili doğru bilgi vermek yanlış anlamaları engelleyebilir. Eğitim programları bağımlılığın bir hastalık olarak anlaşılmasına yardımcı olabilir.
2.⁠ ⁠Destek Grupları: Bağımlı bireylerin deneyimlerini paylaşabileceği destek grupları damgalamayı azaltabilir ve sosyal bağları güçlendirebilir.
3.⁠ ⁠Empati ve Anlayış: Toplumda empati oluşturarak bağımlı bireylere karşı daha anlayışlı bir yaklaşım geliştirmek önemlidir.

Madde bağımlılığı ve stigma kavramları birbirini besleyen karmaşık bir ilişki içindedir. Stigmanın azaltılmasıyla bağımlı bireylerin tedaviye erişimi kolaylaşır ve sosyal entegrasyonları desteklenmiş olur. Bu nedenle, toplumun bağımlılıkla ilgili doğru bilgilendirilmesi ve empati, bağımlılık tedavilerinde kuşkusuz kritik bir öneme sahiptir.


KAYNAKLAR: 
American Psychiatric Association (APA). Diagnostic and Statistical Manuel of Mental Disorders (5th Ed). Washington DC: APA; 2013.
Dinç, M., Şimşek, G. M., Işık, A., Ögel, K. (2019). Yedam Madde Bağımlılığı Stigmatizasyon Ölçeği. Kıbrıs Türk Psikiyatri ve Psikoloji Dergisi, 1(Özel Sayı 1), 9-11. https://doi.org/10.35365/ctjpp.19.special1.2
Devamını Oku
Madde Bağımlılığı Nedir
Bağımlılık karmaşık ve çok boyutlu bir hastalık olarak kabul edilmektedir. Bağımlılık geliştirici özelliği olan uyaranlara tekrarlı maruz kalma sonucunda bağımlılık gelişmektedir. Tekrarlı kullanım sonucu beynin ödül mekanizması aktive olur ve bu sistem bireye zevk, ödül ve motivasyon sağlayan dopamin salınımıyla ilişkilidir. Madde bağımlılığında önemli olan noktalar şu şekildedir:
  1. Tolerans gelişimi: Tekrarlı kullanım sonucu madde etkisinin zamanla azalması ve bireyin maddeden istenen etkiyi elde etmesi amacıyla madde alınımını artırması.
  2. Yoksunluk sendromu: Madde alımının azalması veya kesilmesi sonucunda kullanılan maddeye özgü yoksunluk belirtilerinin yaşanması.
  3. Madde kullanımının amaçlanandan daha uzun süre ve daha fazla miktarda olması. 
  4. Başarısız bırakma girişimlerinin varlığı.
  5. Maddeyi temin etme, maddeyi kullanma, maddenin oluşturduğu etkileri deneyimleme ve bu etkilerin sonlanmasını sağlama gibi madde ile ilgili etkinliklere ayrılan zamanın çok olması.
  6. Sosyal, mesleki ve/veya akademik alanlarda sorumluluklarının yerine getirilememesi sonucunda işlevselliğin bozulması. 
  7. Birçok alanda yaşanan işlevsellik kaybına rağmen madde kullanımını sürdürme.
Bağımlılıkta unutulmaması gereken önemli nokta, bağımlılığın bir kısır döngü olmasıdır. Birey, maddeye büyük bir merak duymakla beraber aynı zamanda maddenin ortaya çıkaracağı etkilerden de korkabilmektedir. Ancak merakın korkuya baskın geldiği durumlarda kişi “bir kereden bir şey olmaz” düşüncesiyle tek sefer kullanmanın zararsız olacağına inanır ve tekrarının olmayacağını düşünür. Bu düşünce ise madde kullanımını başlatan düşüncedir. Bağımlılık döngüsü kendine özgü bilişsel özellikler barındıran çeşitli aşamalardan oluşmaktadır:

Devamını Oku
Sosyal Medya Bağımlılığı ve Romantik İlişkiler
Sosyal medya bağımlılığının etki alanları arasında bulunan kişiler arası ilişkiler ele alındığında, sosyal medya ile daha hızlı ve daha kolay iletişim kurulabilmesi sosyal medya kullanımının faydası olarak sayılabilecekken; bazı problemlere de yol açabildiği bilinmektedir. Sosyal medya kullanımının ilişki dinamikleri üzerindeki etkileri hakkında dikkate alınması gereken bazı noktalar:

1.⁠ ⁠İletişim Sorunları: Sürekli sosyal medya kullanımı, çiftler arasında yüz yüze iletişimi azaltabilir. Bu durum, yanlış anlamalara ve duygusal mesafeye yol açabilir.

2. Güvensizlik ve Kıskançlık Duyguları: Sosyal medya üzerinden yapılan etkileşimler, bireylerde kıskançlık duygularını tetikleyebilir. Özellikle bir partnerin sosyal medya etkileşimleri diğerini rahatsız ediyorsa bu bazı sorunlara neden olabilir.

3.⁠ ⁠Zaman Yönetimi: Sosyal medya, çiftlerin birlikte geçirdikleri zamanın kalitesini etkileyebilir. Partnerinin sürekli telefonla ilgileniyor olması kişinin kendini yalnız hissetmesine yol açabilir.

4.⁠ ⁠Duygusal Bağlantı Kurma: Diğer yandan, sosyal medya bazı durumlarda çiftler için ilişkiyi güçlendiren bir araç olabilir. Partnerlerin ortak ilgi alanları, anılar ve paylaşımlar üzerinden bağlantı kurma fırsatı sunar.

5.⁠ ⁠Sınır Koyma: Sosyal medya kullanımına dair ortak sınırlar belirlemek ve bu sınırları korumak çiftler arasındaki iletişimi güçlendirir ve zaman kalitesini artırır.
Devamını Oku
Sosyal Medya Bağımlılığı Nedir?
Teknoloji ve internetin gelişmesiyle beraber sosyal medya bağımlılığı davranışsal bağımlılıklar kapsamında görülmeye başlanmıştır. Sosyal medya kullanımı, bireyin günlük yaşantısının önemli alanlarında işlevselliğin düşmesiyle beraber bağımlılığa dönüşebilmektedir.

  • Zamanla artan sosyal medya kullanma ihtiyacı
  • Sosyal medyayla ilgili aşırı zihinsel meşguliyet
  • Planlanandan daha sık ve uzun kullanma
  • Sosyal, kişiler arası ilişkiler, akademik ve/veya mesleki alanlarda sorumlulukların ihmal edilmesi
  • Sosyal medyaya ayrılan süre ile ilgili yalan söyleme 
  • Sosyal medyanın kullanılmasında olumsuz duygulardan kaçma ve/veya yaşanan problemlerden uzaklaşma amacının güdülmesi
  • Günlük hayata dair birçok şeyi sosyal medya ağlarında paylaşma isteği
  • Kullanımı denetim altına almada başarısız girişimler
  • Sosyal medya kullanımının azalması ya da kesilmesi durumunda kaygı, sıkıntı, huzursuzluk veya öfke gibi duyguların yaşanması internet/sosyal medya bağımlılığını işaret etmektedir. 

Sosyal Medya Bağımlılığının Etkileri Nelerdir?
Sosyal medya bağımlılığının sosyal etkilerinin yanı sıra çeşitli fiziksel ve psikolojik etkileri de bulunmaktadır. 

  • Fiziksel etkiler arasında baş ağrısı, göz rahatsızlıkları, kas ve eklem ağrıları, duruş bozuklukları yer alır. 
  • Duygusal etkiler kapsamında ise özellikle sosyal medya platformlarında takip edilen kişiler ile bireyin kendi yaşamını kıyaslaması sonucunda bireyin olumsuz duygulanımlar yaşamasına, kimi zaman ise yetersizlik hissine sebep olabilir. 
  • Yeme bozuklukları, bireyin sosyal medyada daha fazla zaman geçirmek amacıyla öğünleri atıştırmalıklarla geçirmesi sebebiyle ortaya çıkabilir.
  • Uyku düzeninin bozulması ve uyku veriminin azalması ise gece geç saatlere kadar süren kullanım sonucunda hormonal dengenin bozulmasıyla oluşan bir etkidir.
  • Fiziksel ve psikolojik etkiler, beraberinde sosyal alanlardaki işlevselliğin düşmesine de sebep olabilmektedir. Dolayısıyla, sosyal medyanın bilinçli bir denetimle kullanılması büyük önem taşımaktadır. 

Sosyal Medya Bağımlılığı ile Nasıl Çalışılır?
Sosyal medya bağımlılığının tedavisinde amaç bireyde internet kullanımını sıfırlamak değil, kullanım üzerinde denetimi sağlamaktır. Bu doğrultuda, terapötik müdahaleler, kendi kendine yardım stratejileri, farmakolojik tedavi kullanılmaktadır. Terapötik müdahaleler kapsamında, etkisi bilimsel çalışmalarla kanıtlanmış öncelikli yöntem bilişsel davranışçı terapi (BDT)’dir. Yanı sıra, aile terapileri, destek grupları, motivasyonel görüşme ve gerçeklik terapisi gibi yöntemler de terapötik müdahaleler arasında bulunmaktadır.



Kaynakça

Akçin, M. (2024). Sosyal medya bağımlığının yaşam doyumuna etkisinin sosyal hizmet bakış açısıyla incelenmesi (Yayımlanmamış yüksek lisans tezi). Karabük Üniversitesi/Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, Karabük.

Doğan, M. V. (2021). Üniversite öğrencilerinde sosyal medya bağımlılığı belirtilerinin ve sosyal medya bağımlılığı ile depresyon arasındaki ilişkinin incelenmesi (Yayımlanmamış yüksek lisans tezi). İstanbul Gelişim Üniversitesi/Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, İstanbul. 

Kabasakal, N. (2024). Ortaokul öğrencilerinde sosyal medya bağımlılığının psikolojik belirtiler ile ilişkisinin incelenmesi (Yayımlanmamış yüksek lisans tezi). Sakarya Üniversitesi/Eğitim Bilimleri Enstitüsü, Sakarya.

Devamını Oku
Ergenlerde Sınav Kaygısı
Kaygı yaşamınbazı dönemlerinde hissedilen evrensel bir duygudur. Kaygı kişiyi sıklıklaetkileyen ve genellikle tedirginlik duygusu yaratan bir durum olup kişinintutumlarında uyumsuzluğa sebep olmaktadır. Bu durum bireylerin akademikyaşantılarını olumsuz yönde etkilemektedir (Hill & Sarason, 1966). Heryaştan bireyin olduğu gibi ergenlerinde kaygılandıkları birçok durum vardır.Sınav kaygısı ergenlerin en sık yaşadığı kaygı türü olarak görülmektedir.Okullar eğitim-öğretim sürecinde öğrenci için oldukça önemli bir yere sahiptir.Ergenler için ise kaygı, en çok okul ortamında ve sınav esnasında ortayaçıkmaktadır. Aileler, öğretmenler, okullar ve çeşitli eğitim kurumlarıöğrencilerden sınavlarda başarı göstermeleri konusunda beklentiiçerisindedirler. Eğitime verilen önem gün geçtikçe artmakla beraber sınavpuanlarının iyi olması durumunda üniversite kapılarının aralanması göz ardıedilemez seviyededir. Bundan dolayı ailelerin, öğrencilerin, öğretmenlerinsınavlara ve denemelere yüklemiş oldukları anlamda artış meydana gelmektedir.Öğrenciler üniversiteye geçiş esnasında rekabet ortamı ile karşı karşıyagelmektedirler. Durum böyleyken yüksek not baskısı ve çevrenin beklentileri,sınava hazırlanma sürecinin zorlu ve sıkıntılı geçmesine sebep olmaktadır. Tümbu zorlukların ve yüksek puan beklentisinin yaratmış olduğu baskı ile sınavagirecek olan öğrenciler performanslarını yansıtmada zorluk yaşamaktadırlar(Arkan & Altunel, 2019; Güler & Çakır, 2013).

Türkiye’demevcut eğitim sistemi başarı odaklıdır. Eğitim sistemindeki temel amaç“başarılı öğrenciler” yetiştirmektir. Başarı kelimesinin arkasındaki anlam,öğrencilerin sınavları araç olarak algılamaları değil, amaç olarakgörmeleridir. Sınavların temel amacı öğrencilerin bilgi birikimini,eksikliklerini ve öğrendiklerinin seviyesini görmek olmalıdır. Fakat şu an kisistemde öğrenciler sınavda başarılı olmak için sadece ders çalışmakta vesınava hazırlık yapmaktadırlar. Durum böyle iken sınav öncesi öğrenilmiş olanbilgilerin kalıcılığı azalmakta ve öğrenciler sınav öncesinde ve sırasındayoğun bir kaygı duygusuna maruz kalmaktadırlar (Yıldırım & Ergene, 2003).

Aynızamanda ailelerin, öğretmenlerin ve öğrencilerin odak noktalarının başarıolduğu görülmektedir. Bu durum ergenlerin fiziksel, duygusal, psikolojik vesosyal sorunlarının fark edilememesi veya yok sayılmasına sebep olmaktadır.Özellikle ergenlik yaşantısında birçok fiziksel, psikolojik, cinsel sorunlarile karşı karşıya gelen ergen bireylerin sınav faktörü dolayısıylaproblemlerinin göz ardı edildiği görülmektedir (Tan, 2020). Okulların rehberlikservisleri ergenlik döneminde olan bireylerin sorunlarına odaklanmak yerinebaşarısına odaklanmaktadır (Yıldırım & Ergene, 2003).

Budurumlara ek olarak, anne-baba için üniversiteye geçiş sınavları gibi tümsınavlar büyük önem taşımaktadır. Kaygı bulaşıcı bir duygudur, bu nedenleebeveynler yaşadığı kaygıyı çocuklarına yansıtmaktadırlar. Zaman zamançocuklarının fiziksel, ruhsal ve sosyal ihtiyaçlarını unutup sadece sınavlardanelde ettikleri puana odaklanmaktadırlar. Ebeveynlerin planladıkları puanlardandüşük bir sonuç alınması öğrencilerin gelecekleri yok olmuş gibi, başkafırsattan kalmamış gibi ve sınava tekrar girmeyeceklermiş gibi olumsuz tutumsergilemeleri ergenleri kaygılandırmakta ve strese sokmaktadır. Ayrıca özgüvenlerini de yok etmektedir. Öğrencilerin özgüvenlerine olumsuz yönde etkisibulunan diğer faktörler ise anne-babaların mükemmeliyetçi tutumları,çocuklardan potansiyellerinin üzerinde başarı beklenmesi, eleştirel yaklaşım,fiziksel ve sözel şiddet, çocuklarının başarı düzeylerini kıyaslama,karşılaştırmaları ve etiketleme yapmalarıdır (Yavuzer, 1990).
Devamını Oku
Sınav Kaygısının Belirtileri
  Sınav kaygısı, öğrencinin öğrendiği bilgileri sınav anında göstermesini engelleyen, performansını olumsuz etkileyen ve öğrenme sürecini zorlaştıran bir durumdur. Öğrenciler sınav dönemlerinde sıklıkla sınav kaygısı yaşayabilirler. Öğrencinin sınava yüklediği anlam, sınavla ilgili zihninde oluşan imaj, sınavdan elde edilecek kazanımlar, sınav sonrasındaki atıflar sınav kaygısının oluşmasında etmendirler.

  Sınav kaygısının belirtilerini incelemek gerekirse:

  1.Fiziksel Belirtiler
     - Kalp atışının hızlanması
     - Tansiyonun yükselmesi
     - Normalden fazla terleme
     - Mide bulantısı
     - Ağız kuruluğu
     - Uyku düzeninde bozukluk
     - Titreme

  2. Zihinsel Belirtiler
     - Dikkat dağınıklığı
     - Kendine güvensizlik
     - "Başaramayacağım." , "Bu konuları anlamıyorum. Aptal olmalıyım." , "Sınav kötü geçecek." gibi negatif düşünceler
     - Düşünceleri organize etmede güçlük

  3. Duygusal Belirtiler
     - Kaygı
     - Öfke
     - Depresyon
     - Huzursuzluk
     - Endişe
     - Tedirginlik

  4. Davranışsal Belirtiler
     - Sosyal çekilme
     - Çalışma alışkanlıklarında değişiklik
     - Sınav hakkında konuşmayı reddetme

  Daha fazla bilgi ve başa çıkma yollarını incelemek için "Ergenlerde Sınav Kaygısı" ve "Sınav Kaygısı ile Baş Etme Yolları" yazılarımızı okuyabilirsiniz.
Devamını Oku
Sınav Kaygısı ile Baş Etme Yolları
Sınav kaygısı kişinin öğrendiğibilgiyi etkin bir şekilde kullanmasını engelleyen ve başarısının düşmesine yolaçan yoğun bir kaygı biçimdir. Baş edilmediği durumlarda bedensel, zihinsel veduygusal olarak yorucu belirtilere yol açmaktadır. Kişiler çoğu zaman bu stresile baş etmek için kaçma (Örneğin; sınavı yarıda bırakma), kaçınma (Örneğin;ders çalışmayı erteleme, sınava girmeme) veya savaşma (Örneğin; işlev bozucuyoruculukta ders çalışma) gibi yolları tercih etmektedir. Fakat bu ilkel başetme yolları fark etmeden kişinin kendini daha çok strese maruz bırakması ile sonuçlanacaktır.

Sınavda başarılı kişiler sınavahazırlık sürecinde öğrendiklerini en iyi kullanabilen kişilerdir. Yani bilgininkendisi kadar bilgiyi kullanabilmek de önemlidir. Bu nedenle işlevsel baş etmeyollarını tanımak sınav kaygısı sürecini yönetmek adına oldukçadestekleyicidir.

Sınav kaygısı ile nasıl başedilebilir?

1.     Fiziksel Egzersiz: Fiziksel aktivite sınav kaygısı da dahil olmak üzere bir çokpsikiyatrik zorlanma ile baş etme konusunda önemli bir destekçidir. Düzenliegzersizin beyinde nöron oluşumunda ve oksitosin/seratonin olarak bilinenmutluluk hormonlarında artışa yardımcı olduğu bilinmektedir. Bu şekilde kişininhem bilgileri öğrenmesi/belleğinde tutması kolaylaşacak hem de kişi stresyönetimi konusunda daha başarılı olabilecektir.

2.    Uyku Düzeni: Uyku düzeninde yaşanan dengesizlikler hem kişinin belleğini olumsuzetkileyecek hem de stres yönetimini zorlaştıracaktır. Düzenli uyku dinlenmiş vegüçlü bir zihin için önemli bir temel oluşturacaktır.

3. Beslenme: Pek çok kişi stresini yönetmekte zorlandığı dönemlerde gerilim vemutsuzluklarını fazla ya da miktarda yemek yemeye yönlendirmektedir. Yapılançalışmalarda tüketilen besinlerin kalitesinin kişinin hem stres yönetimini hemde öğrenme kapasitesini etkilediğini kanıtlamaktadır. Bu nedenle öğünlerindüzenli olması kişinin hem başarısını hem de psikolojik dayanıklılığınıetkileyecektir.

4.   Öz Şefkatli Farkındalık: Bu kavram kişinin yaşadığı stresli ya da yorucu olaylardakendine şefkat göstererek kendini desteklemenin bir çok zorlukla baş etmektedaha çok rahatladığını ifade etmektedir. Öz şefkatli farkındalık 3 ana kavramınbileşiminden oluşur. Bunlar Farkındalık, Ortak İnsanlık Hali ve Anlayışşeklindedir. Farkındalık kişinin kendi duygu ve düşüncelerini anlayabilmesiniiçerir. Örneğin “Ben şu an çok heyecanlıyım.” Diyebilmek o duyguyuisimlendirmeye ve dolayısıyla daha rahat baş etmeye yaramaktadır. Ortakİnsanlık Hali ise kişinin yaşadığı zorlukları bir çok kişinin yaşayabildiğinikabullenmektir. Örneğin “Biliyorum şu an sınava girecek birçok kişi benimleaynı duyguyu paylaşıyor.” Diyebilmek yaşanan sorunun ortak olduğunu ve kişininyalnız olmadığını hissetmesini sağlayacaktır. Son olarak ise Anlayış kişininsevdiği birini desteklerken kullandığı şefkatli dili kendine de yansıtmasıdır.Örneğin “Ben bütün sene boyunca çok çalıştım. Elimden gelen çabayı gösterdim.Şu an ihtiyacım olan biraz dinlenmek ise kendime alan açmam gerekir.” Gibidestekleyici bir iç sesi benimsemek bu alana dahilidir. Bu üç kavramı tanımakve içselleştirmek kişinin stres anları ile daha rahat baş etmesinisağlamaktadır.

5.  Mantık Dışı Düşüncelere Yanıt Verme Tekniği: Sınav kaygısı yüksek olan kişiler çoğuzaman kendilerine yönelik olumsuz değerlendirmelere daha meyillidir.“Odaklanamıyorum. Okuduklarımı anlamıyorum. Ben herkes kadar zeki/başarılıdeğilim. Kesin başarısız olacağım. Sınav sonunda her şey çok kötü olacak.Notlarımı asla toparlayamayacağım.” Gibi düşünceler kaygı esnasında çokmantıklı gelmektedir. Kişinin bu gibi düşüncelerini tanıması ve bu düşünceleringerçeği yansıtmadığını kendine hatırlatarak yerine daha gerçekçi düşüncelerkoymaya çalışması destekleyici olacaktır. Örneğin “Heyecanlanmak çok normal.Yapmak değil ama yapabilmeye çalışmak benim elimde ve ben elimden geleniyapıyorum. Alacağım sonuç yalnızca sınavın sonucu, bu benim başarımıtanımlamaz.” Gibi kendinize en makul gelen düşüncelere odaklanmak stresseviyesinin azalmasına yardımcı olacaktır.

6.    Nefes Egzersizleri: İnsanlık tarihi boyunca nefesin sadece oksijen alımı vekarbondioksit verimi değil de zihinsel bir boyut değişimi olduğu bilinmektedir.Ayrıca meditasyon ve nefes çalışmalarının kişinin hem diğer insanlarla hemkendisine yaklaşımı ile ilgili destekleyici sonuçlarının olduğu birçok bilimselçalışma ile de desteklenmektedir. Kaygıya yol açan durumu ortadan kaldırmakmümkün değilse de nefesi kontrol etmek ile beyine “Her şey yolunda” mesajıvererek stres seviyesini azaltmak mümkündür. Nefes kontrolü yapılamadığındastresin etkisi ile sıklaşan nefes beyni alarm moduna sürükleyebileceği içinstres yönetiminde nefes kontrolü başlıca destekleyicidir.

Bahsedilen baş etme yollarıkişinin sınav kaygısı da dahil birçok stres belirtisi ile baş etmesi konusundayardımcı olabileceği gibi bireysel faktörlerin kişiden kişiye farklı etkilereyol açacağı unutulmamalıdır. Sınav kaygısının da kişi için çok yorucuolabileceği bilindiği için bu tekniklerin işe yaramaması dahilinde bir uzmandandestek almak ihmal edilmemelidir.
Devamını Oku
Çocuğum Yemek Yemiyor
Çocukların sağlıklı bir şekilde büyüyebilmesi için dengeli ve yeterli beslenmeleri oldukça önemlidir. Ancak birçok ebeveyn, çocuklarının yemek yeme alışkanlıklarıyla ilgili zorluklar yaşayabilir. Bu blog yazısında, çocuklarda yaygın olarak görülen yemek yeme sorunlarını, nedenlerini ve bu sorunlarla başa çıkmanın yollarını ele alacağız.

Yemek Yeme Sorunları Nelerdir?

1. İştahsızlık: Bazı çocuklar, yemek yemeye karşı isteksizlik gösterir. Bu durum, ruh haline, fiziksel sağlığa veya çevresel faktörlere bağlı olabilir.

2. Seçici Yeme: Bazı çocuklar, belirli yiyecekleri reddederken, yalnızca belirli tatlara veya renklerine odaklanır. Bu, genellikle gelişim dönemlerinde sık görülen bir davranıştır.

3. Aşırı Yemek Yeme: Bazı çocuklar, doygunluk hissini anlamakta zorlanabilir ve bu nedenle fazla yemek yiyebilir. Bu durum, uzun vadede obezite riskini artırabilir.

4. Yemek İsyanı: Çocuklar bazen yemek yemeyi reddederek, ebeveynleriyle bir tür güç mücadelesine girebilirler. Bu durum, yemeğin bir otorite aracı haline gelmesiyle ilişkilidir.

Nedenleri:

1. Gelişimsel Faktörler

Çocuklar büyüdükçe tat algıları değişebilir. Küçük yaşlarda çocuklar yeni tatlara ve dokulara karşı duyarlı olabilirler. Bu, onların belirli yiyecekleri reddetmelerine yol açabilir.

2. Psikolojik Etkenler

Stres, kaygı veya depresyon gibi duygusal durumlar, çocukların yemek yeme alışkanlıklarını etkileyebilir. Özellikle aile içindeki çatışmalar veya değişiklikler bu durumu tetikleyebilir.

3. Çevresel Faktörler

Ebeveynlerin yemek yeme alışkanlıkları, çocukların da bu alışkanlıkları benimsemesine yol açabilir. Ayrıca, sosyal medyada veya televizyon programlarında görülen yanlış beslenme alışkanlıkları da etken olabilir.

Çözüm Önerileri

1. Olumlu Bir Yemek Ortamı Yaratın

Aile yemekleri, çocukların yemek yemeye yönelik tutumlarını olumlu yönde etkileyebilir. Yemek saatlerini bir araya gelme ve sohbet etme fırsatı olarak değerlendirin. Bu, çocukların yemekle olan ilişkilerini güçlendirebilir.

2. Yeni Tatlar Deneyin

Çocuklar yeni tatlara alışkın olmadıklarında direncini artırabilirler. Farklı yiyecekleri eğlenceli bir şekilde tanıtmak, onları denemeye teşvik edebilir. Örneğin, yiyecekleri eğlenceli bir şekilde sunmak veya birlikte pişirmek bu süreçte yardımcı olabilir.

3. Sabırlı Olun

Çocukların yeme alışkanlıklarını değiştirmek zaman alabilir. Sabırlı olmak ve onlara baskı yapmamak, olumlu sonuçlar elde etmenizi sağlayabilir. Çocuklar, kendilerini zorlamadan yeni yiyecekleri denemeye daha istekli olabilirler.

4. Profesyonel Destek Alın

Eğer yemek yeme sorunları devam ediyorsa, bir çocuk beslenme uzmanından veya pediatristten yardım almak faydalı olabilir. Uzmanlar, çocuğunuzun ihtiyaçlarına uygun stratejiler geliştirebilir.

Sonuç olarak çocuklarda yemek yeme sorunları, ebeveynler için zorlu bir süreç olabilir. Ancak, olumlu bir tutum, sabır ve doğru stratejilerle bu sorunların üstesinden gelmek mümkündür. Unutmayın, her çocuğun farklı olduğunu ve sabırla yaklaşmanın önemli olduğunu göz önünde bulundurun. Sağlıklı beslenme alışkanlıkları kazandırmak, onların gelecekteki sağlıkları için büyük önem taşır.
Devamını Oku
Boşanmanın Çocuklar Üzerine Etkisi
Şüphesiz  her çocuk fiziksel, sosyal ve psikolojik gelişimini en güzel şekilde anne babasının yanında tamamlar.  Çocuk hem annenin hem de babanın ilgisine  sevgisine ve şefkatine muhtaç bir varlıktır. Dünyaya ilk gözlerini açtığında yanı başında anne ve babasını görür. Onlarla bir dünya kurar. Kurduğu dünya güven duygusuyla hareket eder ve güvenli bağlanma oluşur. 

Fakat ne yazık ki günümüzde çeşitli sebeplerden dolayı boşanmaların artmasıyla, çocuklar bir çok olumsuz durumla karşılaşmaktadır. Yapılan araştırmalara göre ebeveyni ayrılmış çocukların, ebeveyni birlikte olan çocuklara göre daha fazla psikolojik sorun yaşadığı kanıtlanmıştır. Aynı zamanda erken çocukluk döneminde anne babasının boşanma sürecine tanıklık eden çocukların, yetişkinlik  dönemlerinde de bir çok olumsuz davranışlar sergilediği ve problemler  yaşadığı kaçınılmazdır. Şu bir gerçektir ki boşanma sadece çiftler arasında değildir. Ayrılmanın yükünü en çok çocuklar çekmektedir. Bu zamana kadar en güvendiği iki kişiye eskisi kadar yakın olamayacak  ve kurduğu dünyası bölünecektir. Boşanma çocuk açısından en büyük travmalardan biridir. Ayrılık öncesinde veya ayrılma sürecinde sürekli çatışan, birbirini suçlayan ve yargılayan anne baba tutumu çocuğu depresyona iten bir sebeptir. Bununla birlikte çocuk kendini suçlu da hissedebilir. Yani kendisi yüzünden anlaşamadıklarını, onlara yük olduğunu ve kendisinin varlığı yüzünden boşandıklarını zanneder. Bu sebepten  aileler boşanma öncesinde ve sonrasında ki süreçte aralarındaki sorunları çocuklarına asla yansıtmamalıdır. Çünkü çocuk küçük dahi olsa etrafında olup biteni anlayabilecek bir duygusal belleğe sahiptir. Bazen söz diliyle anlatamadığını farklı şekillerde dışarı yansıtırlar. Bu durum tırnak yeme, altını ıslatma, evden veya okuldan kaçma, çalma davranışı ve ya sık sık hastalanma gibi psikosomatik hastalıklardır. Ayrıca öfke , kaygı,  şok, mutsuzluk, davranış sorunları, yaşam kalitesinde bozulma veya bağlanma problemleri diğer olumsuz etkileridir.

Bu dönemin en az zararla atlatabilmesi için anne babanın dikkat etmesi gereken önemli hususlar vardır. 

Anne baba ayrılma sürecini anlatırken çok açık ve net bir dil kullanmalıdır. Çocuğa durum kendi ağızlarından anlatılmalı ve anlayışlı olunmalıdır. En önemlisi boşanma asla saklanılacak bir durum değildir. Problemlere maruz kalmaması açısından olup biteni anlatmamak çözüm değildir. Çocuğun olup biteni doğru anlaması için olayları olduğu gibi aktarmak faydalı olacaktır.  

Boşanma sonrasında en çok yaşanan sorunlardan biri anne babanın çocuğunu kendi tarafına çekme çabasıdır. Bu nedenle çocuğunun her dediğini yapma, istediğini alma gibi bir ihmalle hareket etmeleridir. Koyulmayan sınırlar ve disiplin eksikliği çocuğun ileriki sosyal yaşamda adapte olmada zorluk ve sınır koyamama gibi problemlerle karşılaşmasına sebep olur. 

Şu unutulmamalıdır ki anne baba karı koca olarak birbirinden ayrılır. Romantik ilişkileri biter. Fakat ne annelik görevi ne de babalık görevi bitmektedir. Kendi yanlarına çekme yarışı çocuk açısından oldukça yaralayıcıdır.

Ebeveynlerin “biz ayrılıyoruz ama senin anne ve baban olmaya devam edeceğiz. Senin iyiliğin için elimizden gelen her şeyi yapacağız.” mesajını vermeleri gerekir. Çocukluk dönemi kişilik oluşumunda en kritik dönemdir. Boşanma sürecini sağlıklı geçirmesi için aileler son derece özenli hareket etmelidir.
Devamını Oku
Bebeğimin Güvenli Bağlanmasına Nasıl Yardımcı Olabilirim?
Bebeklerin sağlıklı bağlanmalarının en önemli koşulu en az bir kişiyle sürekli ve öngörülebilir bir ilişki sürdürmeleridir. Bu ilk sevgi ilişkisi bebeğin ilerideki bütün ilişkilerinin temelini oluşturacaktır. Bebeğe her gün başka biri bakarsa ileride bir yetişkin olarak dengeli ve güvenli ilişkiler kurması çok zor olur. Bebekliklerinde ve erken çocukluk dönemlerinde bir koruyucu ailenin yanından başka bir koruyucu ailenin yanına gönderilen yetişkinler; uzun süreli, sevgi dolu ve güvenli bir ilişki kurmakta büyük güçlük çekerler. Geçmişte bu tür insanlar, duygusuz olarak tanımlanırdı. Bugünlerde ise psikologlar, bu tür insanların bağlanma bozukluğu yaşadığını söylüyorlar.

Kısa ayrılıklar bile bebekler için travmatik olabilir. Bu nedenle özellikle ilk iki yıl içinde bir günden uzun süren ayrılıklardan kaçının. Bebeğinizden ayrılmanız gerekirse onu çok yakından tanıdığı, sıcak ve ilgili bakıcılar ile bırakmaya çalışın. Bebeğinizden fazla ayrılmaktan kaçınır, onun ağlamalarına duyarlı bir şekilde yanıt verir, ihtiyaçlarını karşılamak için elinizden geleni yapar ve önerilere uyarsanız bebeğiniz muhtemelen size güvenli bir biçimde bağlanacaktır.

En derinlerdeki duyguları sürekli olarak görmezden gelinen, reddedilen ya da baskılanan bebekler kendilerini tamamen kabul edilmiş hissedemezler. Bu nedenle bebeğinizin duygularını kabul etmek sağlıklı bağlanmanın oluşması için önemli bir faktördür. Bebeğinizin her ağlayışının o anda bir ihtiyacı olduğunu göstermediğini unutmayın. Anne baba sürekli bebeklerinin ağlamasını ihmal eder ya da ağlama ihtiyacı olduğunda dikkatini dağıtmaya çalışırsa hafif derecede güvensiz bağlanma belirtileri ortaya çıkabilir. Kaygılı sarılma, saldırgan davranışlar ya da zamanından önce gelişmiş bir bağımsızlık duygusu bu belirtilerin arasındadır. Bu bebekler hem çıkış yolu arayan birikmiş gerilimleri nedeniyle acı çekerler hem de bir parçalarının reddedildiğini hissederler. Sonunda sevilmek ve kabul edilmek istiyorlarsa acı veren duygularını baskılamaları gerektiğini öğrenirler.

Endüstrileşmiş Batı ülkelerinde ana babalardan hem çocuklarının erken yaşta bağımsızlaşmasını desteklemeleri hem de bağlanma ve bağlılık davranışlarını caydırmaları beklenir. Bu beklentiler bazen çocukları kendilerine güçlü bir şekilde bağlanan anne-babaların yetersizlik hissetmelerine bazen de çocukları daha bağımsız davranışlar sergileyen anne-babaların ise gurur duymalarına neden olur. Erken gelişen bağımsızlık duygusal sağlığa büyük hasar vermektedir. Gerçekten güvenli bağlanan çocuklar, ergenlikleri boyunca rahatça ana babalarına sarılır ve onlarla kucaklaşır ayrıca kabul edilip dinlenileceklerini bildikleri için büyüdüklerinde bile ihtiyaçları olduğunda ana babalarının yanında ağlayabilirler.

Araştırmalara göre kendileri ana babalarına güvenli bir şekilde bağlanmış olan ebeveynlerin çocuklarında da güvenli bağlanma eğilimi gözlenir. Bunun tam tersi de geçerlidir. Ebeveyn olduğumuzda kendi rol modellerimizi taklit etme eğilimine girdiğimiz için bu gözlemler şaşırtıcı değildir. Bu bağlanma kalıpları bir kuşaktan öbürüne değişebilir ama değişimi sağlamak için yetişkinlerin öncelikle çocukluklarında nasıl incinmiş olduklarının bilincine varmaları sonra da acı ve öfkeyi baskılamak yerine bunlar üzerine kafa yormaları gerekir.Anne babanızın mükemmel olduğunu iddia etmektense hatalar yapmış ve sizi incitmiş olduklarını açıkça kabul etmek daha sağlıklıdır.

GÜVENLİ BAĞLANMAYI TEŞVİK ETMEK
  • Bebeğinize sürekli aynı kişiler baksın.
  • Geceleri de dahil olmak üzere bol bol fiziksel temas kurun.
  • Bir günden uzun süren ayrılıklardan kaçının.
  • Ayrılıklar sırasında bebeğinizin güvenli tanıdık sıcak biriyle kalmasını sağlayın.
  • Bebeğinizin ihtiyaçlarını hemen karşılayın.
  • Bebeğinizle duyarlı ve sevgi dolu bir ilişki kurun.
  • Bebeğinizi hiçbir zaman yalnız başına ağlamaya bırakmayın.
  • Stres boşaltmak için ağladığında bebeğinizi kucağınıza alın, empati gösterin ve dinleyerek kabul edin.
  • Bebeğinizi hiçbir zaman cezalandırmayın, ona vurmayın, bağırmayın ya da onu sarsmayın.
  • Stresli bir dönemden geçiyorsanız partnerinizden veya bir bakıcıdan destek almayı ihmal etmeyin.

Devamını Oku
Çocuklarla Ölüm Konusu Nasıl Konuşulmalı?
Ölüm, yetişkinlerin bile çoğu kez üzerine düşünmekten ve konuşmaktan kaçındığı bir kavramdır. Dile getirildiğinde korku, kaygı ve belirsizliği hatırlattığından genellikle göz ardı edilmekte ve bir kayıp yaşanana kadar yokmuş gibi davranılmaktadır. Durum böyle olunca da herhangi bir kayıp yaşandığında çocuklara bu kaybı anlatmak yetişkinler için zorlu bir çıkmaza dönüşebilmektedir. Kendilerinin nasıl başa çıkacaklarını bilemedikleri bir konuyu bunu bilişsel ve duygusal olarak anlamakta daha da zor olan çocuklarıyla konuşmak elbette oldukça zordur.

Öncelikle çocuğun içerisinde bulunduğu yaş grubunun gelişim özellikleri dikkate alınmalıdır. Çocuk eğer ki okul öncesi dönemdeyse bu ölüm, inanç vb. gibi soyut kavramları anlamakta güçlük çekeceğini gösterir. Çocuğun zekâ dil ve duygusal gelişimi kavramları anlamlandırması açısından oldukça önemlidir. Çocuğunuz okul öncesi dönemdeyse ona yaşadığı herhangi bir kaybı olabildiğince somut ifadelerle kısa ve net şekilde anlatmanız gerekir. Çünkü karmaşık cümleler zaten anlamakta zorluk çektiği bir durumu anlamasını daha da güç kılacaktır. Sorduğundan daha fazlasını anlatmak yerine sadece neyi sorduysa ona cevap vermek önemlidir. Eğer ki soruların cevabını o anda bulamıyorsanız ve herhangi bir fikriniz yoksa bunu dürüst bir şekilde açıklayabilirsiniz. "Bu sorunun yanıtını bilmiyorum ama öğrenip seninle de paylaşacağım" gibi.

Duygularını ifade etmesine ve yaşamasına izin vermeniz süreci sağlıklı geçirmesi için oldukça önemlidir. Yaşadığı durumu anlamlandırmasını kolaylaştırmakla birlikte içerisinde bulunduğu yas sürecini gerçek anlamda yaşamasına katkı sağlayacaktır. Duygularını ifade edebilmesinin yolu da onunla konuşmanız ve öncelikle sizin süreçle ilgili duygularını ifade etmenizle mümkün olmaktadır. Sizin duygularınızı ifade ettiğinizde çocuğunuz hem durumun konuşulabilir olduğunu kavrayacak hem de bunun nasıl dile getirilebileceğini gözlemleyecektir.

Yaşanan kaybın çocuk üzerindeki etkisi,  kaybedilen kişinin ya da canlının onun hayatındaki yeriyle doğrudan ilişkilidir. Onunla konuşmaya karar verildiğinde bu konuşmanın hem güvendiği biri tarafından hem de kendini rahat hissettiği bir ortamda yapılması da oldukça önemlidir.

Ölümün yaşam döngüsü içerisinde yeri olduğu somut örnekler üzerinden anlatılmalı. Fakat yaşanan kayıp yaştan bağımsız bir kayıpsa (kaza ya da ağır hastalık) sadece yaşlılığın değil, kimi zaman ağır hastalıkların da ölüme neden olabileceği söylenmelidir.

Ölümle ilgili konuşurken kimi zaman "Gitti uyuyor ya da Tanrı sevdiği kişileri yanına alıyor." gibi ifadeler kullanmak çocukta korku ve suçluluk duygularına neden olabilir. Uyumayı ölümle ilişkilendirebileceği için uykuya karşı fobi geliştirebilir ya da Tanrı’nın sevdiği insanları yanına aldığını duyduğunda kendisinin ve yaşayan diğer kişilerin kötü ve sevilmeyen kimseler olduğunu düşünmesine neden olabilir. Bunun yanında eğer ki ölüm konusunda konuşulmazsa çocuk bu durumdan dolayı kendisini suçlayabilir. Çünkü çocuklar konuşulmayan boşlukta kalan şeyleri kendileri doldurma eğiliminde olmaktadırlar. Bu nedenle onların zihinlerinde boş kalan yerleri sağlıklı şekilde tamamlamak büyüklerin görevidir.

Çocuğu cenaze törenine götürmek kimi zaman travmatik olabilmektedir. Bu hassas bir konudur. Çocuk ortamdan uzaklaştırılmaya çalışıldığında bunun kendisiyle ilgili bir sorundan kaynaklanabileceğini düşünebilir. Ancak ortamda duyguların yoğun şekilde yaşaması da korkmasına neden olabilir. İşte bu yüzden olabildiğince ortamdan koparılmadan ama çok fazla travmatik olaya da maruz bırakılmadan katılımı sağlanabilir. Katılıp isteyip istemediği kendisine sorulmalı zorlanmamalıdır.

Yaşan kayıptan sonra çocukta bazı tepkiler gelişebilmektedir: alt ıslatma, öfkeli ve uyumsuz davranışlar sergileme, içe kapanma gibi. Bu süreç kontrol edilmelidir. Yas sürecini kolaylaştırmak için ölen kişinin fotoğraflarının olduğu ya da onu hatırlatacak bazı şeylerin bulunduğu somut bir düzenleme yapılabilir. Yaşadıklarını daha kolay ifade edebilmesi için yaşına uygun ve ölüm konusunu işleyen hikâye kitaplarından yararlanılabilir.

Eğer ölen kişi çocuğun yakın olduğu biriyse çocukta diğer sevdiklerini kaybetme korkusu ortaya çıkabilmekte ve bununla ilgili sorular sorabilmektedir. "Anne sen de mi öleceksin?" gibi. Bu soruya olabildiğince dürüst ama çocuğu korkutmadan yanıt verilebilmelidir. "Senin yanında olmak için çabalayacağım" gibi. Tüm bunların yanında unutulmamalıdır ki her çocuğun tepkisi ve yas sürecini yaşama şekli kendine özgüdür. Tıpkı parmak izlerinin farklı olması gibi çocuk, yetişkin fark etmeksizin bireylerin birbirinden farklı olduğu akılda tutulmalı ve yukarda bahsedilenler sadece bir rehber gibi kullanılmalı ve çocuğun özgünlüğü ön planda tutulmalıdır.
Devamını Oku
Duyu Bütünleme Terapisi Nedir?
Duyu bütünleme; bedenimizin dış dünyadan aldığı bilgileri, beyin düzeyinde organize ederek kullanılır hale getirilmesi olarak tanımlanmaktadır. Bu terapi yaklaşımı, çocuklarla ağırlıklı olmakla beraber ergen ve yetişkinler ile de uygulanmaktadır. Bu tarz durumlarda kişilerde hiperaktivite, dikkat bozuklukları, davranışsal problemler, sosyal-iletişimsel sorunlar, işitme sorunları, konuşmada gecikme veya bozukluk, denge problemleri, öğrenmede güçlük ve motor becerileri koordine etmekte zorlanma görülebilmektedir.
Bu şikayetler dahilinde duyu bütünleme terapisti duyusal ve motor gelişimini destekleme, beyin ile çevre iletişimini arttırma ve kişiye uygun terapi planlamaktan sorumludur. Görüşmeler doğrultusunda terapist, kişinin duyusal profilini değerlendirir ve gereksinimlerine uygun bir süreç planlar.

Duyu Bütünleme Bozukluğunun Sebebi Nedir?

Duyu bütünleme bozukluğunun sebebi tam olarak bilinemez. Ancak genel olarak buna yol açan faktörler:
  • Yetersiz beslenme
  • Yemeklerdeki ve havadaki kimyasallar
  • Doğumsal sorunlar
  • Duyusal bütünleme sorunlarına karşı genetik yatkınlık
  • Toplumsal eğilimler

DUYU BÜTÜNLEME BOZUKLUĞU OLAN ÇOCUKLARDA NELER GÖRÜLEBİLİR?
  • Dokunma ve sese normal olmayan tepki
  • Günlük yaşam aktivitelerinde zorluklar
  • Motor planlamada zorluk çekmek
  • Sürekli endişeli olma
  • İlgisizlik
  • Depresyon
  • Farklı tepki seviyeleri
  • Düşmanlıklar
  • Davranış bozuklukları
  • Dikkat dağınıklığı

DUYU BÜTÜNLEME VE DUYULARIN ÖZELLİKLERİ

1) Vestibular duyular:
  • Yer çekimi ile etkileşimimizde önemli yeri olan uyarıları kapsar.
  • Hareket edip etmediğimizi hangi yönde ne kadar hızlı olduğumuz bilgisini verir.

2) Taktil duyular:
  • Çevreden bilgi alınmasında deriden alınan uyarıları kapsar.
  • El kavraması
  • Vücut farkındalığı
  • Sosyal beceriler
  • Motor planlama
  • İnce motor becerilerin gelişmesinde önemlidir.

3) Proprioseptif duyular:
  • Gravitasyonel emniyet ve hareket esnasında kas -eklem ve beyinin birbirine uzaysal mekânsal zamansal uyumu ile ilgili uyarıları kapsar.
  • Postür motor planlama ve vücut şeması gelişiminde önemlidir.
  • Proprioseptif sistem geliştikçe beyinde vestibüler sistemin modülasyonu da gelişir.

4) Görsel duyular:
  • Göz hareketleri ve beynin organize olmasını sağlayan uyarıları içerir.
  • Beynin her seviyesinde uygun fonksiyon için gereklidir.
  • Göz, baş,boyun organizasyon yetersizliği olan çocuklarda disleksi veya okuma problemleri ortaya çıkar.

5) İşitsel duyular:
  • İletişim ve kendini koruma uyarılarını kapsar.
  • Havadaki ses dalgaları, iç kulaktaki işitsel reseptörleri stimüle ederek beyin sapının işitme merkezlerine uyarı gönderir.
  • İşitsel duyular vestibüler sistem aracılığıyla organizasyonu sağlar.
  • İşitsel duyular, görsel duyular gibi beynin birçok merkeziyle ilişkilidir.
  • İşitsel duyu yetersizliğinde sosyalleşme ve akademik seviyede sıkıntı meydana gelir.

Vestibular taktil proprioseptif sistemler anne karnında gelişmeye başlar. Görsel ve işitsel sistem daha sonra gelişir. Bu sistemlerden gelen uyarılar kişiye duyu bilgisi verir. Duyu bilgisinin etkili bir şekilde kullanabilmesi için kişinin alınan tüm duyuları birleştirerek uygun tepki oluşturabilmesi gerekir. Bu da ‘Duyu Bütünleme’ olarak adlandırılır.
Sanılanın aksine duyu bütünleme terapisi yalnızca özel gereksinimli çocuklar için değil duyu regülasyon becerisi desteklenmesi gereken her çocuk içindir. Bazı psikolojik ya da davranışsal sanılan problemlerin duyu bütünleme bozukluğu ile ilişkisi olabilir. Yukarıda bahsedilen belirtileri çocuklarınızda gözlemliyorsanız bir duyu bütünleme fizyoterapisti veya ergoterapistten destek alıp duyu profilini inceletmek faydalı olacaktır.
Devamını Oku
Çocuk Cinsellikte Neyi Merak Eder
Çevresini ve dış dünyayı yeni yeni tanımaya çalışan çocuğun, özellikle 3 yaş civarında aşırı meraklı olduğu ve bu dönemlerde anne-babasını çeşitli konularda soru bombardımanına tuttuğu bir gerçektir. Bu sorulardan anne ve babayı en çok zorlayanı çocuğun cinsel içerikli soruları olmaktadır. Ansızın beklenmedik anda böyle bir soruyla karşılaşan anne ve baba ne yapacağını bilmemenin verdiği telaşla "Ayıptır. Daha sen çok küçüksün." gibi kaçamak cevaplar vererek çocuğu başından savmak veya soruyu duymamazlıktan gelerek cevapsız bırakmayı tercih eder. Oysa bu tutum çocuğun var olan merakını bir kat daha artırır. Bu merakı gidermek için çocuk anne-babanın yatak odasına ani baskınlar düzenler, onları banyo yaparken gizlice izlemeye çalışır ya da arkadaşlarının bedenlerini incelemek ister.

Çocuğun cinsel içerikli sorularının temelinde cinsel duygular değil, onun üremeye yani bebeklerin nasıl dünyaya geldiklerine dair merakı yatar. Bu çocuğun uzaya, gezegenlere ya da hayvanların yaşayışlarına olan merakından farklı değildir. Anne ve babanın sorular karşısında duyduğu gerginlik, bu farkı bilmemekten ve çocuğun cinsellik anlayışını, erişkin anlayışıyla karıştırmaktan kaynaklanmaktadır. Çocuğa cinsel bilgiler vermenin ideal zamanı, onun bu konularda soru sormaya başladığı dönemlerdir. Bu tür sorular genellikle 3 yaş civarında sorulmaya başlanır. İlk sorular kendi bedeni annenin bedeni ya da bir kardeşin dünyaya gelişi ile ilgilidir. Ona vereceğimiz cevapların içeriği yaşa bağlı değişebilir. Ancak asıl dikkat edilmesi gereken, gerçek dışı ifadelerden kaçınmaktır. Örneğin; "Bebekler nasıl gelir?" sorusu çocukların sıkça sorduğu bir sorudur. Buna çok basit şekilde şöyle cevap verebiliriz. Bebekler, annenin karnında büyürler. Orada bebeklerin büyümesi için özel bir yuva vardır. Burada büyürler ve bir süre geçtikten sonra annenin döl yolundan dışarı çıkarlar. Bunun yerine Bebekler leylekler tarafından getirildi. ya da Çarşıdan satın alındı. gibi gerçek dışı ifadeler çocuğun yanlış bilgilenmesine neden olacak ve bir müddet sonra bu cevabın doğru olmadığını anlayan çocuk merakını gidermenin ve sorularına cevap bulmanın başka yollarını arayacaktır. Diğer taraftan bazı anne ve babalar da çocuklarının sordukları soruları kuşlar, arılar gibi hayvanlar üzerinden onları anlatarak cevaplamak isterler. Böylece üreme ile ilgili bilgilerin daha masum hale geleceğini ve cinsellikten arınacağını düşünürler. Oysa çocuğun asıl merak ettiği konu insanların üremesidir. İşe kuşlar ve arılarla başlamak sadece anne-babanın sıkıntısını hafifleten kaçamak bir yoldur, çocuğun merakını gidermez.

Çocuğun sorularına verilecek cevaplar, onun merakını giderici ve doyurucu olmalıdır. Ancak bilgi verme amacıyla çocuğa her şeyi tüm detayları ile anlatmak ve çocuğun aklını karıştırmak da gerekmez. Çocuğun neyi anlayıp anlamayacağını kavramak zor değildir. Her çocuğa yaşına uygun anyabileceği bir dil kullanarak bilgi verilebilir. Çocuğa cinsel konularda yaşına uygun bilgi vermek, ona basit trafik kurallarını öğretmek gibidir. Bu bilgilerden onu uzak tutmak, ileride karşılaşacağı olaylara karşı savunmasız bırakacak ve yaşam boyu onun izlerini taşımasına neden olacaktır. Vereceğimiz her türlü bilginin doğru ve abartısız olması gerekir. Uydurma, yanlış, saçma ve hayali bilgiler vermek çocuğun zihnini bulandırır ve ileriki yaşamı için sorunlar oluşturur. Kullanılan dil basit olmalı ve fazla detaya girilmemelidir. Çocuğa her şeyi detaylı biçimde anlatmanın bir anlamı ve yararı yoktur. Ona yaşına göre kaldıramayacağı derinlikte bilgiler vermek cinselliğin erken devreye girmesine neden olabilir.

Cinsel konulardan bahsederken anne ve babaların yüz ifadeleri gerginlikleri ve huzursuzlukları da çocuklar tarafından dikkatle algılanır. Huzursuz, gergin ve utangaç bir ifadeyle ne söyleyeceğini bilemeyen anne ve babalar çocuklarına bu konunun aslında konuşulmaması gereken, kötü ve çirkin şeyler olduğu mesajını vermiş olurlar. Oysa çocuğun algılaması gereken, cinselliğin doğallığı ile birlikte gizliliği ve özelliğidir. Çocuğa üreme ve cinsellik hakkında bilgi vermeye en uygun kişiler anne ve babalardır. Ancak bu gerçeğe rağmen anne ve babalar bilgilendirme açısından kendini yetersiz bulur ya da sıkıntı duyduğu için çoğunlukla bundan kaçarlar. Çocuk ise yaşı ilerledikçe bu konudaki bilgileri dışarıdan başka yollarla öğrenmeye çalışılır. Böyle bir yolla bilgi edinmeyi, anne ve baba olarak sizin kontrol edebilme şansınız hiç yoktur. Çocukların bir kısmı anne ve babaların cinsel yaşamı hakkında soru sorarlar. Cinsel bilgi verme adına anne-babanın çocuklarına  cinsel yaşantılarından bahsetmesi sakıncalıdır. Cinsel yaşantıların çok özel konular olduğu ve başkaları ile paylaşılamayacağı ifade edilmelidir. Anne ve babaları sıkıntıya sokan diğer bir düşünce de çocuklarının öğrendikleri bilgileri uygulamaya koyacakları endişesidir. Aslında bu düşünce yetişkinlerin kendi düşüncelerini çocuklara yansıtması anlamına gelir. Çocuk erişkinler gibi cinsel istek ve ilgi duymadığından bu korku yersizdir. Ayrıca biyolojik olarak da hormonlar tarafından uyarılmamaktadır. Çocuğun sorularına yol açan sadece bilgi edinme isteğidir.

İleri görüşlülük adına çocuğa yaşının üstünde detaylı bilgiler veren ve çocuktan hiçbir şeyi gizlenmemesi gerektiğini düşünen anne ve babalar vardır. Bu anne-babalar rahatlıkla evde çıplak dolaşabilmekte ya da yaşı ilerlemesine rağmen çocuğu ile birlikte banyo yapabilmektedirler. Bu tür tutum ve davranışlar çocuğun ruhsal gelişimi için oldukça sakıncalıdır. Çocuğun anne-babasıyla aynı yatakta yatmasının da benzer sakıncaları vardır. Doğduğu günden itibaren en kısa zamanda çocuğun yatağı ve odası ayrılmalıdır. Cinsel konularla ilgili soru sormayan çocuklar ya daha önce sordukları sorular nedeni ile ayıplanmıştır ya da kendilerini rahat hissedecekleri bir ev ortamı bulamamışlardır. Bu nedenle oyunlarında ve arkadaşları ile konuşmalarında sorularına cevap ararlar. Merakını gidirmek isteyen çocuk doktorculuk oynayarak hemcinslerinin ve karşı cinsin bedenini keşfetmeye çalışır. Bu durum bazı anne ve babaların telaşlanmasına neden olur. Başlangıçta bu tür araştırma ve merak giderme çabaları bir noktaya kadar doğal karşılanmalı ve çocuk suçlanmamalıdır. Ancak çocuğa yaptıklarının farkında olduğunuz mesajını vermeli ve merakını giderici gerekli açıklamalarda bulunmalısınız.
Devamını Oku
Çocuğumla Nasıl Güvenli Bir İlişki Kurabilirim. Bağlanma Temelli Ebeveynlik Nedir
Biliyoruz ki güvenli bağlanma anne baba ve çocuk arasında oldukça önemli bir yere sahip. Ebeveyni ile güvenli bağlanamama durumunda kişiler yetişkinliklerinde kendini ait hissetme kabul görme ilişkilerinde güven duyma ve istenmeme kaygısı yaşama gibi problemlerle karşılaşabilmekte.

Bağlanma temelli ebeveynlik, çocuğun potansiyelini optimal bir düzeyde dışa vurmasına ortam sağlaması bakımından oldukça önemlidir. Bu doğrultuda çocuklarımız ile güvenli bağlanma onun yetişkinliğinde insan ilişkilerini ve benlik algısını etkileyen oldukça önemli bir faktördür diyebiliriz.

Bağlanma temelli ebeveynlik ne değildir?
  • Çocuğu bir kurala ya da bir kitaba bağlı yetiştirmeye çabalamak
  • Doğum ve bakım süreci ile ilgili keskin inançlara sahip olmak (Örneğin; normal doğum yapmadan bağ kurulmaz emziremezsem bağ zedelendir vb.)
  • Çocuğa ayrışma ortamı sunmamak ve ebeveyn ile bağımlı hale getirmek.
  • Hiç sınır koymadan ebeveynlik yapmak (Örneğin; Ben görmedim çocuğum görsün onun her şeyi olsun)
  • Babanın ebeveynlik sürecine hiç dahil olmaması
Peki bağlanmayı önemseyerek ebeveynlik yapmak için neler gereklidir?
  • Doğumdan öncesinden itibaren ailenin çocuğu istemesi, sürece hazırlanmak ve bebeği beklemek bağlanmanın ilk basamağıdır.
  • Doğum sonrası temas (Örneğin; anne/babanın göğsüne bebeği yatırmak, kanguru ile taşımak)
  • Sevgi ve şefkat ile emzirmek/emziremiyorsak sevgi ve şefkat ile beslemek ve vakti geldiğinde aynı şekilde emzirmeyi sonlandırmak
  • Çocuğun duygusal ihtiyaçlarına yanıt vermek duygularını görmek/önemsemek ve duygu düzenleme becerilerinde zorlandığı dönem destek olabilmek
  • Pozitif disiplin ile sınırları koruyabilmek ve sınırları öğretmek
  • Güvenli bir uyku ortamı sağlamak ve hazır olduğunda şefkat ile yatağı ayırabilmek
  •  Anne ve babanın ilişkisindeki dengeye, güvene, sevgiye, sınıra ve şefkate çocuğun şahit olması
"GÜVENLİ BAĞ KOPABİLEN VE ASLA YAPILANDIRILAMAYAN BİR İP PARÇASI DEĞİLDİR. HER YAŞTA İYİLEŞTİRİLEBİLİR VE YAPILANDIRILABİLİR."
Devamını Oku
Sadece Hayır Diyor
18 ile 30 ay arasındaki çocuklarda karşı çıkma eğilimi çok yaygındır. Bu dönem 15. ayda başlayıp 3 yaşı geçene kadar sürebilir. Bu yaştaki bebekler genellikle dik başlı dediğim dedik söz dinlemez zapt edilemez ve öfke nöbetlerine yatkın olarak tanımlanırlar. Tipik özellikleri davranışlarını değiştirme ya da kontrol etme çabalarına karşı direnmeleridir en çok Hayır! kelimesini kullanırlar.

NELER OLUR ?

İlk bir yılda her şey yolunda gittiyse bebeklerde bir güç duygusu gelişmiştir. İhtiyaçlarının karşılandığını ve başlarına gelecekleri belirlemede aktif bir rolleri olduğunu fark ederler. Çocuklar 2. yılda kararlarını vermek ve özerklik istemeye başlarlar. Temel motor becerileri öğrendiklerini ve konuşmaları da büyük ölçüde anlayabildiklerine göre yapabileceklerinin hiçbir sınır olmaması gerektiğini hissetmeye başlarlar. Bu kendi değerinin, yeteneklerinin ve gücünün bilincinde olan 1-2,5 yaş çocuklarının normal ve sağlıklı bir gelişim aşamasıdır. Bu nedenle kesinlikle gerekmedikçe çocuğunuza kendi kararlarınızı zorla uygulatmaya ya da isteği dışında şeyler yaptırmaya çalışmayın.

Bu dönem her zaman kolay geçmez. Çocuklar kendilerine yeterli olmak isteseler de sınırlarının kesinlikle bilincindedirler. Hala yapamadıkları çok şey olduğunu fark ederler. Çok çabuk ve kolay hayal kırıklığına uğrarlar. Bu dönemde anne babalarını çok sabırlı olmaları gerekir.

Çocuklar yiyecek, sevgi ve uyaran ihtiyaçlarının karşılanması için başkalarına ihtiyaçları olduğunun farkındadırlar. Onlara kimin bakacağı, nerede yaşayacakları, her gün nereye gidecekleri gibi hayatlarını etkileyen temel kararlar hala başkaları tarafından alınır. Bu nedenle mümkün olan her konuda ve her yerde kendilerini göstermek için umutsuzca çabalarlar. Bu güç ve özerklik isteğinin ortaya çıktığı alanlardan biri de Hayır! lardır. Bu tek sözcükle "Hayatımı yönetmene izin vermeyeceğim bana ayrı bir birey olarak davranılmasını ve başıma gelecekler üzerinde söz sahibi olmak istiyorum. Kendi kararlarımı kendim vermek istiyorum."  derler.

Çocuğunuzun hayır sözcüğünü önemli becerilerini kullandığının bir göstergesi olarak değerlendirmek size yardımcı olabilir. Sizden ayrı bir birey olurken sözcük ve eylemlerin mantıksal karşıtlarını öğrenmesi önemli bir zihinsel beceridir. Örneğin; birisine yaklaşmanın ya da giyinmenin karşıtı nedir? Üstelik kendini savunmanın ve isteklerini belirtmenin sonuçlarını öğrenir. O sırada bu direnç ile başa çıkmak zor gelse de çocuğunuzu bir ergen olarak kendisini uyuşturucuya veya sekse özendirmeye çalışan arkadaşlarına Hayır! derken hayal etmeye çalışın.Çocuğunuz daha küçükken isteklerinize karşı çıkarak sevginizi kaybetmeyeceğini öğrenirse ileride de arkadaşlarını kaybetme korkusu duymadan yaşıtlarını hayır! deme gücü olacaktır.

Çocukların İş Birliğini Yapmalarını Sağlamak İçin Öneriler
  • Çok önemli olamayan konularda (Örn; hangi gömleği giyeceği); Çocuğunuza Hayır! deme fırsatı tanıyın ve memnuniyetle geri çekilin.
  • Daha önemli konularda (Örn; temizlik ve bakım alışkanlıkları veya çocuk parkından ayrılmaları konularında); Seçenek sunun. Oyuncu olun. İstek ve yasaklamalarınızın gerekçelerini açıklayın seçeneği yoksa isteğinizi soru cümlesi halinde belirtmeyin.
  • Başka seçeneğin olmadığı çok önemli konularda ( Örn; tıbbi uygulamalar tehlikeli bir nesneyi kaldırmak); Zamanınız varsa çocuğunuzu önceden uyarın ve açıklama yapın. Kararlı ama sevecen olun. Çocuğunuzun itiraz edip ağlamasına izin verin.
                                                                                             (ALETHA J.SOLTER : BİLİNÇLİ BEBEK kitabından alıntıdır.)
Devamını Oku
Öfke Kontrolü
Öfke, insanların çatışmaları fark edip çözmelerine yardımcı olur ve görmezlikten gelinen farklılıkların kendini hissettirmesini sağlar. Öfkeli olmak ve bunu zaman zaman göstermek anormal değildir. Fakat çok sık öfkelenen bir çocuğunuz varsa, 6 yaşından büyük olduğu halde düzenli olarak sinir krizleri geçiriyorsa ya da öfkesi fazlasıyla yoğun ve saldırgansa bu bölümü okuyun.

Bebekler  öfkelerini ağlayarak, kollarını sallayarak, bacaklarıyla tekme atarak dile getirirler. 18 ay civarında çoğu çocuk öfkelenince sinir nöbetleri geçirir. Bu nöbetler ikinci yılın sonunda doruğa ulaşır. Üçüncü yıldan sonra azalır. Bunun nedeni üç yaş civarında çocukların isteklerini elde etmede dilin daha etkili bir araç olduğunu fark etmeleridir.

Okulda öfke, akademik güçlüklere yönelik bir tepki olabilir. Bazı çocukların toplumsal rollerini tanımlamak için kullandığı bir saldırganlık çeşidinin işareti de olabilir. Öfkeli tehdit ve meydan okumalar kimin daha çetin olduğunu belirlemeye yardım eder. Aynen yetişkinler gibi kimi çocuklar da diğerlerinden daha kolay öfkelenirler. Yüksek düzeydeki buhar basıncını içinde taşıyan bir düdüklü tencere gibi olan bu çocukların patlaması için çok az bir provokasyon ya da zorlanma yetecektir. Kimi çocuklar ise henüz öfkelerini yönlendirmek için gerekli becerileri edinememiş olabilirler. Bazı çocukların öfkesi de yaşamlarındaki ciddi olaylara tepki olabilir. Her üç durumda da ebeveynlerin çocuğun niye öfkeli olduğunu bilmesinin yanı sıra çocuğun öfkesini uygun  şekillerde  nasıl yönlendireceğini  de bilmesi gerekir. Bu yeteneğe sahip olmayan ya da öğrenmeyen çocuklar, arkadaş edinmede güçlük çekebilir ve öbür çocukların kolayca kızdırıp ağlattığı hedefler haline gelebilir.

NE ZAMAN İLGİLENİLMELİ ?
  • Sık sık öfkeleniyor her gün sınıf arkadaşlarıyla tartışıyorsa
  • Aynı yaştaki diğer çocuklara göre daha yoğun olarak öfkeleniyorsa
  • Öğretmenin sakinleştirici çabalarına yanıt vermiyor veya bağırarak onu itiyorsa
  • Yaşamın her alanında öfkelenecek bir şey buluyor ve belli bir kişi ya da olay nedeniyle değil genel olarak kendini öfkeli hissediyorsa
  • Olaylarla baş etme yöntemlerinde önemli değişiklikler görüyorsanız örneğin daha önce hiç sıkılmadığı şeylere öfkelenmeye başlamışsa uzman desteğine başvurmanız gerekebilir.

NASIL YARDIM EDİLMELİ ?
  • Öfkesiyle baş edemeyen bir çocuğa yardım ederken ilk göreviniz niye öfkeli olduğunu anlamak ve (bunun farkında değilse) onun da anlamasını sağlamaktır. Bu da dinlemeyi bilmek demektir. Öfkeli çocuklar açık, sakin, anlayışlı ve kendini anlayacak yetişkinlere ihtiyaç duyarlar. Onu öfkelendiği için azarlamanız veya kendinize kızmanız öfkesini nasıl ifade edeceği ve nasıl sakin olacağı konusunda ona fikir vermez. Çocuğun sakin olduğu bir anda onu neyin bu kadar öfkelendirdiğini sorarak iç dünyasında hissettiği bir duygu veya kendisine söylenen bir şey ise (alay edilme gibi) bunu farketmesini sağlayarak öfkesinin kaynağına inebilirsiniz. Bazı çocuklar özellikle ergenlik öfkeleri hakkında konuşmak istemeyebilirler. Bu durumda ne yapmaya çalıştığınızı açıklamak yerine uzman yardımı isteyiniz. 
  • Öfkeli bir çocukla çalışmanın asıl hedefi; kendi kırgınlık duygularına yada başkalarının sataşmalarına   vereceği  tepkilerde  her  zaman  seçim  şansının  olduğunu  ona göstermektir. Bağırmayı, vurmayı, öfke nöbetleri geçirmeyi seçebilir ya da öğretmenine ve arkadaşına neler hissettiğini söylemeyi tercih edebilir. Bu konuda onu hangi eylemin iyi sonuç doğuracağını düşünmeye teşvik edin.
  • Öfkeli olmadığı anlarda ya da az da olsa sakin kalarak zor bir durumla başa çıktığında onu takdir edin.
  • Belli bir süre için öfkesini dışa vurmayacağı ya da anlaştığınız şekillerde dışa vuracağı konusunda anlaşma yapın.
  • Duygularını anlattığı bir günlük tutmasını önerin. Yazı yazmak zor geliyorsa resim de yapabilir.
  • Kendisini öfkelendiren problemi nasıl tepkide bulunduğunu bu tepkinin ne gibi sonuçlar doğurduğunu ve problemi halletmek için iyi bir yol olup olmadığını neyin daha iyi olabileceğini anlatmasını isteyin.
  • Siz de ondan beklediğiniz gibi davranın. Örneğin; yaşadığınız bir çatışmayı çözmek için öfkenizi kelimelere dökebilir ve ona asıl sorunun öfke olmadığını ifade edilme biçimi olduğunu gösterebilirsiniz.
Devamını Oku
Oyun Terapisi Nedir Çocuğa Nasıl Açıklanmalıdır
“Oyun çocuğun dili,  oyuncaklar ise kelimeleridir.”

Oyun terapisi, eğitimli terapistler tarafından çocuğun psikolojik ve sosyal sorunları ile baş etmelerine yarayan ve ideal gelişimini desteklemeye yardımcı olmak amacıyla oyunun gücünden yararlanan kuramsal bir modelin sistemli şekilde uygulanmasıdır.

Yetişkinler nasıl psikoterapi sürecinde duygu ve düşüncelerini ifade edip baş etme yolları geliştirebiliyorsa oyun terapisi de çocuğun bu süreci oyuncakları kullanarak sürdürmesini sağlar. Bu süreçte terapist, çocuğun iç dünyasını yaşantılarını ve duygularını anlama imkanı bulur.

OYUN TERAPİSİ HANGİ DURUMLARDA KULLANILIR?
  • Kardeş kıskançlığı
  • Okul korkusu
  • Ayrılık kaygısı
  • Davranış bozuklukları
  • Öfke kontrol problemleri
  • Kaygı bozukluğu
  • Akran ilişkilerinde sorunlar
  • Dürtü kontrol bozukluğu
  • Dikkat eksikliği ve hiperaktivite
  • Tuvalet problemleri (bezden ayrılma, alt ıslatma, tuvalet tutma vb.)
  • Bağlanma sorunları
  • Öz bakım beceri kazanımı
  • Sınırlar ve sorumluluk bilinci
  • Uyku ve yeme bozuklukları
  • Sosyal fobi
  • Bir yakının kaybı ve yas süreci
  • Boşanma sürecinin etkileri
  • Özgüven problemleri
  • Travmalar

OYUN TERAPİSİNİN ÖNEMİ NEDİR?
  • Çocuğun iletişim becerilerini ve sosyalliğine destekler.
  • Duygularını ifade etmeyi duygu düzenleme becerilerini öğrenmesini veya keşfetmesini sağlar.
  • Çocuğun problemli davranışlarının azalmasını sağlar.
  • Çocuğun stresle baş etmesine yardım eder.
  • Okula başlama, boşanma, yeni bir kardeşin olması, tuvalet eğitimi , yas gibi kaygı faktörlerine önceden hazırlanmaya yarar.
  • Duygularını dışa vurmasını veya ifade etmesini sağlar.
  • İhtiyaçlarını ifade etmeyi öğrenir.
  • Öz saygı gelişimini destekler.
  • Öz kontrollerinin gelişmesine yardımcı olur.

OYUN TERAPİSİ ÇOCUKLARA NASIL ANLATILMALIDIR?
“Sen resim yaparken, hikâye anlatırken, topla veya herhangi bir şeyle oynarken, senin duygularını anlamana yardımcı olacak bir oyun ablasına/abisine gidiyorsun. Bu senin duyguların hakkında konuşmana yardımcı olacak çünkü eğer onları içinde tutarsan ve ne hissettiğini fark etmezsen her an patlayacakmış gibi veya mutsuz hissedebilirsin. Korkmamalısın oyun ablası/abisi sana senin istemediğin hiçbir şeyi yaptırmayacak. Yapmak ve söylemek istediklerini kendin seçeceksin. Dilediğin zaman tuvalete gidebilir, dilediğin zaman odada yanına birini alabilirsin. Genellikle çocuklar oyun ablası/abisi ile haftada bir kez görüşürler. Bu günlerde 45 dakikalık süre sen ve oyun ablan/abin için ayrılmış özel zamanlardır. Oyun ablan/abin ile her şey hakkında konuşabilir ve istediğin oyunları oynayabilirsin. Oyun ablası/abisi asla istediğin oyunu oynamana engel olmaz, sana kızmaz veya bağırmaz. Senin oyun ablanla/abinle oyun oynadığın bazı günler oyun ablan/abin annen ve baban ile görüşebilir. Bu görüşmeler yalnızca sana daha çok yardımcı olabilmek içindir. Bu oyun ablası/abisi ile oynadıkça ve konuştukça zamanla seni üzen problemlerin azalacak ve kendini daha iyi hissedeceksin.”
Devamını Oku
Otizm Spektrum Bozukluğu Nedir
Çocuklarda en yaygın görülen nörogelişimsel hastalıklardan biridir. Otizm, sosyal ilişkilerde sözlü veya sözsüz iletişimde tekrarlayan bazı davranışlar ile kendini gösterir. Günümüzde görülme sıklığının 88 çocukta 1 şekilde olduğu belirlenmiştir. Erkek çocuklarda görülme oranının ise kız çocuklardan 2 ile 5 kat daha fazla olduğu ifade edilebilir.

Nedenleri nelerdir?
  • Genetik aktarımın otizminin sebeplerinden biri olduğu bilinmektedir. Bunun yanı sıra genetik yatkınlığın tek başına otizmin sebebi olduğunu söylemek yanlış bir genelleme olacaktır.
  • Anne babanın ileri yaşta olması (Özellikle 40 yaş üstü ebeveynlerde görülmektedir)
  • Annenin gebelik esnasında geçirdiği hastalıklar
  • Doğum esnasında oksijen yetersizliğinin oluşması
  • Hamileliğin öncesinden itibaren kullanılması gereken folik asit eksikliği

Not: Görünen o ki yanlış ebeveynlik stratejileri çocukları otizm yapmaz.

Belirtileri nelerdir?
Otizm Spektrum Bozukluğunun belirtileri kendini 1 yaşından itibaren göstermeye başladığı gibi bazı çocuklarda 3 yaşına kadar fark edilmeyebilir. Özellikle otizm derecesi yüksek olmayan çocuklarda anlaşılması oldukça güçtür. Bu sebeple belirtilerini tanımak, erken teşhis ve tedavinin belirlenmesi açısından oldukça önemlidir.
  • Otizmli çocuklar genelde seslere veya kokuya karşı oldukça hassastır.
  • Belli rutinlerinin dışına çıkmaktan keyif almazlar. Örneğin; aynı yemek aynı kıyafet aynı oyunu tekrarlamak isteği gibi
  • Her şeyin alıştıkları düzende kalmasını isterler ve ufak bir değişikliğe bile karşı çıkarlar
  • Tanıdık eşyalara bağlılık gösterirler.
  • El sallama kendini iki yana, öne, arkaya sallama veya kendi etrafında dönme gibi özellikle heyecan anında görülen stereotipik hareketleri vardır.
  • Sanata, müziğe, teknolojiye, spora ilgileri olduğu bilinmektedir hatta şaşırtıcı derecede başarılı oldukları da görülmektedir.
  • Duygusal olarak değişkendirler, aniden kızabilir veya korkabilirler.
  • Diğer çocuklara karşı çok ilgili değillerdir.  Sosyalleşmekte veya iletişim başlatmakta zorlanırlar.
  • Göz temasları kısıtlıdır. Yakın çevre ile bağ kurma becerileri oldukça zayıftır.
  • Yalnız kalmayı veya yalnız oynamayı tercih ederler. Bireysellik onlar için ön plandadır.
  • Başkalarının duygularını tanıma ve anlamakta zorlanırlar.
  • Aşırı hareketli olabilir veya odaklanmakta zorlanabilirler.
  • Dil gelişimleri yaşı ile orantılı olmayabilir.

Bahsedilen belirtilerin gözlemlendiği taktirde ne yapmak gerekir?
Çocuklarınızda 1 yaşından itibaren bahsedilen belirtileri gözlemlediğiniz takdirde erken teşhis açısından en yakın zamanda bir çocuk psikoloğu tarafından gelişimsel değerlendirme (Örneğin; Denver II Gelişim Tarama Testi veya AGTE vb.) yaptırmanız gerekmektedir.  Gelişim değerlendirmesinin hemen ardından bir çocuk ve ergen psikiyatristi tarafından değerlendirmeli ve çocuğun bireysel gereksinimlerine göre tedavi süreci planlanmalıdır. Genetik bir bozukluk olması sebebiyle bazı çocuklarda bireysel eğitim ve tedavi sürecinin yanı sıra ilaç tedavisi de gerektiği bilinmektedir.
Devamını Oku
Kardeş Kıskançlığı İle Baş Edebilmek
Kıskançlık, sevilen birinin başkası ile paylaşılmasına katlanamamaktır. Kıskançlığın içgüdüsel yani doğuştan getirdiğimiz genlerimize şifrelenmiş olduğu ileri sürülmektedir. Yaşamın her döneminde görülebilir ancak çocuklukta biraz daha yoğun yaşanabilir. Bu duyguyla ilk tanışma iki yaş civarındadır. Doğal, evrensel ve insanı oldukça mutsuz eden bir duygudur. Önemli olan ne boyutta yaşandığıdır. Çocuk herkesin kendisinden daha iyi olduğunu ve kendisinin herkesten daha az sevildiğini düşünmeye başlar. Özellikle küçük çocuklarda yeni doğan kardeşi kıskanma kimi zaman yaşamı etkileyecek ve davranış bozukluğuna neden olacak derecede yoğun yaşanabilen bir duygu olabilmekte ve yardım gerektiren bir hal alabilmektedir.

BELİRTİLER:
  • Çocuk o güne kadar evde kendisi ilgi ve sevgi odağıyken birden ikinci plana itilmiş gibidir. Artık anne - babasının ve diğer yakınlarının sevgi ve ilgisini kardeşiyle paylaşmak durumundadır. Sevilmediği düşüncesiyle anneden tamamen uzaklaşır içe kapanır, yemek yememeye ve zayıflamaya başlayabilir. Kabus gördüklerini çişlerinin geldiğini bahane ederek ilgiyi kendi üzerlerine çekmeye çalışırlar. Altını ıslatma, parmak emme gibi davranışlarla önceki gelişim evresine gerileme görülebilir.
  • Hem gün içinde hem de geceleri aşırı sinirli olurlar. Huzursuz bir görünümleri vardır. Sakinleşmekte zorlanır ve kimi zaman çevrelerindeki insanlara öfkeli davranabilirler. Kendine ya da eşyalara yönelik saldırgan davranışlarda bulunabilirler.
  • Evden ayrılmayı reddetmeyle birlikte (Örn: okula gitmek istememe) baş ağrısı, mide bulantısı gibi psikosomatik belirtiler (Emin olmak için fiziki muayene yaptırılmalıdır.) huzursuzluk, isteksizlik ve diğer stres belirtileri sık sık gözlenebilir.
  • Yeni bir kardeşin doğumu çocukta ilgi ve koruyuculuk, sıkıntı ve kıskançlık gibi çelişkili duygular yaşanmasına neden olur. Artık eskisi kadar sevilmeyeceği korkusu daha anne hamileyken başlayabilir. Son aylarda annenin yorgun, isteksiz ve yeni gelecek kardeşin hazırlıkları ile uğraşıyor olması çocuğun huysuzlaşıp anneden ayrılmak istememesine neden olabilir.
  • Bazı çocuklar kıskançlık duygularını açıkça ortaya koyarak kardeşine vurma, onun oyuncağını kırma, "Ondan nefret ediyorum." deme gibi davranışlar gösterirken bazıları da bu duygularını bastırır ve aşırı sevgi gösterir bu davranışın altında çoğu zaman ana-babanın sevgisini kaybetme tepki görme korkusu yatar.
  • Anne babaya sık sık onu sevip sevmediklerini sorma ve sevgilerinden bir türlü emin olamama yaşanabilir.

ÖNERİLER:
  • Kardeşi doğmadan önce ona anlayabileceği bir dilde aileye yeni bir üyenin geleceği evdeki ortamın her zamankinden daha heyecanlı ve karışık olabileceği örneğin; eve sık sık misafirlerin gelip gideceği, annenin hem yorgun olacağı hem de bebekle daha çok vakit geçirmek zorunda kalacağı; çünkü küçük bir bebeğin gereksinimleri olduğu ama aynı şeylerin o doğduğunda da yaşandığı ve her şeyin zamanla tekrar düzene gireceği anlatılabilir. Böylece çocuk psikolojik olarak daha hazırlıklı olacaktır. Bunları anlatmak için son ana kadar beklenmemelidir. Öncelikle rahatlayın çocuklar etraflarındaki yetişkinlerin davranışlarından etkilenirler.
  • Çocuğa somutlaştıramayacağı sözler söylemeyin. "Sakın endişelenme seni de bebek kadar seveceğiz" cümlesi iyi niyetli olsa da çocuğun anne babanın sevgisi için kardeşle yarışmasına yol açar.
  • Hamilelik döneminde babası ya da başka bir aile üyesi (anneanne, babaanne) büyük çocuğun bakımıyla ilgili yemek yedirme, banyo yaptırma, uyutma gibi işlere başlayabilir. Böylece anne hastanedeyken ya da bebekle meşgulken çocuk kendini ihmal edilmiş hissetmez ve yaşantısının değiştiği fikrine kapılmaz.
  • Anne - baba aralarında işbölümü yaparak anne yeni bebekle ilgilenirken babanın diğer çocukla ilgilenmesi çocukta kendisiyle de ilgilenildiğini hissetmesini sağlar.
  • Anne ve babanın çocuğa kardeşin doğdu ama senin dünyanda değişen bir şey yok, sana olan sevgimizde bir azalma yok mesajını sadece sözcüklerle değil davranışlarla da iletmelidirler. Bu da ancak çocuğa zaman ayırmaya devam ederek, onunla konuşarak, onunla ortak faaliyetlere girerek ve ona sorumluluk vererek olur.
  • Kıskanan çocukla mümkün olduğunca nitelikli zaman geçirilmeye çalışılmalı daha önce yapmaktan hoşlandığı alışkanlıklarını gerçekleştirmesine olanak verilmelidir. Yeni gelen kardeşle birlikte önceden gerçekleşen oyun parkına gitme akşam yemeğinden sonra hikaye okuma gibi etkinlikler birden bire son bulmamalıdır. Bu sayede çocuk statü kaybına uğramadığını farkederek özgüvenini yitirmeyecektir.
  • Yeni doğan bebeğe aşırı sevgi gösterisinde bulunmak yerine var olan sevgiyi ilk andan itibaren paylaştırabilmeyi hedeflemek daha doğru olacaktır.
  • En iyi niyetli misafirler bile sadece bebekle ilgilenip büyük çocuğu unutma eğilimi içindedirler. Yakınların yalnızca bebekle ilgilenmemelerini büyük çocuğa da alışık olduğu tarzda ilgi ve sevgi göstermelerini söylemek "Kardeşin doğunca senin pabucun dama atıldı." gibi sözler söylememeleri konusunda uyarmak işe yarayacaktır.
  • Bebek için söylenen "Ne kadar yaramaz sürekli ağlıyor ve beni yoruyor oysa ben seni daha çok seviyorum." gibi bir cümle çocuk tarafından inandırıcı bulunmayıp tam tersine onu kandırmayı istediğiniz inancı verebilir. Bu da en başta çocuğun size olan güvenini zedeleyecektir. Bebeğe sürekli "bebek" demek yerine doğrudan adını söylemeye başlamak bebeğin bir nesne değil de canlı bir varlık olduğunu anımsatacaktır. 
  • Bebeğe "benim" değil "bizim" diye başlayarak hitap etmek ve "Sessiz ol kardeşin uyuyor." gibi sözlerle çocuğun yaşantısını bebeğe göre ayarlamak kıskançlığı tırmandıracaktır.
  • Aşırı kaygı içeren tavırlarla çocuğu bebekten uzaklaştırmaya çalışmak yapılabilecek en büyük hatalardan biri olacaktır.
  • Kıskanmasın diye çocuğa aşırı hoşgörü göstermek durumu kötüleştirecektir. Örn: Önceden yalnız yatan çocuğun anne babasıyla yatmasına izin verilmemelidir. Çocuğa kıskanmasın diye gösterilen aşırıilgi bu seferde kardeşinin onu kıskanmasına neden olabilir.
  • Bebeğe zarar vermesine izin verilmeyeceği kesin bir dille anlatılmalıdır.
  • Çocuk kardeşinin canını yaktıysa görünüşte çok kötü olan bu davranışın gerçekte bebeğe zarar vermek için değil bir parça düşmanlık içeren bir incelemeden başka bir şey olmadığını bilin. Burada önemli olan aşırı tepki göstermemek, kibarca reaksiyon gösterip sinirlenmeden (yoksa sizi sinirlendirmek için bu davranışı tekrarlayabilir) uyarıda bulunmaktır. Çocuk mesajı alsa da almasa da iki kardeşi yalnız bırakmamak doğru olacaktır. (Beş yaşına gelene kadar çocuklar zarar verip vermediklerini kavrayamazlar.)
  • Kardeşe yönelik olumsuz duyguları reddedip önemsememek yerine onları kabul edip tanımaya çalışın; "Anne hep bebekle ilgileniyorsun." , "Hiç de değil daha biraz önce sana kitap okumadım mı?" demek yerine "Bebeğe bu kadar zaman ayırmam pek hoşuna gitmiyor." diyerek "Hayır hiç hoşuma gitmiyor." diyerek duygularını ifade etmesini sağlayabilirsiniz.
  • Kardeşler arasındaki karşılaştırmalardan kaçının. Ancak çocuğunda bir zamanlar küçük bir bebek olduğu aynı bakım ve özenin kendisine de gösterildiği çocuğa anlatılabilir. Çocuğun küçülmüş giysileri bebeklik fotoğrafları gösterilerek o bebekken yaşanan anılardan ve onun sevimli hallerinden bahsedilerek kendini daha iyi hissetmesi sağlanabilir.
  • Kardeşiyle ilgili karışık duyguları olan çocukların konu edildiği öyküler anlatmak anne ya da babanın kendi kardeşiyle ilgili ilk hislerini paylaşması çocuğun duygularını anlaması ve ifade etmesinde fayda sağlayabilir. Kardeşini sevmek zorunda olduğu söylenmemeli "Sen artık ablasın." diyerek yaşının üzerinde olgunluk bekleyip onun da hala çocuk olduğu unutulmamalıdır.
  • Bebeğin gelişiyle birlikte 4-5 yaşlarındaki çocuğu ana okuluna göndermek doğru değildir. Bu durum kardeş kıskançlığını körüklediği gibi çocukta okul sendromunun gelişmesine ve çocuğun içine kapanık ya da saldırgan olmasına yol açabilir.
  • Sevginizin eşit olduğunu göstermeye çalışmak yerine; her çocuğa birbirinden ayrı olarak sadece kendisine özel bir sevgi duyulduğunu göstermek daha doğru olacaktır.
  • Her şeyin eşit olmasına değil adil olmasına çalışılmalıdır. Örneğin; üç kardeşten ortanca çocuğun "Ahmet lere kardeşim gidiyor ama ben gidemiyorum bu adil değil." şeklinde gösterdiği tepkiye "Kız kardeşinle geçimsizliği sürdürdüğün ve ona vurduğun için Ahmet lere sadece abin gidebilir" biçiminde bir yaklaşım uygun olabilir.
  • Kardeşinin giyebileceği, ona küçük gelen giysileri ve oynayabileceği oyuncakları beraber ayırmak işe yarayabilir fakat vermek istemediği şeyler konusunda onu zorlanmamalıdır.
  • Ailenin bütün olduğu duygusu herkes tarafından hissedilmelidir. Bunun için bütün ailenin birlikte yapabileceği gezinti, piknik, alışveriş, film izleme gibi etkinliklere yer verilmelidir.
  • Anne - baba çocukla mümkün olduğu her fırsatta birebir iletişime geçerse birlikte ortak faaliyetlerde bulunurlarsa, çocuğa kardeşiyle ilgili ve evle ilgili küçük sorumluluklar verilirse, çocuk kendini hala güvende ve hala sevilen önem verilen bir kişi olarak hissedecektir.
  • Kardeşler arasında kıskançlık hissettiğinizde onları birbirinden uzaklaştıracak değil yakınlaştıracak ortamlar yaratın. Çocukların kavgalarında hakem rolünü almayın. Fiziksel şiddetin olmadığı durumlarda anne ve babanın araya girmemesi sorunun çözümünü kolaylaştırır.
  • Dikkatinizi hemen sorun çıkaran çocuğa yönetmek yerine zarar gören çocukla ilgilenmek kardeşi "mağdur ezilen" olarak nitelendirmemek gerekir.
  • "Kim başlattı?" sorusunu sormaktan kaçınılmalıdır. Çünkü olayı kimin başlattığını öğrenmeye çalışmak, çocukların birbirini suçlamasına neden olur. Her bir çocuğun kavganın çıkmasında aynı derecede suçlu olmasından yola çıkarak sonuçlarına eşit şekilde katlanmaları sağlanmalıdır.
  • Çocukların kavga etmelerine mümkün olduğunca izin verilmemelidir. Çünkü çocuklar kavga ettikçe deneyim kazanırlar. Kavga ettiklerinde de seçenekler sunulabilir ya da iyi geçinme kuralları koyulabilir.
  • Kardeş çatışmasına engel olmanın tek yolu tek çocuk sahibi olmaktır. Çünkü iki ya da daha çok çocuğun aynı ortamı paylaşması kaçınılmaz olarak çatışma yaratır.
  • Kardeşler arasındaki kıskançlık ve geçimsizlik ne kadar yoğun olursa olsun birbirlerinden ayrı kaldıklarında çok özlerler. Bu durum ilişkilerinin bazen çok bozuk olduğunu düşünseniz de aslında birbirlerini çok sevdiklerini açıklar.
Devamını Oku
Öngör - Planla - Telafi Et
İlişkiler birbirinden farklılık gösterse de bir ilişki içindeki problemler genel olarak aynı konular etrafında toplanır. John Gottman bu durumu şu cümlesiyle özetlemiştir: "Birini eş olarak seçtiğimizde önümüzdeki 50 yıl boyunca ilişkide ne tür sorunlar yaşayacağımızı da seçmiş oluyoruz. Peki bu tehlikeli bir durum mu ? Hayır. Çünkü sorunlar sabitse çözümün öngörülebilirliği artıyor." Tam da bu noktada yani ilişkilerdeki kronik problemlerde Stan Tatkin in Biz Böyle Yapıyoruz kitabında yer alan Öngör - Planla -Telafi Et metodu imdadımıza yetişiyor.

Bu metodun küçük bir örneğini sizler için düzenledik:
Ahmet ve Ayşe nin genel olarak tartışma yaşadıkları bir konu var. O da Ahmet in ailesine her gidildiğnde Ayşe nin Ahmet in onunla ilgilenmediğini düşünüp kendisini yalnız hissetmesi.
  • Ayşe: (Eve döndükten sonra) Bir daha ailene gittiğimizde benimle daha çok ilgilenmeni bana nasıl olduğumu sormanı ve ara sıra benimle göz teması kurmanı istiyorum. Unutma biz bir çiftiz.
  • Ahmet: Tamam.

Bu yöntemdeki sorun nedir ?
Ahmet in bunu asla hatırlamayacak olması. Ahmet otomatik olarak ne yapıyorsa Ayşe de otomatik olarak onu yapacak. O zaman doğrusu nasıl ona bakalım:
(Ahmet ve Ayşe; Ahmet in ailesinin evinin önünde park etmişken olacakları öngörüp plan yapar.)
  • Ayşe: Senin ailene düşkün olduğunu biliyorum; bence bunda sorun yok ama biraz benimle kalmanı, elimi tutmanı istiyorum. Sadece göz teması kurarak dahi olsa iletişimde kalalım olur mu ?
  • Ahmet: Tabii ki memnuniyetle.
  • Ayşe: Teşekkür ederim. Ayrıca ne zaman kalkacağımızı da kararlaştıralım. Kararlaştırdığımız saatten sonra kalmak istiyorsan kalırız ama gerçekten gitmek istiyorsam buna saygı duymanı istiyorum. Ben yanına gelir ailene farkettirmeden söylerim bunu. Tamam mı?
  • Ahmet: 22.00 diyelim o halde zaten yarın erken uyanmam lazım.
(ÖPT uygulandıktan sonra ne oluyor? Hem aile ziyareti ikisi içinde iyi geçiyor hem de eve dönünce yada ertesi gün kavga etmiyorlar. İşi anında hallettikleri için geçmişe dönüp kızacak bir şey bulamıyorlar. Peki telafi kısmı nasıl? Ahmet Ayşe ile onun umduğu kadar ilgilenmiyor. Ayşe den önce bunu dile getiriyor.)
  • Ahmet: Ailemin yanındayken seninle yeterince göz teması kuramadığımın farkındayım. Gerçekten üzgünüm. Alışık olmadığım için böyle oldu sanırım.
  • Ayşe: Teşekkür ederim. Bunu söylemen benim için çok anlamlı.
Devamını Oku
İlişkilerde Sağlıklı İletişim Mahşerin 4 Atlısı
John Gottman (1999), uzun yıllar süren gözlemler sonucunda ilişkilerin bitme evresine gelmesinin en temel sebebi olarak bu dört temel davranış biçimini öne sürmektedir. Bu davranış biçimleri ismini İncil’de adı geçen ve kıyamet öncesi ortaya çıkacağına inanılan Mahşerin 4 Atlısından almaktadır. Mahşerin dört atlısı olarak bilinen bu davranışlar; eleştiri, savunmacılık, duvar örme ve aşağılama şeklinde ifade edilmektedir. Gottman çiftlerin iletişimde bu dört davranışı kullanmasının ilişkiyi sona erdirecek boyuta getirebileceğini belirtmektedir.

1. Atlı: Eleştiri
Genellikle partnerinin kişiliğine atfedilen bir kusurluluk veya suçlama halidir. Partner için yapıcı olduğu düşünülen fakat aslında eleştiri kategorisine giren sürekli hata bulma onu ve davranışlarını yargılama şeklinde görülen davranış biçimidir. Örneğin; “Sen zaten anlamıyorsun ki.” , ” Senin algın bozuk.” Yapsan şaşardım zaten” , “Sen hep düşüncesiz hareket ediyorsun”.
  • Panzehri: Nazik Bir Başlangıç Yapmak
Suçlayıcı ifadeler ve “sen” dili kullanmak yerine duygu ve düşüncelerini paylaşmayı tercih etmek ve “ben” dilini tercih etmek. Karşı tarafın karakterini tanımlamak yerine yapılan davranışın kendimizde yarattığı etkileri tanımlayan kelimelerle ifade etmek. Örneğin; “Bu harcamayı yaparken fikrimi almaman beni çok değersiz hissettirdi”.

2. Atlı: Savunmacılık
Saldırıyı savuşturma amacıyla suçu partnere yükleyen ve suçu partnere yönlendirip masum/kurban tarafı oynayan davranış biçimidir. Partneri dinlemeden sürekli kendini savunmayı temel alır. Dolayısıyla böyle bir davranış biçimi partnerin kendisini anlaşılmamış hissetmesi ile sonuçlanacak ve ilişki dinamiğine zarar verecektir. Örneğin; “Senin yüzünden böyle oldu” , “Sen faturayı zamanında göndermediğin için ödemeyi yapamadım.” , “Bu senin hatan.” .
  • Panzehri: Sorumluluk Alma
Problemin bizden kaynaklı olmadığı durumlar olmuş olsa bile en azından küçük bir kısmında sorumluluğu üstüne almayı içeren davranış biçimidir. Soruna katkı sağlayan yanımızı fark edip dile getirmek bu süreçte oldukça onarıcı olacaktır. Örneğin; “Haklısın sana haber vermeyi unutmuş olmam benim hatamdı.” .

3. Atlı: Duvar Örme
Etkileşimden fiziksel ve duygusal olarak ayrılmayı uzaklaşmayı ele alan davranış biçimdir. Partnerlerden birinin kendini ifade ederken bir diğerinin onunla ilgilenmiyor gibi davranması ve duygusal olarak ilgisini ondan uzaklaştırdığı mesajını vermesidir. Bu davranış biçimi çiftlerin uzun süre aynı evde birbirleriyle küs kalmasına yol açabilmekte ve problemin çözülme süresini uzatmaktadır.  Örneğin; partnerlerden birinin bir diğer konuşurken göz temasını kesmesi veya başka bir şey ile ilgilenmesi duvar örme olarak sınıflandırılmaktadır.
  • Panzehri: Kendini Yatıştırmak
Çatışma anında dikkatin dağıldığının fark edilmesiyle partnerinden biraz izin isteyip sakinleşmek için alana ihtiyacı olduğunu ifade etmek ve yatıştıktan sonra iletişime geçmek duvar örmek yerine yapılabilecek sağlıklı bir alternatiftir.

4. Atlı: Aşağılama
Partnere üstünlük kurmak, incitmek, küçümsemek, hakaret etmek ve yaralamak amaçlı ifadeler kullanmayı kapsayan davranış biçimidir. Çoğu zaman ilişkiyi sonlandırıcı noktaya getiren tutumlardan biridir.
  • Panzehri: Kendi Duygularını ve İhtiyaçlarını Tanımlama
Partnerin özelliklerini tarif etmeyi değil kendi ihtiyaçlarını ifade etmeyi tercih etmek, aşağılama yerine kullanılan alternatif iletişim yoludur. İlişki dinamiklerinin zedelenmemesi açısından partnerin kusurlarını ifade etmek yerine iyi olduğu alanları pekiştiren, takdir eden ve onda beğendiğiniz özellikleri paylaşan ifade yöntemidir.
Devamını Oku
İlişkilerde Yakınlığı Geliştirmek
Günümüzde yakınlık insan yaşamının temel gereksiniminden biri olarak kabul edilmekte ve nitelikli yakın ilişkilere sahip olmanın bireylerin sosyal gelişimleri kişilik gelişimleri ruhsal ve fiziksel sağlıkları için son derece önemli olduğu bilinmektedir. Romantik ilişkilerde yakınlğı geliştirmek emek ve sabır ister. Yakınlık nasıl geliştirilir ve gücünü nereden alır bilirsek ilişkiye dair adımlarımızı daha güvenle atabiliriz.

Yakınlık nehrinin beslendiği kaynakları L Abate nin tespit ettiği yedi yakınlık bileşeni başlığı altında inceleyelim:

  1. İyi Olanı Görme: Partnerler hem kendilerinde hem de bir diğerinde iyi olanı görmeye ve dile getirmeye odaklanmalıdırlar. Buradaki formül ise onay, memnuniyet, sevgi üçlüsüdür. Onay ve memnuniyet bildiren ifadeler  kişide takdir edildiği hissini uyandırır. Buradaki püf nokta takdiri kişiselleştirmektir. Örneğin; "Gömleğin çok şık." demek yerine "Bu gömlek sana çok yakışmış." demek gibi. Sevgi ise aşkın kelimeler veya davranışlar yoluyla ifade edilmesin kapsar. Dokunmak, öpmek, sevgi sözcükleri vs...
  2. Önemseme: Önemsemek tutarlı ve güvenilir bir şekilde diğerinin huzuru, duyguları ve ihtiyaçlarıyla ilgilenmek anlamına gelir. Burada dikkat edilmesi gereken husus önemsemek konusunda işe kendimizden başlamak kendi ihtiyaçlarımızla ilgili farkındalık kazanmaktır.
  3. Koruyuculuk: Çift demek Stan Tatkin in deyimiyle "Bir hayatta kalma ekibi olmak." demektir. Birbirini korumak; gerektiğinde diğerinin tarafını tutma ve meseleleri partnerinin bakış açısından algılama anlamına gelir. İlişkiyi korumak öncelikler konusunda bir uzlaşı noktası bulmayı ve bir bütün olarak ilişkiye hizmet edcek şekilde bunları yerine getirmeyi gerektirir.
  4. Zevk Almak: Her iki partnerin de yapmaktan keyif aldığı performans kaygısı gütmediği ortak aktiviteler belirlenmelidir. Burada eğlenceli faaliyetleri başlatmak için her eşin biraz sorumluluk üstlenmesi gerekmektedir.
  5. Sorumluluk: Yakın bir ilişkide her eş ilişkide işe yaramayan yönleriyle ilgili sorumluluğunu kabul etmelidir. Sağlıklı bir bağlılık, bir eşin tüm suçu üstlenmesine veya karşı tarafa yüklenmesine değil her birinin bireysel sorumluluk almasına dayanır. Sorumluluğun gelişmediği ya da az geliştiği ilişkilerde sen dili ve Mahşerin Dört Atlısı* ( J.Gottman ın ilişkideki kıyametin habercisi olarak gördüğü dörtlü: Eleştiri, Savunmacılık, Aşağılama, Duvar Örme) ndan biri olan savunmacılık sıklıkla görülür.
  6. İncinmeyi Paylaşma: L Abate bir kişinin incinme duygusunu paylaşmanın en yakın davranış olduğuna inanır. Çoğu kişi incinmeyi reddederek ya da  öfke gibi başka bir duyguya dönüştürerek savunmaya geçer. İncinme duygusu bir zayıflık belirtisi gibi algılandığı için partnerle bu duyguyu genellikle  birbirinden  gizleme eğilimindedir. Bu yüzden sadece birine gerçekten güvendiğimizde ya da empatik olacağına inandığımızda incinme duygumuzu paylaşabiliriz.
  7. Bağışlama: Yakın bir ilşikide hiç incinmemiş olmak pek olağan değildir. Mutlu ilişkileri ayrıcalıklı kılan sadece yakınlık değil telafi ve bağışlama örüntüleridir. Bağışlama basit bi özürle sağlanmaz; kendini ve diğerini anlayarak güven tazeleyerek mevcut problemin nedenini ve sonucunu iyi analiz ederek sağlanır.

*Daha detaylı bilgis için "İlişkilerde Sağlıklı İletişim: Mahşerin 4 Atlısı" yazımıza da göz atabilirsiniz.
Devamını Oku
İlişkilerde Sağlıklı Sınırlar
Sınır çizmek, çoğu insana kolay bir eylem gibi gelmese de aslında ilişkilere yönelik beklentilerimizi düzenlememize, karşımızdakinin bize nasıl davranacağınız belirlememize yardımcı olan destekleyici faktörlerdir. Örneğin; daha önce hiç gitmek istemediğiniz davetlere sırf arkadaşlarınız kırılmasın diye gitmeyi kabul ettiniz mi? veya bir arkadaşınız sizden borç para istedi ve sizin de o ay durumunuz yeterli değilken vermeyi reddetmekte zorlandığınız için para gönderdiniz mi? Bu gibi durumlarda sağlıklı kişisel alanlar çizilemediği için ilişkilerde çatışmalar olması muhtemeldir çünkü sınırlar sizi uygunsuz ve kabul edilemez şeylerden koruma görevine sahiptir.

Ne zaman sınır koymalıyız?
İletişim içinde iken sizi yorgun, sinirli veya huzursuz hissettiren şeyler yaşıyorsunuz hisleriniz size sınırınızın aşıldığını söylüyor olabilir.

Sınır Türleri Nelerdir?
  1. Fiziksel Sınırlar: Bu sınırlar dokunma/temas ile alakalıdır. Birinin size fiziksel olarak ne kadar yakınlaşabileceğine izin verdiğiniz ve hangi temasta huzursuz hissettiğiniz ile ilgilidir. Bu sınırın aşıldığı çoğu zaman yabancı birinin sizin bedeninize fazlaca yaklaştığı anlarda belli olur.
  2. Duygusal Sınırlar: Bu sınırlar bizim duygu ve düşüncelerimiz tanıma ve ifade etme ayrıca duygularımızın görmezden gelinmesine izin vermeme hakkını tanır. Duygusal sınırları koruyabildiğinin en büyük göstergesi duygularımızı ifade eden cümleler kullanmaktan geçer. Örneğin; “Bu şekilde cümleler kullandığında kendimi küçük düşmüş gibi hissediyorum.” veya “Benimle bu ses tonu ile konuşman beni değersiz hissettiriyor.” gibi
  3. Kaynak/Mali Sınırlar: Bu sınırlar birine ya da bir şeye ne kadar zaman ayırmak veya ne kadar bütçe ayırmak istediğimiz üzerinden şekillenir. Bu sınırlar akşam 20.00 sonrası telefonlara bakmayıp kendine vakit ayırmak istemeniz ile şekillenmektedir. Bazen mali sınırlar, kişinin kendi dürtüsel harcamalarını fark edip durdurmaya çalışması ile yani kendi gereksiz harcamalarına sınır koyması ile de olabilmektedir.

İlişkilerimde nasıl sağlıklı sınırlar koyabilirim?
  • Kendi sınırlarınızı tanıyın ve ihtiyaç duyduğunuz sınırları netleştirin.
  • Kendi ihtiyaçlarımızı sorunlarımızı görevlerimizi ve zamanımızı yönetmeyi öncelikli tutun.
  • Yapabileceğinizden fazla görevi üstlenmeyin.
  • Kişisel sınırlarınızı belirlerken suçlu hissetmeyin sınırlar olmadığı süre zarfında kendinizin keyifsiz olacağı seçeneği seçtiğini unutmayın.
  • Sınırınızın üstünde beklentiler olduğunda “Hayır” demekte kararlı olun
  • Çevrenizdeki kişilerin de bu sınırınızın netliğiniz öğrenebilmesi için sınırda tutarlı olun.
  • Unutmayın ki, sınırlarınızı netleştirmek ve çevrenize bu sınırlarınızı tanıtmak süre gerektirecektir. Birden olmasını beklemeyin süreci fark etmeye odaklı olun.
  • Sınırlarınız hakkında çevrenizdeki insanlar ile iletişim kurun. Çevrenizdeki kişiler sınırlarınızı zihninizden okuyamaz. Bunu ancak konuşarak belirtmeniz gerekmektedir.
  • Sınır koymak veya sınırlarınızı belirlemek sizin için zor ise her zaman bir psikolog desteği seçeneği olduğunu da unutmayın. Bazı sınır problemlerinin hayatınızdaki örüntülerini yakalamak ve psikoloğunuz ile beraber alternatif yolları görmeye çalışmak oldukça destekleyicidir.
Devamını Oku
İlişkilerde Manipülasyon
İlişkilerde manipülasyon son dönemlerde birçok ilişkide karşılaşılan problemlerden biridir. Kişilerin birbirleri ile sağlıklı iletişim araçlarını kullanamadığı yerde bilinçli ya da bilinçsizce tercih ettiği yöntemlerden birinin manipülasyon olduğu bilinmektedir. Manipülasyon bir kişinin kendi düşünce davranış ve istekleri doğrultusunda karşısındakini etkileme, değiştirme niyeti taşıyan davranışlar olarak isimlendirilir. İlişki içerisinde kişilerden herhangi birinin bir diğerine bilinçli veya değil zarar verici eylemleri istismar veya şiddet unsuru olarak ifade edildiği gibi manipülasyon da ilişkilerdeki olumsuz durumlardan biridir.

Manipülasyonu uygulayan kişi, karşısındaki kişinin de kendisinin istekleri doğrultusunda davranış göstermesi beklentisi içerisindeyken karşısındaki kişide istenilen etki ortaya çıkana kadar devam etmektedir. Bu doğrultuda yaptığı manipülatif davranışlar aşağıdaki gibidir;
  • Yalan söylemek,
  • Duygu sömürüsü yapmak,
  • Kendini gizlemek,
  • Kurban rolünü oynamak
  • Aşağılamak,
  • Duygusal şiddet uygulamak,
  • Mahrum bırakmak,
  • Kendi hatalarını gizlemek,
  • Kişinin duygularıyla ilgili kötü hissetmesi için aşırı tepkiler içeren davranışlarda bulunmak,
  • Suçluluk duyusu yaratmak şeklinde sıralanabilmektedir.

Manipülasyona maruz kalan kişinin baş etmek için yaptığı işlevsel olmayan davranışlar ise;
  • Çok fazla fedakârlık yapmak,
  • Karşısındaki kişiyi ikna etmek için başka insanların desteğini almaya çalışmak,
  • Kişinin davranışlarına abartılı ve yanlış nedenler sunarak yaşanabilecek olumsuzluklardan kaçınmak,
  • Pasif- agresif davranışlar sergileyerek öfkeyi yansıtmaya çalışmak (Örneğin; trip atmak görmezden gelmek vb.)
  • Daha sonra istediği bir şeye ulaşma amacıyla şimdi ikna olmuş gibi davranmak şeklinde ifade edilebilmektedir.

Araştırmaların birçoğu gösteriyor ki ilişkilerde duygusal manipülasyona maruz kalmanın ruhsal bozulmaya sebep olabileceği kişinin benlik saygısının azalmasına yol açabildiği ve kişilik gelişimini negatif yönde etkilediği bilinmektedir. Bu hususta manipülatif partner ile baş etmenin oldukça kıymetli olduğu görülmektedir. Dolayısıyla sağlıklı insan; ilişkileri geliştirme, kendi sınırlarını keşfetme ve ilişkilerindeki problemler karşısında ihtiyaçlarını ifade etme becerisini geliştirmek adına psikolojik danışmanlık sürecinin işlevsel baş etme yollarından biri olduğu ifade edilebilir.
Devamını Oku
İlişkilerde Duygusal Manipülasyon
Manipülasyon, bir kişinin kendi düşünce, davranış ve istekleri doğrultusunda karşısındaki kişinin düşünce, davranış ve isteklerini değiştirmeye çalışmak şeklinde tanımlanmaktadır. Bu gibi bir durum ile iş yaşamında romantik ilişkilerimizde aile ilişkilerimizde ve toplumsal ilişkilerde rastlamak mümkündür.

Manipülasyon türleri kendi içinde 5 farklı şekilde görülebilir. Bunlar duygusal manipülasyon, sözlü manipülasyon, davranışsal manipülasyon, bilgi manipülasyonu ve sosyal manipülasyon şeklinde sınıflandırılmaktadır. Bu çeşitler arasından en yaygın görülenlerden biri olan duygusal manipülasyon bilinçli bir şekilde yapılan aldatmaca ile kişilerin algısını, duygu, düşünce ve davranışlarını değiştirmeyi amaçlamak şeklinde tanımlanabilir. Bu manipülasyon tekniği karşısındaki kişi etkilenene kadar devam edecek ve kişi etkilenince de bir süre sonra kişinin gerçeklik algısını değiştirerek psikolojik baskı altında hissettirecektir. Bu da manipülasyona maruz kalan kişinin ruhsal bozulmalar yaşamasına korku ve tehdit hissetmesine çaresizlik yaşamasına ve benlik saygısının azalmasına yol açabilmektedir. Bu etkiler aşırıya kaçtığı taktirde duygusal manipülasyona maruz kalan kişinin hayatında travmatik süreçler yaratabilmektedir. Bu etkilerden korunmak adına duygusal manipülasyonu tanımak oldukça önemlidir. Peki nelerdir bu manipülasyon davranışları?

Manipüle edici davranışlar nelerdir?
  1. Suçluluk Tetikleme: Bu manipülasyon tekniği kişinin başına gelen olumsuz olaylarda kendi hatalarının sorumluluğunu almaktansa olayı karşısındaki kişinin suçuymuş gibi aktararak o kişiye suçluluk hissi uyandırmayı hedefler. Buna kurban rolünü oynamak da dahildir.
  2. Zorla Yardım Alma: Manipülatör karşı tarafın ilgisini, zaaflarını veya güçlü yönlerini takip eder ve bu bilgileri karşı tarafı manipüle etmek ve kendi çıkarlarına hizmet etmek için kullanır. Bu durum genellikle karşı tarafın yardımseverliğini veya empati yeteneğini istismar etme şeklinde görülür.
  3. Hile: Hile, manipülatörün gerçekte var olan durumu gizleme veya çarpıtma yoluyla karşıdaki kişiye dürüst olmayan bir tutum sergilemesidir. Manipüle etmek gerçeği çarpıtarak ya da önemli bilgileri saklayarak karşı tarafın gerçek durumu anlamasını ve buna uygun bir tepki vermesini engelleyerek gerçekleşir. Bu durum genellikle karşı tarafa yanıltıcı bilgiler verme veya belirli bir durumu abartma şeklinde görülür.
  4. Kapıya Ayak Koyma Tekniği: Bu tekniği kişinin birinden büyük yardım istemeden önce yapılma ihtimali daha yüksek olan küçük bir yardım istemesi şeklindedir. Manipülasyon küçük görünen yardımı kabul eden kişinin, büyük yardıma da evet diyeceği mantığıyla uygulanmaktadır. Bu teknik en yaygın kullanılan manipülasyon araçlarından biridir.
  5. Git Gide Artan Ricalar Tekniği: Bu teknik, temel olarak hedefe öncelikle kabul edebileceği nitelikte bir öneri sunulması sonrasında ise kabul edeceği noktaya kadar kişinin önerisini adım adım büyütmesi şeklindedir.
  6. Yüzüne Kapıyı Çarpma Tekniği: Bu teknikte kişi karşısındaki kişiden öncelikle kabul etmeyeceğini bildiği büyük bir talepte bulunur. Karşısındaki kişi bu büyük teklifi reddettiğinde de ikinci ve daha küçük olan talebini sunar. Daha önce büyük bir talebe hayır demiş olması reddeden kişinin istekte bulunan kişiye karşı borçlu hissetmesine sebep olabilmektedir. Bu yolla manipülasyonu uygulayan taraf ikinci isteğinin kabul edilme ihtimalini artırmaktadır.

Manipüle edici davranışlar romantik ilişkilerde nasıl görülebilir?
  1. Sevgi bombardımanı (love bombing): Sevgi bombardımanı yani “love bombing” partnerini hızlıca etkilemek ve kendine bağlamak için yoğun şekilde ilgi ve sevgi göstermek olarak tanımlanabilir. Love bombing yapan kişi genellikle yoğun ilgisini bir anda keserek karşısındakinde kafa karışıklığına sebep olabilir.
  2. Gashlighting: Romantik ilişkilerde gaslighting partnerlerden birinin karşısındakinin gerçeklik algısını yanıltarak üzerinde güç sahibi olmaya çalışması anlamına gelmektedir. En sinsi manipülasyon tekniklerinden olan gaslighting, partnerin kendi düşüncelerine gördüklerine veya bildiklerine olan inancını kaybetmesi ve manipüle eden kişinin görüşlerini benimsemesini amaçlar.
  3. Kişiyi kendinden şüphe ettirmek: Partnerinin gerçeklik algısına müdahale ederek kendinden şüphe etmesine sebep olacak kontrol ve müdahale yöntemleri kullanmaktır.
  4. Pasif agresif tavırlar: Karşıdaki kişiyi etkileyen bazı olumsuz davranışlar ardından partnerin “Şaka yaptım.” , “Ya sen her şeyi kişisel algılıyorsun.” gibi alaycı düzeyde yorumlar yapması.
  5. Üçgen Oluşturma: Kişinin savunduğu fikri veya kendi davranışını haklı çıkarmak ve karşısındaki kişinin güvensiz hissetmesine sebep olmak amacıyla üçüncü bir kişiyi konuya dahil etmesidir. Örneğin; manipülatör “Böyle düşünen sadece ben değilim.” , “Arkadaşlarına da aynısını yapıyorsun.” gibi cümlelerle kişiyi yalnızlaştırabilir.
  6. Sessiz muamele: Karşı taraf ile iletişimi keserek ve onu görmezden gelerek onun üzerinde kontrol kurmayı hedefleyen, duygusal anlamda cezalandırıcı davranışlardır.

Manipülasyona uğradığımı nasıl anlarım?
Eğer yukarıda bahsedilen manipülatif davranışlar ile sıklıkla karşılaşıyorsanız, kendi davranışlarınızdan şüpheye düşmeye başladıysanız, içgüdüleriniz size bir sıkıntı olduğunu söylüyorsa, yoğun suçluluk hisleri yaşıyorsanız, kişiliğiniz ile ilgili algınız bulanıklaşıyor ve akıl sağlığınızı sorgulamaya başlıyorsanız manipülatif bir ilişki yaşıyor olabilirsiniz.

Manipülasyondan kendimi nasıl korurum?
İlişkide duygusal manipülasyona maruz kaldığınızı düşündüğünüz yerde kendinize “Bu ilişkide nasıl hissediyorum? Onun yanından ayrıldığımda nasıl hissediyorum. Bu yaşananların ne kadar benim davranışlarım ile ne kadar onun davranışları ile bağlantılı olabilir? Suçluluk ve kendinden şüphe duygularını sıklıkla hissediyor muyum? Kendimi sürekli hata yapmaktan korkarken buluyor muyum?” sorularını sorabilirsiniz. Bu soruların sonucunda gerçekten manipülatif bir partner, patron veya arkadaş ile ilişkide olduğunuzu fark ediyorsanız ilişkilerde sınırlarımızı sorumak kendimizi korumak adına oldukça önemlidir.

İlişkilerde sınırlarımı nasıl koruyabilirim diye düşünüyorsanız bu konu ile ilgili sitemizdeki “İlişkilerde Sağlıklı Sınırlar” isimli yazımızı da okumanızı öneririz.
Keyifli okumalar.
Devamını Oku
Eyvah Okullar Açılıyor
Eylül ayının gelmesiyle birlikte birçok veliyi okul telaşı sardı. Bu sene de binlerce çocuğumuz okulla ilk defa tanışacak peki ama evde bile yanımızdan ayrılmayan çocuğumuz, nasıl olacak da bizden saatlerce ayrı kalacak? Okul sosyalleşmeye atılan ilk adımlardan biridir; fakat çocuğun okula gitmeyi istememesi ile birlikte hem çocuk hem de veli için kâbusa dönüşür. Öncelikle okul fobisi nedir ve altında yatan sebepler nelerdir bunlara göz atalım. Okul fobisi; okula gitme çağı gelmiş çocuğun okula gitmemek yönünde direnmesi, ebeveyninden ayrılmak istememesi, arkadaşlarını kabul etmemesi durumudur. Bu duruma sebebiyet veren pek çok etken vardır. Etkenlerin başında anne babanın yanlış tutumu gelmektedir. Çocuğun bireyselleşmesine izin vermemek, koruyucu tutumda aşırılığa kaçmak ve çocuğu ilgi odağı yapmak yanlış tutumlardan bazılarıdır. Böyle yetiştirilen çocuk, anne-babadan uzaklaştığı takdirde kontrolü yitireceği endişesine kapılır ve ayrılmamak için okula gitmek istemez. Bu düşüncelerinde etkisiyle özellikle okula gitmeden hemen veya bir gece önce başlayan karın ağrısı kusma gibi anksiyete temelli fizyolojik belirtiler ortaya çıkar.

Okul fobisine sahip çocuğunuz varsa neler yapabilirsiniz ?
  • Çocuğunuzu suçlamayın ve kaygılarını dile getirmesine izin verin.
  • Okul alışverişinde çocuğunuzun isteklerini önemseyin.
  • Çocuğunuzun yaşıtlarıyla vakit geçirmesini sağlayın. Okulu sevmesinde akran eğitiminin avantajından yararlanın.
  • Sorumluluk bilincini geliştirin.
  • Okula gitmemek konusunda taviz vermeyin.
  • Size olan bağımlılığını azaltmak amacıyla sosyal aktivite edinmesi hususunda teşvik edici olun. (spor, müzik, resim alanları gibi... )
  • Öğretmeniyle iletişim halinde olun.
  • Çocuğunuzu okula gönderirken uzun vedalaşmalardan kaçının.
  • Okulda yeni arkadaşlar edineceğini, yeni oyunlar öğreneceğini belirterek okulun eğlenceli yönlerini ön plan çıkarın.
Devamını Oku
Düşünceleri Özgürleştirmek
Hayatımızın belirli dönemlerinde kendimizi karmaşık bir halde bulabiliriz. Peki nedir bu karmaşıklık?

Yapmak istediğimiz eylemler ve düşüncelerimiz birbirlerine birer ip gibi bağlıdır. Düşüncelerimiz arttıkça eylemlerimizin oluşum hali alması beklenen bir durumdur. Fakat düşüncelerimiz eyleme dönüşmediğinde iplerimizin birbirine girmesi kaçınılmazdır. İpin iki üç yerini birden açmaya çalıştığımızda daha farklı bir kördüğüm ve karmaşıklık oluşacağını görürüz. Bu oluşumun sonucu olarak stres kaygı ve zaman yönetme gibi hayatımızın hemen hemen her alanında olan temel yönetme becerileri tetiklenmeye başlar. Birbirini doğuran insan gibi duygularımız ve davranışlarımızda başka bir doğurganlık sergiler. Öfke!! Hayata karşı tolerans düşüklüğümüze hazırlanan bu zemin öfkeyi de harekete geçirir.

Peki zihnimizde rehine olan ve özgürleşmeyi bekleyen düşüncelerimizi nasıl hayatımıza doğru bir şekilde aktarabiliriz? Kontrollü ve denetimli bir programlama ile mümkün kılma daha çok tercih edilen bir yol olabilir. Eğer kendi baş etme mücadelemizde bir sonuca varamıyorsak profesyonel bir yardım almak işlevselliğimizin kaybını erkenden önleyebilir.
Devamını Oku
Duygusal İhmal ve İhmale Neden Olan 12 Ebeveynlik Stili
Duygusal ihmal, ebeveynlerin duygusal anlamda çocuklarına yetemediklerinde ortaya çıkabilen durumdur. Duygusal olarak ihmal edilen kişilerde anlam verilemeyen boşluk hissi, yalnızlık, toplum içinde anlık gelen güvensizlik hissi, huzursuzluk, hissizlik, heyecansızlık, hayattan zevk alamama gibi belirtiler görülebilmektedir.

Bu doğrultuda duygusal ihmali anlamak adına aşağıda ihmale sebep olan 12 ebeveyn stili verilmiştir.

1. NARSİST EBEVEYN:
  • Narsist kişiler ebeveyn olduğu zaman çocuklarından kusursuzu talep ederler ya da en azından kendilerini utandıracak şeyler yapmamalarını beklerler.
  • Sağlıklı ebeveynler oyunda başarısız olan çocuklarından çok az rahatsız olurken narsist ebeveynler bu başarısızlık sonucunda aşağılanmış hisseder ve aşırı öfkelenir.
  • Narsist ebeveynler çocuklarının kendilerinden ayrı bireyler olduğunun farkında değildir.
  • Çocukların ihtiyaçları ebeveynlerin ihtiyaçlarına göre tanımlanır ve kendi ihtiyaçlarını ifade etmeye çalışan çocuklar bencil ve düşüncesiz olmakla suçlanır.
  • Narsist ebeveynlerde eksik olan şey çocuklarının hissettikleri şeyi hayal etme ve onu önemseme yeteneğidir.

2. OTORİTER EBEVEYN:
  • Kural odaklı, cezalandırıcı, sert ve katı taleplerde bulunan ebeveynlerdir.
  • Otoriter ebeveynler çocuklarından çok şey bekler ama beklentilerini çocuklara açıklamazlar
  • Kurallara itaat edilmediğinde sert önlemler alırlar
  • Çocukları ile problemi tartışmak yerine ceza vermeyi veya dövmeyi tercih ederler
  • Kendi çocuklarının bireysel ihtiyaçlarını dikkate almadan zihinlerinde var olan şablona göre ebeveynlik yaparlar
  • Yapılması istenen şeyi, çocuğun hemen yerine getirmesini bekler.

3. İZİN VERİCİ EBEVEYN:
  • Otoriter ebeveynin tam zıttıdır.
  • Çocuklarının mutlu olmasını sınırlardan öne koyarlar
  • Çocukları tarafından genellikle mükemmel ebeveynler olarak tanımlanır.
  • Ebeveyn yeterince geri bildirim verici olmadığı için çocuk iyi/kötü yanlarını kendi başına keşfetmek zorunda kalır.
  • İzin verici ebeveyn çocuklarının yaşamak ve dürtülerini yönetmek için kurallara ihtiyaç duymadığı yanılgısına sahiptir.

4. YASLI EBEVEYN (BOŞANMIŞ YA DA SEVDİĞİ BİRİNİ KAYBETMİŞ):
  • Yaslı ebeveynle büyüyen kişiler dünyada kendilerine bir yer açsa bile mutlu hissetmeyebilirler.
  • Bu kişiler kendilerini dökülmemiş bir havuz dolusu gözyaşı ile seyreltilmiş düşük oktanlı yakıtla yarıya kadar boşaltılmış dolu bir depo gibi hissederler.

5. BAĞIMLI EBEVEYN:
  • Ebeveynlerin alkol, sigara, internet, alışveriş vb. bağımlılıkları ile aşırı ilgili olması sonucu çocuğunu duygusal olarak ihmal edecek düzeyde bağlı olmasıdır.
  • Bağımlı ebeveyne sahip kişiler hem duygusal olarak ihmal edilmiş hem de ebeveynlerinin sorumsuz davranışlarından ötürü travmatize olmuşlardır.
  • Bağımlı ebeveynlerin hatası çift kişilikli olmalarıdır. Çocuk bu kişiliklerden hangisinin ne zaman çıkacağını önceden kestiremez.
  • Ebeveynler kendi bağımlılıklarına daldığı zaman çocuklarının duygularını fark edemeyebilir ya da onlara gerçekte oldukları kişi gibi davranamayabilirler.
  • Bağımlı ebeveyn ile büyümüş çocukların bu belirsizlik ile yaşaması sebebiyle yetişkinlikte kaygı bozukluğu yaşama ya da bağımlılık geliştire riskleri daha yüksektir.

6. DEPRESİF EBEVEYNLER:
  • Depresif ebeveyn ile büyüyen çocuklar ebeveynlerinin bu hallerinden kendilerini suçlu görebilmektedir.
  • Bunun yanı sıra ebeveynlerini üzmemek için çok fazla çaba sarf edebilir.
  • Depresif ebeveyn, kendi duygusal gereksinimlerini çözümleyemediği için zaman zaman ortadan kaybolmak isteyebilir. Bu da çocuğun fiziksel olarak da ihmal edilmiş hissetmesi ile sonuçlanmaktadır.

7. İŞKOLİK EBEVEYN:
  • İşkolik kişiler, toplum tarafından olumlu bir şekilde değerlendirilse de bir ebeveyn oldukları zaman olumsuz bazı sonuçları olabilmektedir.
  • İşkolik ebeveynler uzun saatler çalıştığı ve evde olduğu zaman diliminde de akıllarında işleri olduğu için çocuklarının duygu ve düşüncelerine odaklanmakta zorlanırlar.
  • İşkolik bir ebeveyn ile büyüyen çocuk kendisini ebeveynin işinden daha önemsiz hisseder.
  • Bu tür ebeveynler çocuklarının başarılarında da yanında olmakta zorlandığı için çocuklar kendi başarılarının önemsiz olduğu algısına kapılabilmektedirler. Bu da düşük öz güven ve öz değer algısı ile yetişmelerine yol açabilmektedir.
  • İhmal edildiğini ve önemsiz olduğunu hissetmesi sebebiyle okuldan kaçma, madde/alkol kullanımı gibi riskli davranışlara yönelimin daha fazla olduğu görülmektedir.

8. ÖNCELİK VERMESİ GEREKEN ÖZEL GEREKSİNİMLİ BİR AİLE ÜYESİ OLAN EBEVEYN:
  • Ebeveynlerin evdeki özel gereksinimli çocuk ile ilgilenmek zorunda olması ebeveynin suçu olmadığı gibi ihmal edilen çocuğun olumsuz etkilenmesi ile sonuçlanabilmektedir.
  • Çocuk ebeveynin halihazırda zor olan hayatını daha da zorlaştırmamak için sürekli olarak davranışlarını kontrol etme çabasına girebilmektedir.

9. MÜKEMMELİYETÇİ EBEVEYN:
  • Mükemmeliyetçi ebeveyn çocuklarının “en iyi” olmasını isteyen ebeveynlerdir.
  • Bu ebeveynler, çocuklarının notlarının 95 olmasından dahi rahatsızlık duyup 100 almasını talep eden ebeveynlerdir.
  • Mükemmeliyetçi ebeveyn ihmalkar ve ihmalkar olmayan ebeveyn olarak ikiye ayrılabilir. İhmalkar olmayan mükemmeliyetçi ebeveynler çocuklarını istekleri doğrultusunda desteklerler ama ihmalkar olan mükemmeliyetçi ebeveynler çocuklarına kendi istekleri konusunda baskı uygularlar.
  • Bu ebeveynler genellikle kendi başaramadıkları şeyleri çocuklarına yaptırmak istedikleri için baskı uygulayıcı olabilmektedirler.

10. SOSYOPAT EBEVEYN:
  • Sosyopat ebeveynleri diğerlerinden ayıran en temel özellik eylemlerinin ardından suçluluk hissetmemeleridir.
  • Bu tip ebeveynler empati yapmakta oldukça güçlük çekerler.
  • Sosyopat ebeveynler genelde çocuklarını kontrol etme isteğiyle dolu olurlar ve çocuğa kontrol edildiği sürece sevildiği mesajını verirler.

11. ÇOCUĞU EBEVEYNLEŞTİREN EBEVEYN:
  • Bazı ebeveynler çocuğu çocuk gibi değil de ebeveyn olarak değerlendirirler.
  • Evlatlarının çocuk olarak kalmasına ya da çocuksu hareketler yapmasına izin vermez ve ona “Büyü artık.” gibi mesajlar verirler.
  • Bu tip ailelerde büyümüş çocuklar etrafındaki kişilere erkenden bakım vermek zorunda hissedebilirler.

12. İYİ NİYETLİ FAKAT İHMALKAR EBEVEYN:
  • Ebeveynlerin çok sevecen ve iyi bakım verici olduğu zamanlarda da duygusal ihmal görülebilir.
  • Çocuğu sevmek ve onunla uyum içinde olmak birbirinden farklı kavramlardır. Çocuğu yalnızca sevme, yaptığı yanlışları göz ardı etmesi ile sonuçlandığı için çocuk geri bildirim alamıyor ve gelişimi geride kalabiliyor.
  • Çocuk ile uyum içinde olmak için onun duygularını anlamak ve takip etmek önemli bir rol oynuyor.

Bahsedilen ebeveynlik stillerine maruz kalarak büyüyen kişilerin yetişkinlikte duygusal ihmalin etkilerini yaşadığını biliyoruz. Fakat bu duruma değinmemizin sebebinin ebeveynlere öfke duymak değil kendimizi keşfetmek olduğunu ifade etmemiz gerekir. Ebeveynlerimizden kalan bazı etkileri onlara öfkelenerek değil, içimizdeki sağlıklı yetişkini keşfederek iyileştirmenin mümkün olduğunu belirtmemizin önemli olduğunu düşünmekteyiz. Bu süreçte duygusal ihmali etkisini kendi geçmişinde de gözlemleyen ve bu süreçte içindeki sağlıklı yetişkinin sesini keşfetmek isteyen kişilerin kendi psikolojik danışmanlık sürecinden geçmesi önerilmektedir.
Devamını Oku
Duygular Neden Önemli ve Onlarla Neler Yapmalıyız
"Pek çoğumuz kendimizi hissedebilen düşünsel yaratıklar olarak düşünsek de biyolojik olarak düşünebilen hissel yaratıklarız." demiş nörobilimci Dr. Jill Bolte Taylor. Toplumumuzda çoğu zaman duygusal insanların zeki olmadığına yönelik bir algı olsa da aslında düşüncelerini de duygularını da bir destek gibi görmenin olması gereken olduğunu biliyoruz. Çünkü duygularımız, vücudumuzun bizler ile ilişki kurma ve bizi güdüleme yolu olma sebebiyle işlevsel yol göstericilerdir. Bir önceki yazımızda daha detaylı bahsetmiş olduğumuz gibi duygusal olarak ihmal edilmiş kişilerin yaşadığı en büyük zorlanma da duygularının ona gönderdiği mesajları anlamak ve algılamaktır. Hatta bu kişiler çoğu zaman duygularının görülmemesi, reddedilmesi ve halının altına süpürülmesi gereken uyarıcılar olduğunu düşünürler. Bu süreçte duygularla ne yapmamız gerektiğini görmek bizim için en iyileştirici yoldur.

1. Duyguları tanımlamak ve adlandırmak
Duygularını tanımayan ve isimlendirmeyen kişilerin, hayatını anlamlandırması oldukça zor olacaktır. Duygular, görmezden gelindiğinde ya da tanımlanamadığında bedende bazı fiziksel belirtiler beslenme/uyuma/bellek gerektiren işlerde zorlanma,  enerjinin düşmesi, ilişkilerde derinlikten yoksunluk, boş hissetme gibi belirtiler açığa çıkabilir. Bu süreçte kişinin olay anında nasıl hissettiğini tanımlayabilmesi, bilinmeyeni bilinir hale getirecektir. Bu bilinirlik sizin sonraki süreçlerde yakıtınız olacaktır.

2. Duyguları izlemeyi öğrenmek
"Şu an ne hissediyorum? /  Neden şu an ..... hissediyorum? / Geçmişte bunu hissettiğim başka bir an olmuş muydu? / Bu duyguya aşina mıyım? / Hangi zamanlarda bunu hissederim? / Bu çok sık benimle olan bir his mi?" gibi soruları kendimize yöneltmek yakıtımızı her an izlemek ve tanımak için oldukça işlevseldir.

3. Kendi duygularımızı kabul etmek ve onlara güvenmek
Özellikle duygusal anlamda ihmal edilen kişiler, duygularına güven duymakta oldukça zorluk yaşarlar. Duyguların kötü olduğunu düşünür ve bu duygularla ne yapması gerektiğini bilemezler. Bu aşamada kişinin üç kuralı hatırlaması gerekecektir:
  • Kötü duygu yoktur. Duyguların kendileri iyi-kötü,  ahlaklı-ahlaksız değildir.
  • Duygular her zaman mantıklı değildir ancak her zaman ortaya çıkmasının iyi bir nedeni vardır.
  • Duygular çok güçlü olabilirler ancak üstesinden gelebilirsiniz.
4. Duyguları etkili bir şekilde ifade etmeyi öğrenmek
Duygular kendi başına kötü şeyler değildir. Asıl mesele bu duygu ile ne yaptığınızdır. Duyguların gücünü kullanmak için en etkili yol onları düzgün bir şekilde ifade etmektir. Pasif ya da saldırgan bir şekilde gösterilen öfke zararlı olabilirken olumlu bir şekilde ve şefkat ile sunulmuş öfke gayet işlevsel olabilir.

EGZERSİZ: TKBE Çalışması
Duyguları tanımlamanın ve yönetmenin öneminden bahsetmiş olduk. Bu duyguları işlevsel bir hale getirme süreci için bir egzersiz önermek gerekirse buna TKBE (Tanımlamak Kabul etmek Bağ kurmak ve Eyleme geçmek) egzersizi diyebiliriz. Bu basamaklar şu şekildedir. Birincisi, duygunun ne olduğunu tanımlamaktan geçer. Ne hissediyorum ve bu hissetiğim duygu hangi duygu? İkincisi, tanımlanan bu duyguyu kabul etmektir. Duygunun iyi ya da kötü olmayacağını bilmek ve gelen duyguyu yargılamamak. Örneğin; buna niye öfkelendin şimdi, bunda ağlayacak ne var şimdi diyen yargılayıcı iç ses ile yaklaşmadan yalnızca duyguyu misafir eden şefkatli bir kabul ediş diyebiliriz. Üçüncü, adım bağ kurmaktır. Bu duyguya sahip olamanızın nedenini anlamak geçmişte bu duygu ile nerede tanıştığınıza bakmak ve duyguya temas etmek diyebiliriz. Dördüncü ve son basamakta ise eyleme geçmek. Yani bu duygunun gerektirdiği bir eylemin oldup olmadığına karar vermek ve varsa uygun eylemi yapmaktır. 

Bu egzersiz kolay görülen ama ilk zamanlar zorlanılan bir çalışma olabilir duyguları tanımlamak zor gelebilir. Özellikle duygusal olarak ihmal edilmiş kişilere bununla yüzleşmek daha zordur. Egzersizi tekrar tekrar yaptığınızda hayatınızda önce küçük küçük başlayan büyük etkileri zamanla göreceğinizden hiç şüphemiz yok.
Sizlere bu yolculukta bolca keyif diliyoruz.
Devamını Oku
Doğal Afetler Sonrası Yas Süreci ve İyileşme
Ülkemizde yaşanan deprem ve can kayıplarından ötürü bir çoğumuz derin acı, öfke ve çaresilzik içerisindeyiz. Bizi bekleyen afet sonrası tepkileri içeren süreçleri tanımak veya yas sonrası iyileşme sürecini desteklemek adına bilgilendirici bir içerik paylaşmış olmak istedik. Hepimizin adına duygularımızı şefkatle ve sabırla karşılayabildiğimiz beraberce iyileştiğimiz bir süreç olması dileğiyle.

AFET SONRASI EVRELER
  1. Afet Öncesi Evre: Bu basamakta korku ve belirsizlik duyguları hakimdir. Savunmasızlık güvende olmama felaketleri öngörememeye ilişkin korkular kontrol kaybı hissi gibi belirtilerin görüldüğü evredir. Örneğin; deprem beklenen bölgedeki kişilerin, kendini güvenliğe almak için çaba sarf etmesi gibi.
  2. Darbe Evresi: Duygusal tepkiler meydana gelen afetin türüne göre değişiklik gösterebilir. Şoka girmekten paniğe kapılmaya kadar duygusal fizyolojik bilişsel ve davranışsal tepkiler görülebilir. Aile üyelerinden birinin kaybı, bu süreçte kaygıya yol açabilir.
  3. Kahramanlık Evresi: Bu evrede fedakarlık duygusu egemendir ve adrenalin kaynaklı kurtarma davranışı sergilenir. Kişinin elinden geldiğince çevresine yardım etmesi ile gözlemlenebilir.
  4. Balayı Evresi: Her şeyin hızla düzelebileceğine dair iyimserliğin görüldüğü dönemdir. Bu dönem iyi oluşun arttığı ve yardımların olabildiğince temin edildiği dönemlerdir. *Kahramanlık ve balayı dönemi birbiri ile iç içe geçmiş dönemlerdir.
  5. Hayal Kırıklığı: Gerçek mutsuzluk ve üzüntünün geldiği basamaktır. Bu aşamada stres ve yorgunluğun olumsuz etkileri ortaya çıkarken iyimser tutum yerini umutsuzluğa bırakıyor.
  6. Yeniden Yapılanma: Kişinin üzüntüyle ile yüzleşmesi ile beraber kabullenme süreci başlar. Kişi artık çektiği acıyla nasıl yaşayacağını anlamaya başlamıştır. Reddetmesi, kızması, pazarlık etmesi gereken bir şey kalmamıştır. Birey hayatlarını yeniden inşa etme sorumluluğunu üstlenmeye başlar.

SAĞLIKLI BİR YAS SÜRECİ İÇİN ÖNERİLER
  1. Bu süreci tek başına atlatmayıp aile, arkadaş, komşu gibi sosyal destek alanlarını güçlendirmek
  2. Beslenme, barınma, giyinme gibi temel gereksinimlerin önemli olduğunu unutmayıp dengelemeye çalışmak
  3. Kayıp yaşayan kişinin güvende hissedeceği bir ortamın oluşturulması
  4. Kayıptan duyulan acının kabul edilmesi ve ifade edilmesinin teşvik edilmesi
  5. Kaybı olan kişilere karşı "Güçlü olmalısın hayat devam ediyor beterin beteri var" gibi ifadeler yerine dinleyici ve kabul edici olmak
  6. Kültürü ve inancı doğrultusunda cenaze törenlerinin yapılması
  7. Ölen kişi olmaksızın hayatını sürdürebilmek için var olan sorunları belirlemek
  8. Yaptığınız ve yapamadığınız şeyler için kendinizi affedin
  9. Yas sürecindeki olumlu etkileri dikkate alınarak günlük rutinlere yönelmeye çalışmak (Örneğin; okula devam etmek çalışanları işe yönlendirmek yaşlıları ve ev kadınlarını yeni ilgi ve uğraşı alanları bulmaları için teşvik etmek)
  10. Sabırlı olun ve yasın süreç olduğunu unutmayın. Duygularınızı yaşamak için kendinize zaman verin.

"Beraberce iyileşeceğiz yalnız değilsiniz."
Devamını Oku
Dijital Dünyanın Ebeveynlerine Tavsiyeler
Dijital çocuklar büyütmek, kendi ekransız çocukluğumuzdan tümüyle farklı olduğundan çoğu ebeveyn için ürkütücüdür. Bazı dijital tehlikelerden sakınmak için en iyi biçimde donanım kazanırsak ve teknolojinin çocuklarımızın gelişimini desteklemek için nasıl kullanılacağını bilirsek miras aldıkları bu dijital dünyada büyümek için en iyi olası başlangıcı sunmuş oluruz.

Bu başlangıçları yapabilmek için alınabilecek başlıca önlemler şunlardır: 
  • Tüm cihazlarda ebeveyn denetimini kurun ama bunun çocuğunuzun internet güvenliğini tümüyle garanti etmediğini aklınızdan çıkarmayın. Çocuklarınız internette gezinirken aktif biçimde gözlemleyin ve onlarla yakın ilişki kurun. Cihazları bu yüzden evde ortak kullanılan alanlarda tutmalı ve odalara götürülmesini yasaklamalıyız.
  • Bir medya yönetim planı (çocukların teknolojiyi neden, ne zaman, nerede, ne kadar ve kiminle kullanabileceğini detaylarını içeren bir plan) oluşturun. Yazılı resmi bir belge veya sözel bir plan olabilir. Çocuğunuz büyürken ve dijital bilgileri değişirken buna tekrar dönüp güncellemeniz gerekeceğini unutmayın.
  • Ekran başında geçirilen zamanın sınırlama getirin ama sadece ekranlarla ne kadar zaman geçirdiklerine odaklanmayın. En önemlisi ekranları kullanırken ne izlediklerini/yaptıklarını/oynadıklarını da göz önünde bulundurun. Öğle ya da gece uykusundan 90 dakika önce ekranlara maruz kalışını en aza indirin.
  • Çocuğunuz için ekran başında geçireceği sağlıklı sürelere karar verin: İlişkiler, uyku, oyun, hareket, beslenme ve ifa işlevi becerileri için günlük olanaklara sahip mi ?
  • Mümkün olan yerlerde teknolojiyi çocuğunuzla birlikte kullanmanın çocuklar için faydalı olduğuna dair bol bol kanıt bulunmaktadır. İnternette ne yaptıkları ile ilgilendiğinizi gösterin ve sanal dünyada öğrendiklerini gerçek dünyada aktarmalarına yardımcı olun.
  • Olası zarar riski yüzünden çocukların kablosuz ağlara maruz kalışını en aza indirin: Uygulamaları kucaklarındaki cihazda kullanmasınlar, kullanılmadığı zamanlarda modemleri kapatabilirsiniz, mobil cihazları uçak moduna alın, çocuk ile cihaz arasındaki mesafeyi arttırın ve mümkün olduğunda kablo bağlantısını kurun
  • Çocukları dijital cihazları kullanırken sağlıklı dinleme, görme ve duruş alışkanlıkları öğretin.
  •  Sağlıklı medya alışkanlıklarına kendiniz örnek oluşturun: çocuklarınızın yanında telefonunuzu ya da cihazlarınızı kullanırken net sınırlar koyun.
  • Yeşil zamanınızı ile ekran zamanınızı dengeleyin. (Yeşil zamanlar yani açık alanda planlanmamış serbest oyun saatleri, zihnin dinlenmesine ve çocuğunuzun yaratıcılığının gelişmesine yardımcı olur.)
Devamını Oku
Derinlemesine Yaşamak
En temel öz-şefkat sorusu şudur: "Neye ihtiyacım var? ". Ancak hayatımızda en değer verdiğimiz şeylerin neler olduğunu bilmeden kendimize ihtiyacımız olanı veremeyiz. İhtiyaçlar da değerler de insan doğasında gerekli olan şeyleri yansıtır gibi görünür.

Yaşamdaki mücadelemiz büyük ölçüde temel değerlerimize bağlıdır. Örneğin; boş zamana ve yeni maceralara değer veriyorsanız fazladan mesai saati geretirecek bir terfi almamak sizin için lütuf olabilir ancak ailenizin geçimini sağlamaya önem veriyorsanız terfi için es geçilmiş olmanız sizin için yıkıcı olabilir.

Temel değerlere örnek olarak şefkat, cömertlik, dürüstlük ve hizmet gösterilebilir. Temel değerlerimizin çoğu kişisel değerledir başkalarının bize nasıl davranmasını ve başkalarına nasıl davranmayı istediğimizle ilişkilidir.

Hedefler ve temel değerler birbirinden farklıdır.
  • Hedeflere ulaşılabilir. Temel değerler hedeflere ulaştıktan sonra dahi bize yol gösterir.
  • Hedefler varış yerleridir. Temel değerler yönergelerdir.
  • Hedefler yaptıklarımızdır. Temel değerler olduğumuz şeylerdir.
  • Hedefler belirlenir. Temel değerler keşfedilir.
  • Hedefler sıklıkla dışarıdan gelir. Temel değerler derinden gelir.
Devamını Oku
Depresyonun Son Baharı Olsun
Sonbahar; ayrılık ve hüzün mevsimi... Enerjisiyle, sıcağıyla, denizi ve tatilleriyle bir yazı daha geride bıraktık. Eve dönüşlerle birlikte okul ve iş yaşamının sorumlulukları karşıladı hepimizi. Peki, bu geçiş dönemi bize psikolojik olarak ne hissettirir suçlusu sonbahar mıdır ?

Ruh halinin çevresel koşullardan etkilendiği bilimsel bir gerçekliktir. Günlerin kısalmasıyla birlikte gün ışığından daha az yararlanılan bu mevsimde melatonin hormonu seviyesi yükselir. Melatonin aktivasyonu ise uyanıklık halini azaltıp uyku isteğini arttırır. Mutluluk hormonu olarak adlandırılan seratoninin aktivasyonu ise belli stresörlere bağlı olarak düşer ve ruhsal çökkünlük durumunu tetikler.

Sonbahar depresyonunun belirtileri olarak cinsel istekte azalma, sıkıntı ve çaresizlik duygusu, iştahın yoğun dercede artması veya azalması uyku halinin artması veya azalması, depresif ruh hali, suçluluk duygusu, intihar eğilimi gösterilebilir. Duygu durumundaki değişikliklerin iki haftadan uzun sürmesi halinde uzmana başvurulmasında fayda olacaktır.

Sonbahar Depresyonundan korunmak için neler yapmalıyız ?
  • Gün ışığından mümkün olduğunca fazla yararlanmaya çalışın ve güne erken başlayın.
  • Bedensel olarak rahatlamanızı sağlayacak spor faaliyetlerinde bulunun.
  • İlgi ve yetenekleriniz doğrultusunda hobi edinin.
  • Yakın arkadaşlarınızla birlikte sosyalleşin.
  • Küçük molalarla ruh halinizi destekleyin.
Devamını Oku
Depremin Psikolojik Etkileri
DEPREMİN PSİKOLOJİK ETKİLERİ İLE NASIL BAŞA ÇIKILIR ?

Büyük depremler insanların başına aniden gelir ve herkesi sarsar. Bu türden bir deprem felaketine maruz kalan bazı kişilerde fiziksel bir yaralanma olmasa bile duygusal sorunlar ortaya çıkabilir. Doğal afetlere her insan çeşitli türden tepkiler gösterir. Bu tepkiler tamamen normaldir. Bunların neler olduğunu bilmenizin olayın psikolojik etkilerinden daha çabuk kurtulmanıza yardımı olacaktır.

Şiddetli depremden hemen sonra tipik olarak bir şok tepkisi içine girebilirsiniz. Hatta bazı insanlarda şok o derece ağırdır ki yüz ifadeleri olaydan hiç etkilenmemiş gibi donuklaşır. Bu durum aslında yoğun ızdıraba karşı vücudunuzun verdiği normal bir tepkidir. Bir süre için kendinizi uyuşmuş yaşamdan kopmuş gibi hissedebilirsiniz. Hatta olayın hiç olmadığını düşünebilirsiniz. İlk şoktan sonra herkes aynı tepkileri göstermez. Aşağıda belirtilenler böyle bir  felaket durumuna karşı insanların gösterdikleri normal tepkilerdir:
  • Korku, endişe, suçluluk, pişmanlık, öfke, karamsarlık, panik, çaresizlik ve utanç gibi duygular çok derin ve yoğun yaşanır. Bu duygular sık sık değişebilir. Kendinizi eskiye kıyasla daha sinirli hissedebilirsiniz. Bazı duygularda ani iniş-çıkışlar olur. Endişeli sinirli ya da karamsar olabilirsiniz.
  • Düşünce ve davranışlarınız olayın etkisi altındadır. Olayla ilgili anılarınızı tekrar tekrar anlatmak ihtiyacı duyarsınız. Yaşadıklarınız gözünüzün önünden gitmez. Her an tekrar deprem olacakmış gibi hisseder korku duyabilirsiniz. Dikkatinizi yaptığınız işe vermekte ya da karar vermekte zorlanabilirsiniz. Kafanız kolayca karışabilir. Hafızanızda problemler olabilir. Olan bitenlere inanmakta güçlük çekebilirsiniz. Uykunuz, yeme düzeniniz ve iştahınız bozulabilir. Ancak güçlü kalmak yakınlarınıza ve çevrenize yardımcı olabilmek için elinizden geldiğince ve olanaklar elverdiğince iyi beslenmeniz ve dinlenmeye çalışmanız gerektiğini unutmayın.
  • Aynı felaketi yaşayan kişilerle sürekli olarak konuşma ihtiyacı duyabilirsiniz. Ama zaman zaman da içinize kapanıp hiç konuşmadan sadece düşünmek isteyebilirsiniz. Bunlar normaldir. Başka insanlarla sık sık konuşmanızın duygularınızı paylaşmanızın size yararı olacaktır. Çekinmeyin.
  • Yoğun stresten ötürü vücudunuzda bazı belirtiler ortaya çıkabilir: Örneğin; baş ağrıları, bulantı ve göğüs ağrısı olabilir. Daha önce sürekli tedavi gerektiren tıbbi bir rahatsızlığınız varsa şiddeti artabilir. Bu durumda tıbbi yardıma başvurunuz. Şu noktayı anlamak çok önemlidir: Aynı olaya herkes aynı tepkiyi göstermez.
  • Bazı insanlar hemen tepki gösterir bazılarının tepkisi ise aylar hatta yıllar sonra gecikmeli olarak ortaya çıkabilir. Bazılarının yaşadığı rahatsızlık verici tepkiler uzun zaman sürer bazı kişiler ise çok çabuk eski hallerine dönerler. Tepkiler zaman içinde de değişir. Bazıları olayın yaşandığı  sırada çok enerjiktirler ve sanki bu enerji sayesinde olayla daha kolay başederler ama hemen sonra umutsuzluk ve karamsarlık yaşarlar. Kendinize ve ailenize nasıl yardımcı olabilirsiniz? Duygusal olarak yeniden eskisi gibi sağlıklı bir duruma gelebilmeniz ve yaşamınızın kontrolünü yeniden ele geçirebilmeniz için yapabileceklerinizden bazıları şunlardır:
  • Bu dönem kuşkusuz yaşamınızın zor bir dönemidir. Toparlanmak ve kendinize gelmek için zaman tanıyın. Kayıplarınız için yas tutmanız en doğal hakkınızdır. Duygularınızda iniş çıkışlar olması normaldir. Kendinize karşı sabırlı olun.
  • Bu olayı yaşayan herkes sizin hissettiklerinize benzer şeyler hissetmektedir. Onlarla dayanışma içinde olun duygularınızı paylaşın.
  • Alkol ve diğer uyuşturucu maddelerden uzak durun. Bunların yarardan çok zararı olacaktır. Ancak doktor tarafından verilen ilaçların kullanımı aksatılmamalıdır.
  • Kendinizi bir takım etkinliklerle meşgul edin. Bu oyalama çabaları başkalarına yardımcı olmak, şu anda olabildiğince hayatınızı düzene koymaya çalışmak ya da çocuklarınızla daha yakından ilgilenmek biçiminde olabilir.
  • Duygusal olarak yakın gelecekte de neler yaşayabileceğinizi öğrenmeye çalışın. Bilgi edinin veya sağlık kuruluşlarının deprem için oluşturulmuş özel birimlerine başvurun.
  • Tekrar toparlanmak için sizin açınızdan en önemli olan ihtiyaçlarınızı ve  yapılması gereken işlerinizi sıraya koyun ve tek tek ele alın. 

Çocuklar için neler yapmalı?
Bu depremden sonra yaşanan korku ve kaygı özellikle çocuklar için çok zorlayıcıdır. Bazı çocuklar daha küçük yaşlarda normal olan parmak emme, altını ıslatma gibi davranışlara geri dönebilirler. Kabuslar görebilir, yalnız yatmaktan korkabilirler. Okul başarıları etkilenebilir. Ayrıca daha sık öfke nöbeti gösterebilir ya da içlerine kapanıp yalnız kalmak isteyebilirler. Bu çocuklar için yapabileceğiniz bazı şeyler aşağıda sıralanmaktadır:
  • Onlarla daha fazla zaman geçirin. Olaydan hemen sonraki günlerde çocuğunuz sizden ayrılmak istemeyebilir. Sık sık elinizi tutmak kucağınızda oturmak boynunuza sarılmak isteyebilir. Eteğinize yapışıp ayrılmayabilir. Her fırsatta sizinle konuşmak ister. Yatmak istemez. Bunlara göz yumun anlayışlı davranın. Onlara dokunun sarılın. Bu tür fiziksel temas çocukları çok rahatlatır.
  • Gerginliklerini azaltmak için onlara oyun imkanları tanıyın. Resmi kurumların açtığı çocuk merkezlerine gönderin. Buradaki oyun ve resim yapma faaliyetlerine katılmalarını teşvik edin. Küçük çocuklar resim yaparak olayla ilgili gerginliklerinden kurtulabilirler. Yaşadıklarını resme dökmeleri onlar için yararlıdır.
  • Daha büyük çocuklarınızın sizinle ayrıntılı konuşmalarına izin verin duygu ve düşüncelerini ifade etmeleri için onları destekleyin yüreklendirin. Bu sayede felaketle ilgili olarak kafalarındaki sorulara cevaplar bulabilirler ve korkuları azalır. Sordukları soruları onların anlayabileceği biçimde cevaplamaya çalışın. Sık sık onları sevdiğinizi korkularını ve kaygılarını anladığınızı gösterin. Yemek yemek, oyun oynamak, uyumak gibi faaliyetleri mümkün olduğunca belli saatlerde yapmalarını sağlamaya çalışın. Çocuklarınıza hayatın artık normale dönmekte olduğu duygusunu vermeye çalışın.

UNUTMAYIN YALNIZ DEĞİLSİNİZ !
Psikolojik sorunlarınız daha sonraki haftalarda ve aylarda da devam ediyorsa size yardım edecek profesyonel insanlar ve kurumların mevcut olduğunu unutmayın. Şu anda çok normal olan bu gerginlik ve korku haliniz çok uzun süre devam ederse mutlaka sağlık kuruluşlarına başvurunuz.
Devamını Oku
Çocuklarla Corona Virüsü Konuşmak
Çocuklarımız, fizyolojik olarak virüsten en az etkilenen yaş grubu olsalar da psikolojik olarak fazlasıyla etkilendiklerini söylemek mümkün. Tam olarak adlandıramadığız ne kadar süreceğini bilmediğimiz fakat aşacağımızdan emin olduğumuz bir sürecin içindeyiz. Çocuklarla bu süreç hakkında iletişim kurarken özen göstertermekte fayda olduğunu düşündüğümüz birkaç konuyu sizlerle paylaşmak isteriz.
  • Öncelikle kaygının virüsten daha bulaşıcı olduğunu bilmek ve çocuğa aktarım yaparken sakin olduğumuz ve sakin göründüğümüzden emin olmamız gerekir.
  • Virüsle ilgili soru sorduğunda ilk yapmamız gereken Sence nedir? , Virüs hakkında ne düşünüyorsun?   gibi sorularla çocuğumuzun neyi bildiğinden emin olmalısınız. Bu bilgi, bizim için başlangıç noktası olacaktır. Çocuğumuzun bildiğinden azını sunmak bize karşı güvensizlik yaratacaktır. Aksine çok kötü bir tablo çizerseniz de çocuktaki kaygı ve endişe artacaktır.
  • "Virüsler, gözle göremediğimiz çok minik mikrop gibi şeylerdir. Şimdilerde dünyamıza yayılan bir virüs var. Bilim adamları bu virüsü tanımak ve önlemler almak için çalışmalar yapıyor. Biz güvendeyiz ve yayılmasını önlemek için yapabileceklerimiz var biliyor musun? Elimizi sıkça yıkamak, düzenli beslenmek,   elimizi yüzümüze, ağzımıza ve burnumuza götürmemek, hapşırınca ağzımızı kapatmak, kalabalık ortamlardan uzak durmak gibi..." şeklinde bir açıklama yapılabilir.  
  • Kaygının en temel sebeplerinden birinin belirsizlik olduğunu biliyoruz. Bunu önlemek amacıyla evdeyken günlük bir rutin oluşturmakta fayda var. Rutinler öngörülebilirliği açısından güvende hisettmemizi sağlar.
  • Bilgi kirliliğinden uzak durmak ve çocukları uzak tutmak alınabilecek en önemli tedbirlerden.
  • Çocuklarımızın duygu paylaşımına izin verelim. Virüs ve virüsün yansımaları hakkında (örneğin; okulu ve arkadaşlarımı özledim gibi.) ne düşündüğü, nasıl hissettiğini konuşmak gibi...
  • Okulların tekrardan ne zaman açılacağını sorarsa bununla ilgili bilgileri takip ettiğinizi ve kendisini bilgilendireceğinizi iletin.
  • Özellikle okul öncesi dönemde soyut kavram ve ifadeler sınırlı olduğundan hayalindeki virüsü çizmesini istemeniz ve onu çizimlerle birlikte komik hale getirmeniz iyi hissettirecektir.
  • Çocuklar için oyun en şifalandırıcı kaynaklardan biridir. Sıklıkla oyun oynayarak kaliteli vakit geçirerek olumsuz duyguları yönetmesine yardımcı olabilirsiniz.
Devamını Oku
Çocuklarda Yalan Söyleme
Ebeveynler her dönemde çocuğunun yalan söylemesinden endişe duymuştur. Bu konuda çocuğunu defalarca tembihler ve kötü bir şey olduğunu anlatır. Yalan söyleyen çocuklarda ilk etapta çocuğun yaşı önemli bir faktördür. Eğer çocuk 5 yaşın altında ise bu yalan söylemenin amacı aldatmak değildir. Fakat 5-6 yaş sonrasında yalan bir davranış bozukluğu olarak değerlendirilebilir.

Çocukların yalan söyleme nedenleri neler olabilir?
  1. Sevildiğini ya da güvenildiğini hissetmeme durumunda çocuklar ciddiye alınmak amacıyla yalan söyleyebilir.
  2. Yaptıkları yanlış davranışın suçlayıcı tavırlarını üzerinden atmak ve sorulardan kurtulmak için
  3. Onunla gurur duyulmasını istediği için
  4. İlgi çekmek için abartılı hikayeler anlatabilir ve yalan söylüyor gibi görünebilir.
  5. Kötü biri olmak amacıyla değil, fakat eğlence olsun diye yani heyecan için yalan söyleyebilir.
  6. Klinik gözlemler sonucu görünene göre çok yüksek bir oran çocukların ebeveynlerinin otoriter tavırlarından ve cezalarından kurtulmak için yalan söylemeye meyil ettiklerini belirtmektedir.

Çocuğunuzun yalan söylediğini fark ederseniz nasıl bir yol izlenmelisiniz?
  1. Çocuğun gücünün üstünde kurallar ve sınırlardan kaçınmalısınız
  2. Yeteneğinin üzerinde beklentiler girmeye veya aşamayacağı hedefler koymaya dikkat etmelisiniz
  3. Sorunlu davranışını, yalan söyleme davranışından ayırın yani ilk önce yanlış davranışı ve bunun sonuçlarını öğrenmeye çalışın
  4. Yalanını her yakalandığınız da öfke ile karşılık vermeyin. Nazikçe bir konuşma yaparak ona doğru söylemesinin sizi daha iyi hissettirecegini açıklayın
  5. Çocuğu yalan kapanına kıstırıp yalan söyleme ihtimali olan durumlara daha çok soru sorarak kaygı ortamı oluşturmayın
  6. Bir sorunu olursa sizinle açıkça konuşabilmesi için evde uygun bir ortam yaratın

Bazı araştırmacılar Pinokyo ve benzeri masal ve çizgi filmlerin içeriklerinin çocukları yalan söylemeye teşvik edici faktörlerden biri olduğunu düşünmektedir. Her yalan söyledikten sonra burnu uzayan Pinokyo nun başına gelenlerin hepsi çocuğun başına gelmediğinde bu durumun onlar da yalan söylemenin kötü olmadığı ile ilgili bir izlenim yarattığına inanılmaktadır.
Devamını Oku
Çocuklarda Öfke Yönetimi
Öfke; bireyin istek ve ihtiyaçlarının engellenmesi, adaletsizlik veya tehdit algılanması durumunda savunma amacıyla ortaya çıkan temel bir duygudur. Öfke esnasında bedende kasların gerilmesi, kaşların çatılması, dişlerin sıkılması, kızarma, kalp çarpıntısı, kontrol kaybı, tireme ve terleme gibi bedensel belirtiler görülmektedir. Öfke, çok zarar verici gibi yorumlansa da diğer bütün duygularımız gibi normal bir duygudur. Kişiye enerji vermesi olumsuz duyguların dışa vurumunu kolaylaştırması, kişiyi uyarması ve isteklerini elde etmek konusunda motive etmesi şeklinde birçok koruyucu etkisi bulunmaktadır. Bunun aksine  çocuklarda öfke, kendisine ve çevresine zarar verme kontrol edilemez bir dürtüsellik saldırgan eğilimler şeklinde de problemler teşkil etmektedir. Bu öfkeli ve saldırgan belirtilerin 4 yaşını geçmesine rağmen görüldüğü durumlarda önlem alınması ve müdahale edilmesi gerektiği düşünülmektedir.

Çocuklarda öfke oldukça yaygın karşılaşılan bir problemdir.  Peki çocuklarda görülen öfke ve saldırgan davranışlar hangi sebeplerden ötürü kontrol edilemez bir hale gelmektedir:
  • Ebeveynin çocuğun mümkün olan potansiyelinin üzerinde beklentileri olduğu durumlarda
  • Çocuğun inandığı ve eğilim gösterdiği şeyler küçümsendiğinde veya görmezden gelindiğinde
  • Yaşının ve gelişiminin gerektirdiği enerjiyi boşaltma ihtiyacı için meşru bir kaynak bulamadığında
  • Ebeveynler ve sosyal çevre ile anlaşma konusunda iletişim problemleri yaşadığında
  • Çocuğun mevcut duygu ve düşünceleri baskılandığında ya da değiştirilmeye zorlandığında
  • Davranışları ebeveynlerin gözlem hataları sebebiyle yanlış yorumlandığında
  • Fiziksel, cinsel veya sözel şiddete maruz kaldığında
  • Ebeveynler arası tutarsız davranışlar görüldüğünde

Öfke yönetimi için neler yapmalıyız:
  • Çocuğa öfke de dahil bütün duygularını ifade etmesi için ortam sağlanmalıdır
  • Öfke duygusunun sonucunda ortaya çıkan etkiler somutlaştırarak çocuğa öğretilmelidir. Örneğin; kitaplardan destek almak resim çizmek.
  • Öfkeyi tetikleyen çevresel uyaranlar keşfedilmeli ve ortadan kaldırılmadır.
  • Öfkeli olduğu durumlarda ben dilini kullanması konusunda destek olunmalıdır. Örneğin; oyuncağımın kırılması beni öfkelendirdi.
  • Öfkenin görüldüğü anlarda olduğu yerden uzaklaştırılıp bakıvereninin yanında olması ve destek sağlaması gerekmektedir. Bu şekilde çocuk duygu düzenlemeyi öğrenecektir.
  • Nefes egzersizleri, mindfulness gibi sakinleştirici yöntemler öğretilmeli ve öfke anında uygularken ebeveyn destek sağlamalıdır.

Buna rağmen karşılaşılan öfke nöbetleri ile baş edilemediği durumlarda mutlaka bir uzmandan destek alarak çocuğun bireysel ihtiyaçları değerlendirilmeli ve buna göre bir çalışma planı oluşturulmalıdır.

Kitap Önerisi
   
  • Öfkemle Nasıl Başa Çıkabilirim? - Dagmar Geisler
  • Çok Sinirliyim - Pedagog Ayşe Oy
  • Semih in Öfkesi - Sangeeta Bhadra
Devamını Oku
Çocuklarda Ekran Süresi
Ekran süresi; televizyon, bilgisayar, tablet, oyun konsolu, akıllı telefon, dijital oyun cihazları gibi ekrana bakılarak harcanan süreyi kapsamaktadır. Teknolojinin hayatımıza girmesi ile çocukların ekran maruziyetinin gittikçe arttığı görülmektedir. Teknoloji, zaman zaman çocuk için harika bir öğrenme ve eğlence kaynağı olabilirken sağlıklı sınırların dışına çıkıldığında bir zehir etkisi yaratabilmektedir.

Ekran süresini sınırlamak neden önemli?
  • Çocuğun ekrana ayırdığı vaktin artması ile uykunun hem süresinin hem de verimliliğinin azalması çocuğun gelişimini olumsuz etkilemektedir.
  • Ekran süresinin artmasının sosyal etkileşimini azaltması ve iletişiminin olumsuz etkilenmesi sonuçlarına yol açabilmektedir.
  • İnsanları tanıma, anlama, duygularını okumadan sorumlu sosyal farkındalığın ekran süresinin artışı ile azalmaya başlaması.
  • Ekran süresinin artışının çocukların dikkat sürelerini azaltan etkilere hatta Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu, Otizm Uyaran eksikliği gibi gelişimsel veya nörolojik patolojilere sebebiyet verebilmektedir.
  • Akademik hayatın ekrana nazaran daha keyifsiz gelmesi sebebiyle okul başarısında düşüşe yol açabilmektedir.
  • Çocuğun günlük ihtiyacı dahilinde yapması gereken fiziksel aktiviteyi kısıtlamaktadır.
  • Teknolojinin kontrol edilemez ve uçsuz bucaksız olması sebebiyle reklam veya uygunsuz içeriklere erişime yol açması görülebilmektedir.
  • Gereğinden fazla ekran süresi çocuğun motor gelişimi, dil gelişimi, kelime öğrenme hızı, sosyalleşme yetisi, dünyayı kavrama algısı ve zeka gelişimini olumsuz etkileyebilmektedir.

Teknolojiyi sınırlamanın yolları nelerdir?
  • Çocuğun uyuduğu odada tv, telefon, tablet bulundurulmamalıdır. Bu durum ekran süresini arttırabildiği gibi uyku sorunları, obezite veya düşük akademik başarıya da neden olabilmektedir.
  • Çocuğunuzun ailecek izlenecek filmlerde veya oynanacak video oyunlarında söz hakkı olmasını sağlayın. Bu durum, çocuğun maruz kaldığı içerikleri takip etmenizi de kolaylaştıracaktır.
  • Ekranda vakit geçirilen anları da ailecek yapılan bir aktiviteye dönüştürün ve oynadığı oyuna/izlediği içeriğe siz de dahil olun. Bu esnada izlenen/oynanan içerik hakkında fikirlerini sorarak onu anlamaya ve dinlemeye çalışarak sıkılıkla iletişim kurun.
  • Zaman sınırı belirleyin. Özellikle ortak bir şekilde belirlenen zaman sınırına çocuğun uyum sağlama oranı daha yüksek olacaktır.
  • Çocuk belirli bir program izlemediğinde ders çalışırken, yemek zamanlarında televizyonu kapatın.
  • Anne babanın da gerekmedikçe ekran maruziyetini azaltması, çocuğun model alması ve sınırlarını koruması adına iyileştirici olacaktır.

Yaşlara göre ekran süresi nasıl olmalıdır?
  • 0-3 yaş arası → Ekran maruziyeti önerilmemektedir.
  • 3-4 yaş arası → Günde maksimum 20 dakika önerilmektedir
  • 4-5 yaş arası → Günde maksimum 30 dakika önerilmektedir
  • 5-6 yaş arası → Günde maksimum 1 saat önerilmektedir
  • 6-8 yaş arası → Ekran süresi günde 2 saat ile kısıtlanmalı aile ile geçirilen zamanlarda ekran kullanılmamalıdır. Ekran, ebeveyn kontrolünde olmalıdır. Maksimum sürenin tamamı tek seferde kullanılmak yerine parça parça kullanılmalıdır.
  • 8 yaş ve üstü → Ekran süresi günde 2-3 saat ile kısıtlanmalı aile ile geçirilen zamanlarda ekran kullanılmamalıdır. Ekran, ebeveyn kontrolünde olmalıdır. Maksimum sürenin tamamı tek seferde kullanılmak yerine parça parça kullanılmalıdır. Ekran süreleri aralarına en az 15 er dakikalık fiziksel olarak aktif olduğu görevler eklenmelidir.

Devamını Oku
Çocuklarda Dikkat Eksiliği ve Hiperaktivite Bozukluğu Nedir (DEHB)
Çevremizden sürekli olarak duyduğumuz ama yanlış olarak bildiğimiz birçok yönü ile DEHB (Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu) hakkında bilgilendirmeler yapacağımız yazımıza başlıyoruz. Öncelikle DEHB, şu anki yaşadığımız toplum içerisinde yaygın olarak duyduğumuz bir kompleks bozukluktur. Herkesin hayatında dikkatinin zaman zaman dağıldığı, ani parlamalar yaşadığı ve çoğu insanın yaşadığı süre boyunca kısmi bir vaktinin sosyal ilişkilerinden geri kaldığı, unutkanlık yaşadığı anlar olmuştur. Fakat Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğuna sahip olan bireylerde kısa bir zaman içeresinde yaşanan sorun olmaktan çıkıp hayatları boyunca bu tür semptomlarla yaşamlarını devam ettirdiğini ve bu belirtilerin günlük hayatlarının düzenini etkilediğini söyleyebiliriz. Bu alan üzerine yapılan çalışmalar sonucunda, bozukluğun okul çağı ve ergenlik dönemlerin de daha çok şekillendiği görülmüştür. Dünya genelinde çocuk-ergenlerde yaygınlığının yaklaşık %4 olduğu bilinmektedir. DEHB teşhisi olan çocukların, yetişkinlik dönemlerinde tam olarak DEHB’ den kurtulamadığı kanıtlanmıştır. 

DEHB’nin hiperaktiviteyi içeren ve içermeyen iki formu vardır. Hiperaktivite; yetişkinlerin veya çocukların sürekli olarak hareket meyillinde olmaları kıpırdamaları ellerini ve ayaklarını sallamaları yani gerçekten de yerinde duramamaları ile gösterilen bir motor bozukluktur. Hipoaktivite ise gereğinden az aktivite anlamına gelir. DEHB’in hipoaktif varyasyonu özel bir varyasyon olarak adlandırılır. Hipoaktif DEHB’liler genellikle dalgın olarak nitelendirilir. 

DEHB’nin belli bir düzeyde anlamlandırılmış belirtileri vardır; 
  • Dikkat ve odaklanma bozukluğu 
  • Hiperaktivite huzursuzluk ve sinirlilik  
  • Duygudurum oynaklığı duygusal bozukluklar ve memnuniyetsizlik 
  • Organize olamama 
  • Unutkanlık  
  • Kendinden şüphe etme 
  • Dürtüleri kontrol edememe gibi maddeler DEHB’nin belirlenmesine olanak sağlar.  

Hamilelik döneminde ilaca maruz kalınması veya problemli bir hamilelik dönemi geçirilmesi yukarıda bahsedilen belirtileri tetiklemektedir. Bunun yanı sıra genetik faktörlerinde etkisi büyüktür. Tam bu noktada ailenin erken bilinçlendirilmesi ve bir profesyonel yardım almasını çözüm sürecinde önemli bir yere sahiptir.
Devamını Oku
Çocuk Gelişiminde Babaların Rolü
Geçmişte babaların ev içerisindeki rolleri yalnızca ahlak öğreten veya evin geçimini sağlayan fakat çocuk ile iletişimden sorumlu olmayan kişi olarak ilerlemekteydi. Günümüzde ise kadınların iş hayatına yönelmesi sosyal standartlar boşanmalardaki artış ve genel beklentiler, babaların çocuk bakımındaki rolünü yeniden yapılandırmaktadır.

Günümüzde babalık, bu rollerin yanı sıra çocuk yetiştirici kişi de olmaya başlamıştır. Babanın gereken rolleri anneye duygusal destek ve çocuk bakımında sorumluluk paylaşan kişi gibi tanımlamalar ile zenginleşmektedir.

Çocuk gelişimine babanın da dahil olmasının yararları nelerdir?
  • Çocuğun cinsel kimlik gelişiminde önemlidir.
  • Baba sevgisini ve desteğini hissetmek çocuğun özgüvenini olumlu etkiliyor.
  • Farklı davranışlara karşı daha rahat alternatifler bulmasını sağlar
  • Erkek çocuklar için babası ile özdeşim kurmalarına ve onları taklit etmelerine yarar.
  • Kız çocuklarının ise karşı cins ile iletişim yollarını keşfetmesini sağlar.
  • Babanın gelişime dahil olduğu durumlarda çocuğun psiko-sosyal uyumu olumlu etkilenmektedir.
  • Babanın gelişim sürecine dahil olduğu durumlarda çocuklar problemler karşısında daha çok içsel odaklı, kontrol geliştirerek olayların nedenleri üzerinde iç görü kazanabilirler.
  • Çalışmalar bu tarz çocukların akademik başarısının ve okula hazırbulunuşluklarının daha iyi olduğunu da ispatlar niteliktedir.
Taşkın N. (2011). Çocukların gelişiminde katkıları unutulanlar: Babalar. Eğitime Bakış Dergisi Yıl 7 43-47.


Devamını Oku
Çiftlerin Psikoterapi Hakkında Mitleri
Kişilerin ilişki içinde kendi cephelerinde yaşadıkları sorunları bir çift olarak konuşabilmeleri, tartışabilmeleri ve anlaşamadıkları konusunda bile anlaşabilmeleri aslında o evliliğin hala yaşadığının ve nabzının hala vurduğunun göstergesidir. Bünyede can vardır sadece belirli konularda bünye hassaslaşmış ve düğüm olmuştur.

Eğer çift olarak tedaviye geliniyorsa bu iyi bir temelin varolduğunu göstermektedir. Belki bu temelin üstüne bina yanlış çıkılmıştır. Belirli tuğlaların hatta duvarların yerlerinin değişmesi gerekiyordur. İşte evlilik terapisti, kişilerle beraber her tuğlanın yerini tek tek tartışır ve aslında evliliğin asıl su alan yerini kişilere çoğunlukla sürpriz bir şekilde fark ettirir.

Mit kaynağı kanıtlanabilir olmayan fakat doğayı adetleri ya da  alışkanlıkları açıklayan geleneksel bir düşünce olarak yayılan populer bir masaldır. Terapi sürecine giren miti temelsiz düşünceleri sürdürdüğü ya da çift üyelerini ve bizi gerçek konulardan uzaklaştırdığı için eleştiririz.

Çiftler yaşamlarını ve ilişkilerini daha işlevsel hale getirmek için terapi desteği alırlar. Eğer başlangıç varsayımları hatalı düşüncelere dayalıysa kaçınılmaz olarak birlikte çalışma ve başetme yetenekleri ile çatışan kötü durumlarla karşılaşırlar.
 
‘’Yargıç olarak terapist’’
Zihinleri karşılıklı hata bulma ve evliliklerindeki hoşnutsuzluktan en fazla sorumlu olan  tarafı araştırma ile meşgul olan çiftler terapistleri yargıç olarak görürler. Halbuki bu mitin aksine terapistin odak noktası objektif bir şekilde "sadece" ilişkinin yararını gözetmek olacaktır.

‘’Bize ne yapacağımızı anlatacağı için terapiste gidiyoruz.’’
Bir terapist çifte önemli bir konu ya da geçmişe ait dinamikler üzerinde derinlemesine düşünmelerini kolaylaştıran bir rehber, çiftin iletişiminde tarafsızlık ve dengeyi sürdürecek bir hakem, zorlandıkları sürece konuşabilecekleri empatik bir insan gibi birçok imgeyi paylaşabilir. Terapist talimatlar veren neyin doğru neyin yanlış olduğunu iddia eden bir rolde değildir. 
 
‘’Terapi sürecinin başarısı terapistin yeteneğine bağlıdır.’’ 
Terapistin becerileri ve yetkinliği elbette terapinin başarısı için kilit unsurlardan biridir. Fakat terapi sürecindeki hamlelerin sorumluluğu bütün katılımcılara aittir. 

‘’Kadın veya erkek; evli veya bekar bir terapist benimle daha empatik bir ilişki kuracaktır.’’ 
Hangi cinsiyette ve medeni halde olursa olsun yetkin bir terapist iki eşe karşı da adil olmayı ve dengeyi korumayı başarabilir. 

‘’Bu ilişki kurtarılır mı?’’
Çiftler bazen evliliğin sıkıntılı olduğunu itiraf etmeyi ilişkinin yardım edilemez ve onarılamaz olduğunu kabul etmekle eş sayarlar. Bu inanç, zamanla kendini gerçekleştiren kehanete dönüşebilir ve çiftler terapi sürecini sonlandırabilir.

‘’Eşin/Partnerin iyileştirilmesi ‘’
Bazen çiftler "terapist benim eşimi düzeltecek " beklentisiyle terapiye gelebilirler. Burada bilinmesi gereken, ilişkiye ait mevcut problemin ve çözümün sorumluluğunu her iki kişinin de üstlenmesi gerektiğidir.

‘’Terapi süreci bir kez başladı mı asla bitmez.’’ 
Terapi süreci birkaç seanstan birkaç yıla kadar sürebilir. Danışanın hedeflerine ulaşması amaçlanırken sürece katkıda bulunmak görüşme sıklığını belirlemek ve süreci sonlandırmak terapist ve danışanın ortak sorumluluk unsurlarındaan biridir. 

‘’Korkarım biz konuşacağımız her şeyi konuşuyor olacağız ve terapist sadece dinleyecek.’’ 
Terapistiniz yalnızca sizin kendi doğrularınızı bulmanıza ve en doğru kararları vermenize yardımcı olan kişidir. Bu sebeple ağırlıklı olarak yargısız bir dinleyici ve doğru sorularla yolunuzu aydınlatan bir fener rolü üstlenir.
Devamını Oku
Çatışma Bağ Kurmanın Bir Başka Yolu
Her zaman hedefimiz samimi ilişkiler kurmak olmalı çünkü bunlar hem bize güç verir hem de önemli anılarımızın kaynağıdır. Ama bazen bu tür ilişkiler olmadığında ergenler ve ebeveynler başka bir yöntemle ilişki kurmaya çalışır: Çatışma

Olumsuz ilginin bile hiç ilgi olmamasından daha iyi olduğunu biliyoruz. Eğer ebeveynler, hayatlarının erken dönemlerinde ihmal edildiyse veya travmatik deneyimler yaşadıysa onların ergen çocukları bir bağ kurma şekli olarak çatışma çıkarabiliyor. Bu tür vakalarda ebeveynlerin bireysel terapi sürecine başlaması çok önemlidir.

İlişki içinde olabilmek ciddi şekilde kendini iyileştirmeyi gerektirir çünkü eğer siz mutsuzsanız ve kendinizi sevmiyorsanız bir ilişki içinde mutluluk ve sevgi bulmayı nasıl bekleyebilirsiniz ?

Harvard ın ünlü yetmiş beş yıllık araştırması gösteriyor ki; iyi samimi ilişkiler kurarsanız başarılı da olursunuz. Sadece o kadar da değil daha da uzun yaşarsınız. Günün sonunda ve yaşamınızın sonunda tek önemli olan ilişkilerdir. Ergen çocuğunuzla bağ kurmanız ve sağlıklı bağların olduğu bir yaşam modeli oluşturmak ebeveyn olarak yapabileceğiniz en iyi iki şey.
Devamını Oku
Biri ERGEN mi Dedi
Ergenlik dönemi çocukluk ve yetişkinlik arasına sıkışıp kalmış, kıymeti çok bilinmemiş ve de iki dönem arasındaki sıkışmışlığı deneyimleyen bireyin çoğunlukla anlaşılamadığı bir dönem. Ergen denildi mi çoğu kişinin kaçarak uzaklaşmak istediğine tanık oluyoruz. "Ergenler laftan anlamaz, kendi bildiklerini yaparlar" "Ergenlerin ayrı bi dünyası var,  o dünyada her şeyi abartarak yaşıyorlar" , "Ergenler kendilerini dünyanın merkezi zannediyorlar ve dertleri hiç bitmiyor" , "Her gün yeni bir şey deniyorlar, isyanları kime anlamak çok zor" ve daha nicesi… Evet ergenler kendi bildiklerini yaparlar. Çünkü bildiklerini bilmeye ve güçlerini görmeye ihtiyaçları vardır. Her şeyi bize göre abartılı yaşıyor olabilirler, Çünkü beyin gelişimi henüz tamamlanmış değil. Duygusal olarak çok hassaslar ve yetişkinler için sıradan olan olaylar bile onlarda duygu yüklü birer vakaya dönüşebiliyor. Kendilerini dünyanın merkezi zannediyorlar çünkü bir ben oluşturmaya ihtiyaçları var. Kendiliği oluşturmak, oluşan kendiliğe şekil vermek, takdir edersiniz ki hiç de kolay değil. Kendilerini doğru bir yerde konumlandırmak için ilk aşamada merkeze koymaları aslına bakarsanız anlaşılır. Her gün yeni bir şey elbette deneyecekler. Beynin yeniliğe belki de en açık risk almaya denemeye, en elverişli olduğu dönemdeler. Onlar denemeyecek de kim deneyecek? İsyanları kime bilinmez ama haklı bir isyan olduğunu kabul edelim. Değişimin hem fiziksel hem de ruhsal anlamda kendini gösterdiği bu süreçte karşı koymalardan daha doğal ne olabilir ki? Tabii bunlar bir yetişkinin varsayımları. Ergenlik dönemini anlamanın en iyi yolu onu deneyimlemekte olan birini dinlemekten geçiyor. Ergenler diye bir grup yok hepsi aynı durumları aynı duygu ve düşüncelerle yaşamıyorlar. Ergenlik bir döneme işaret ediyor ancak nasıl ki bütün yetişkinler aynı değilse bütün ergenler de aynı değil bunu unutmamak gerek.
Devamını Oku
Bir Başınalıktan Güvenli Bağlanmaya
Çocukken güvende hissetme ile ilgili bir eksiklik yaşadıysanız bunun etkilerini şimdiki ilişkilerinizde yaşadıklarınız problemler ile geçmişi sürekli tekrar ettiren seçimleriniz ile veya içinizdeki boşluk hissi ile görebilirsiniz. Geçmişe müdahale edip o güvensizliğe etki etmek söz konusu olmayacağı için şimdi içimizdeki sağlıklı yetişkinin o çocuğu iyileştirmek ve güvende hissettirmek için nelere ihtiyacı olduğunu keşfetmesi çok kıymetlidir. Peki içimizdeki sağlıklı yetişkinin bu güvensizliği iyileştirmesi için nelere ihtiyacı vardır?
  • Derin yaralarını örtbas etmek yerine yarayı keşfetmek
  • Ebeveynleri ile kurulan bağlanma örüntülerini tanımak ve şimdi ebeveynleriniz ile beraberken nasıl hissettiğinizi anlamaya çalışmak
  • Zayıflık olarak tanımladığınız sevgi, destek gibi besinlerin karşılanmamasını kusur değil eksiklik olarak tanımlamak
  • Duygular zihnin yansımasıdır. İçeride bir yerde sıkıntı olduğunu gösterir. Bu sebeple duygular ile kaçınmak yerine temas kurmak dokunmak istemediğimiz derin bir keder ile karşı karşıya kalmamızı sağlasa bile iyileşmenin önemli bir yoludur.
  • Günlük tutmak bazen temastan kaçındığınız duygular ile somut bir yüzleşme aracı olabileceği için içinizdeki sağlıklı yetişkini tanımanıza yardımcı olabilir.
  • Öfke, çoğu zaman istemediğimiz bir duygu gibi görünse de içinizdeki yaralı çocuğu iyileştirmek için ihtiyaç duyduğumuz bir duygudur. Sağlıklı şekilde yansıtılmış bir öfke, çocukluktan yetişkinliğe tüm gelişim dönemlerinde ayrışma sürecinin olmazsa olmazıdır.
  • Geçmişten kahırlanmak yerine geçmişimizi tanımak, geçmişle alışverişimizi tamamlayınca onu bir kenara bırakabilmek
  • Hazır hissettiğimizde bu yaraları güvendiğimiz birine açmak ve destek istemek.
  • Bazen içinizdeki çocuk ile konuşmak onunla temas etmenize yardımcı olacaktır. Aşağıda bununla ilgili bir egzersiz önerisi görmektesiniz.

İçinizdeki Çocuk Egzersizi:
Derin bir nefes alın, hazır hissedince gözlerinizi kapatın ve çocukluğunuzun geçtiği odayı ve o odanın içinde duran kendi çocukluğunuzu gözünüzün önüne getirin. Sonra kendinize şunları sorun.

  • O çocuk kendini nasıl hissediyordu?
  • Gereksinimleri nelerdi?
  • Kendini nasıl ifade ederdi?
  • Neler söylemek istedi ama söyleyemedi?
  • Siz zaman zaman o çocukla nasıl konuşuyorsunuz (yargılayıcı, talepkar, eleştirel vb.)?
  • O çocuğun ihtiyaçlarını karşılayabilmek için ona neler sunmam gerekir?
  • Ona ne duymak ne yapmak iyi gelir?
  • Siz o çocuğun ebeveyni olsanız ona neler söylemek isterdiniz?

Psikolojik danışmanlık sürecinde ise her şey yolunda gittiğinde biz de büyür ve yeni seçenekler geliştiririz. Bazen de ebeveynlerimizde bağlanmakta zorlandığımız zamanların yetişkinlikteki etkileri ile tanışırız. Hatta bu süreçte güvenecek kimsesi olmayan bir çocuğun içindeki sağlıklı yetişkini keşfetme yollarını ararız.
Devamını Oku
Bebek ve Benlik Gelişiminin İlk Adımları
Yeni doğan bebeklerin, çevresindekilerle etkileşimleri oldukça asosyaldir ve çoğunlukla bu etkileşimler fiziksel ihtiyaçlar vasıtasıyla kurulur. Bebek yaşamının ilk aylarında kendisini kendi sınırlarını, vücudunun nerede başlayıp nerede bittiğini, kendi duygulanımını ayırt edemez. Bakım veren kişinin (çoğunlukla annenin) sanki bir uzantısıymış gibi görür ve kendisini bakım verenden ayrı bir varlık olarak düşünme ve hissetme kapasitesi henüz gelişmemiştir. Önceleri acıktığında gelen meme,  huzursuz olduğunda onu okşayan ve yatıştıran eller, duyduğu sesler ve görmeye alıştığı tanıdık yüzler sanki onun bir parçasıymış gibi düşünür. Kendi iç dünyası ve dış dünya hakkında kafası oldukça karışık olan bebek yaşadığı memnuniyet veren ve onu rahatsız eden deneyimlerden yola çıkarak bu iki dünyayı yavaş yavaş kafasında oluşturmaya başlar. Açlık, yorgunluk, huzursuzluk, uyku, kaygı gibi hislerin ona ait olduğunu ve bu hisleri her yaşadığında hazza ulaşamadığını fark eder. Öyle ki acıktığında hemen meme gelmemektedir, altı kirlendiğinde yaşadığı huzursuzluk hemen geçmemektedir, huzursuz olduğunda onu yatıştıran ses ve eller ona hemen ulaşmamaktadır. Dışarıda bir yerde ondan bağımsız olan ve ihtiyaçlarını karşılayan “birileri” vardır. İhtiyaç duyduğunda ağlamak, sesler çıkarmak, gülmek, hareket etme, dışarıdaki bu kişiyi ona getirmektedir. Ancak ihtiyaçları her seferinde tam da gerekli olan o anda gelmemektedir. Bu gibi geciken rahatlama deneyimleriyle birlikte bebek, artık kendisini bakım veren kişiden ayrı bir varlık olarak algılamaya başlar. Dolayısıyla kendi iç dünyası ve bedeni dışında bir de dış dünya olduğunu idrak etmeye başlar. Bu durum kulağa ürkütücü gelse bile bebeğin, benlik kavramını geliştirebilmesi için çok önemlidir. Aynı zamanda istekleri için beklemeyi tahammül edebilmeyi de öğrenir. Her ne kadar anneler yaşadıkları güçlü bağlılıkla her an onların yanında olmak, ihtiyaçlarını karşılamak isteseler de bebeğin tolerasyon geliştirebilmeyi de öğrenmesi gerekmektedir. Unutulmamalıdır ki “mükemmel anne” yoktur “yeteri kadar iyi anne” vardır. Burada mesele ne fazla bakım verip onun benliğini geliştirmesine engel olmak ne de az bakım verip onu büsbütün yalnız bırakmaktır. Yeteri kadar bakım ve sevgi ile bebek-anne arasındaki bağ, sağlıklı bir şekilde gelişecektir. Aynı zamanda bebeğin kendilik kavramı, kendilik deneyimi ve kendi sınırları da psikolojik açıdan sağlıklı bir biçimde şekillenecektir.

Yaşamının ilk yıllarında bakım veren kişiyle geliştirdiği bu sağlıklı bağ, onun ileriki hayatında kurduğu tüm ilişkilerine bir model olur. Kardeşlerle, arkadaşlarla, otorite figürleriyle, romantik partnerleri ile kurduğu ilişkilerin temelini yaşadığı bu erken dönemde geliştirdiği bağlar üzerine kurar. Kendisini algılama, deneyimleme, ifade etme biçiminin temelleri erken dönemde bakım veren kişi ile yaşadığı bu hassas etkileşimle başlar. Önemli olan bebeğe bu dönemde kendi varlığını keşfetmesi için uygun ve yeterli alanı sağlamaktır. Bebeğin bilişsel, psikolojik, fiziksel ve motor gelişimi aylar geçtikçe artacağından kendisi hakkındaki algısı da gelişip olgunlaşacaktır. Bebek önceki aylarda yapamadığı hareketleri yapmaya başlar, otonomisini kazanmaya ihtiyaçlarını iletmek için daha uygun yollar geliştirmeye başlar. Tüm bunlar onun benlik algısında rol oynayan önemli etmenlerdir ve kendini keşfetme yolunda ona yeni ve daha önceleri bilmediği kapılar aralar. Özetlemek gerekirse, bebeğe kendisini keşfetmesi için uygun ve yeterli alan sağlandığında olumlu benlik gelişimi için en önemli adımlar atılmış olur.
Devamını Oku
3 Yaş İnatlaşma ve Kurallara Uymama Dönemi
Üç yaş döneminde beyindeki konuşma merkezi ile ön lob (mantıklı karar verme ve davranışlarının sonuçlarını öngörme becerilerinden sorumlu) arasında yoğun sinaps (sinir hücrelerinin bağlantı noktaları) oluşumu gözlenir. Konuşma ile beraber bir de çocuğunuz benlik duygusunu geliştirir. Daha çok "BEN YAPACAĞIM" demeye, hissettiklerini anlatabilmeye ve kendini ifade edebilmemeye başlarlar. Ben demeye başladıktan sonra biz demeye başlar. Üç yaşındaki çocuklar bir şeyleri beraber yapmaktan, yapılan işle özdeşleşmekten keyif alır; uyumlu olmaktan da. Ama her zaman değil…

Konuşmaya ve isteklerinin gelişmeye başlaması ile bazı kurallara karşı gelmeye ve "İstemem" diye itiraz etmeye başlarlar. Bu tarz durumlarda çocuğumuzla güç müdahalesi içine girmek ve kurallara uyma beklentisi içinde olmak çocuğunuzun üzerinde baskı hissetmesine ve karşı koymaya daha çok devam etmesine yol açar. Fakat çocuğumuzu kendi haline bırakmanın yelkenleri suya indirmesini sağlayacak bir çare olmadığını da aklınızdan çıkartmayın. Elbette bazı konularda onu tahmin ettiğinden de fazla kendi haline bırakabilirsiniz; fakat sosyalleşme ve sağlıkla ilgili gereklilikler veya çocuğunuzun yaşamının söz konusu olduğu bazı durumlarda onu tamamen kendi haline bırakmayı önermeyiz. Bunun yanı sıra çocuğunuzu kendi haline bırakmak bir şeyleri yapmasına göz yummak demek olmamalı!

Bu gibi istisnai gereklilikler harici çocuğunuz ile inatlaşmadan kendi haline bırakmak yararlıdır. Çünkü karşı çıktığı şey çoğunlukla içerikten ziyade süreçtir. Örneğin; kreşe pijamaları ile gitmek konusunda direen çocuğunuz "Giyin çabuk okula geç kalıyorsun!" diye çıkışmak yerine direnmeyi bırakıp kendi haline bırakmak çoğu zaman çocuğun isteğinden pes etmesine yol açacaktır. Şunu bilmek önemlidir ki; çocuğunuz aslında pantolonu giymeye değil ona bunu söyleyiş şekliniz karşı çıkar veya belki de önce çoraplar giymek istiyordur vb. birçok sebep sürecin bu hale gelmesine etkendir. Çünkü çocuklarımızın bize tuhaf gelen şeylerden motive olma konusunda yaratıcı olduğu açık.

Eğer sizde üç yaşındaki çocuğunuz için “bildiği halde kurallara uymuyor” diyorsanız şuna dikkat etmeliyiz: üç yaşındaki bir çocuk tabii ki basit kuralları anlayabilir ve tekrarlayabilir ancak bu sözlerin davranışları üzerindeki etkileyiciliğinin bir sınırı vardır. Örneğin; siz bir misafirliğe gitmeden çocuğunuzla bu evdeki her şeye dokunmama kuralı hakkında konuşmuş olsanız da çocuklar o ortamdaki her nesneyi dilleri dönüp de sözlü iletişimle ifade edebilir hale geçene kadar elleriyle keşfetmeye devam edeceklerdir. Beyninde misafirliğe giderken anne veya babasının kurallarını anladığını tekrar eden bölge ile bu eyleme geçmemesini söyleyen bölge henüz yeterince bağlantı içinde değildir. Bu da kuralı hatırlayıp davranışa dönüştürmesini oldukça zorlaştırır. Kısacası bu durum onun, inatçı ya da şımarık olmasından kaynaklı değil henüz kuralları eylemleme dökecek beyin bölgelerinin yeteri kadar gelişmemiş olmasından kaynaklıdır.
Devamını Oku
Yas Süreci
Yas, yaşanan bir kayıptan sonra duyulan keder duygusudur. Kişi yas tutma sürecinde bu kaybını (boşanma, iflas, istifa vb.) ya da ölümü (ölümle gelen kayıplar) protesto eder. Kaybın ardından bu keder duygusunun hissedilmesi normal ve insanidir. Hatta iyileşme sürecinin önemli parçalarından biridir. Kişinin hayatına normal ve sağlıklı bir şekilde devam edebilmesi için yaşadığı kaybın yasını tutması gerekecektir. Yas süreci sonunda insanın kaybı yaşamının bir parçası haline gelecek ve kişi bununla yaşamaya biraz daha uyum sağlamış bir şekilde yoluna devam etmektedir.

Yas süreci, kişinin kaybı ve kaybı ile ilgili duygularını kabullenmek başa çıkabilmek ve bu duygular varken yaşamını sürdürmeyi öğrenmek anlamına gelir. Kısacası fiziksel olarak ayrı kaldığı kişiden psikolojik olarak da ayrılmayı kabullenme sürecidir. Eğer kişi bilinçli olarak yas tutmaktan kaçınırsa bu durum kısa bir süre sonra kişinin çeşitli fiziksel ve ruhsal rahatsızlıklar yaşaması ile sonuçlanabilmektedir. Bu durum bize yas tutma sürecinin normal ve gerekli olduğunu gösterir.

Kaybedilen kişinin kim olduğu, kaybedilen kişi ile ilişkinin niteliği ve kişinin nasıl öldüğü (intihar, doğal kaza vb.) gibi faktörler kişinin yas sürecini etkileyebilir. Bu durum yaşanan keder duygusunun fiziksel, düşünsel veya davranışsal olarak sonuçları üzerinde etkinliğe sahiptir.

Yas tutma süreci genellikle 5 aşama olarak değerlendirilir. (Fakat şunu bilmek gerekir ki insan psikolojisi bu kadar sabit kurallar doğrultusunda işlemeyecek ve sıralaması herkes için aynı olmayacaktır. Bu basamakların benzer ilerlemediği durumlarda kendinizi suçlu hissetmeyiniz)
  1. Şok ve uyuşma: Bu aşamada kişi kaybı ilk kez öğrenir. Kişi ölümün gerçekliği ile kısa bir hissizlik yaşar.
  2. İnanmama ve inkâr: Kişi ölümü/kayıp gerçeğini bir süre reddederek hiçbir şey olmamış gibi davranabilir. Bu tepkiler kişinin kaybını öğrendiği gün ve sonrası durumla kısa bir süre başa çıkmasına yardımcı olur.
  3. Arzu etme: Kaybedilen kişinin geri dönmesi arzu edilir ve beklenir. Yalnızlık ve öfke gibi duygular bu sürecin önemli bir parçasıdır. Yaşanılan öfkenin en büyük sebeplerinden biri kişinin kendisini “neden ben” diye sorgulamasına bağlı olarak gelişir. Ancak bu öfke çevredekiler tarafından kişisel olarak algılanmamalı, bir çeşit duruma uyum sağlama çabası olarak nitelendirilmelidir.
  4. Çaresizlik: Kayıp gerçeğinin kabullenilmesi ve sonuçlarının anlaşılmasıyla hissedilen çaresizlik, yas tutma sürecinin önemli bir parçasıdır. Bu aşamada hissedilen kaygı sonucu iş hayatında ve sosyal ilişkilerde güçlükler yaşanabilir.
  5. Kabullenme ve hayatı düzenleme: Bu dönemde ölüm/kayıp gerçeği artık kabullenilmiştir. Yas tepkilerinin çeşitliliği ve yoğunluğunda azalmalar görülür. Normal yaşam fonksiyonları düzenlenir ve yeni ilişkiler ve projeler için yatırım yapılır.

YAS SÜRECİNİ DAHA SAĞLIKLI SÜRDÜREBİLMEK İÇİN ÖNERİLER
  1. Kaybınızı tek başına yaşamak yerine güvendiğiniz birilerinden destek isteyebilirsiniz. Anlatmak travmaların kabullenilme sürecinin önemli bir basamağıdır. Ancak unutmayın, elbette bu her an yanınızda birini istemeniz gerektiği anlamına gelmez, bazen yalnız kalma ihtiyacınız olması da normaldir.
  2. Yas tepkilerinizle baş edebilmek ve yas sürecini daha kısa bir zamanda tamamlayabilmek için öncelikle fiziksel ihtiyaçlarınıza (uyku, yemek, sağlık) özen göstermeniz gereklidir.
  3. Aileden birini kaybettiğinizde her bir aile üyesi farklı yas tepkileri verebilir. Daha fazla üzmekten kaçınmak ve onları korumak ya da zayıf görünmemek için duygularınızı diğer aile üyeleriyle paylaşmak zor olabilir. Aslında ailece kaybettiğiniz kişi hakkında konuşmak bu kişiyle ilgili hatıraları paylaşmak ailece birbirinizi daha iyi anlamanıza yas sürecini başlatıp tamamlamanıza yardımcı olacaktır.
  4. Yas süreci gidenin ardından konuşmamak değil konuşmaktır, fotoğraflarını kaldırmak değil fotoğrafını görebilmeye dayanmaktır. Dolayısıyla yas sürecinde kaybı olan insanın, kaybı hakkında sık sık konuşmasına ve kaybettiği kişiyi hatırlatan uyaranlarla (fotoğraf, özel, eşyalar) temas etmesine izin verilmesi çok önemlidir.
  5. Daha önce kayıp yaşamış kişilerle konuşmak sizi vereceğiniz olası yas tepkilerine ve sürecine hazırlar. Ancak unutmayın herkes aynı tepkiler vermez ve yas süreci yaşamaz.
  6. Yaşadığınız yas tepkileri ne olursa olsun bunların normal tepkiler olduklarını unutmayın. Bu tepkileri sözel (konuşarak) ya da davranışsal (ağlamak, mezar ziyaretleri) ifade etmeye çalışmak sizi rahatlatacak ve kontrolde olduğunuz duygusunun gelişmesine yardımcı olacaktır. Yazarak ya da resim yaparak duygularınızı ifade etmek de iyi gelebilir.
  7. Kaybettiğiniz kişinin cenaze törenine ve ardından da mezarına gitmek sizi ölüm gerçeğiyle yüzleştirmekle beraber size acınızı yaşamanız ifade etmeniz ve kaybınızla vedalaşabilmeniz için de fırsat sağlar.
  8. Yıldönümleri, doğum günleri, bayramlar gibi özel günler sizin için zor geçebilir. Böyle günlerde sevdiğiniz ve güvende hissettiğiniz yakınlarınızla birlikte olmak zorluğu azaltır.
  9. Kaybettiğiniz kişiyi hatırlatan anlamlı günlerde o kişiyi hatırlatan aktiviteler yapılması zor olsa da uzun dönemde yas sürecini kolaylaştırmaya ve tamamlamaya yardımcı olacaktır.
Devamını Oku
Öz Şefkat
Öz şefkat kişinin zorluklarla mücadele ederken kendine sunduğu koşulsuz ilgi kabul ve nezaket olarak düşünülebilir. Düşününce sevdiğimiz bir arkadaşımıza küçük bir çocuğa veya savunmasız bir hayvana sunduğumuz kabulü çoğu zaman kendimize sunamadığımızı görmek mümkündür. Öz şefkat kendimizi diğerleri ile kıyaslamayı eleştirel/talepkâr iç sesi veya kendi değerini başkalarının onayı üzerinden belirlemeyi kapsamaz. Öz şefkat kişinin zorluklar karşısında kendini gözlemlemesi duygularını tanıması kendi kendine gereksinimlerini sorması ve belki de bu gereksinimleri nasıl karşılayabileceğini araştırmasından geçer. Tıpkı küçük bir çocuğun duygularını düzenlemeye yardımcı olur gibi…

Bu doğrultuda öz şefkat iç ana bileşenden oluşmaktadır. Bunlar;
  1. İnsanlık Hali: Ortak insanlık hali insanların zaman zaman hata yapabileceklerini ya da yetersiz olabileceğini kabullenmek olarak tanımlanır. İstek ve hedeflere ulaşamamak ya da hayal kırıkları dünyadaki hemen her bir birey tarafından yaşanan insani tecrübelerdir. Ancak çoğu zaman insanlar başarısızlık yaşadıklarında ya da başarısız hissettiklerinde bunun yalnızca kendi başlarına gelen bir tecrübe olduğu ya da kusurlu oldukları yanlış kanısını taşımaktadırlar ve bu yüzden kendilerini çevrelerinden ilişkilerinden izole etme eğilimi taşımaktadırlar. Kendileriyle ilgili yanlış bir şey olduğu algısı kişilere yalnızlaşmış soyutlanmış hissettirir ve hissettikleri acıyı arttırır. Ancak zor yaşam koşulları herkes tarafından paylaşılan insani bir tecrübe olarak çerçevelendirildiğinde kişi acı çekerken başkalarından uzaklaşmak yerine sosyal hayata entegre kalabilir.
  2. Öz-nezaket: Kişinin kendisine karşı nazik olması hataları veya yetersizlikleri karşısında yargılayıcı olmaktansa anlayışlı ve yumuşak bir tutumla kabullenilmesidir. Zorlanmalar karşısında kişinin kendi gereksinimlerini tanıması ve kendini duygusal olarak rahatlatmaya çalışması olarak ifade edilebilmektedir.
  3. Bilinçli Farkındalık(mindfulness): Bilinçli farkındalık kişinin yaşadığı negatif duyguları ya da düşünceleri yargılamadan bastırmadan ve reddetmeden açık bir zihinle kabul etmesidir. Araştırmacılar bilinçli farkındalığın pek çok sebepten öz-şefkatin ana bileşenlerinden biri olduğunu vurgulamıştır. Öncelikle kendimizi şefkatle kucaklayabilmek için önce acı verici tecrübelerimize dikkatimizi vermemiz gerekir. Çoğunlukla kişilere acı veren şey kendilerine yönelttikleri acı eleştirilerdir. Yargılayıcı olmamak acıyı azaltır ve bu negatif düşüncelerin farkında olmak sorunla gereğinden fazla özdeşleşmeyi engeller. Negatif duygu ve düşüncelerin denge ve sükûnetle karşılanabilmesi için zihinsel bir farkındalık gerekir.
Devamını Oku
Neden Bazı İnsanlar Diğerlerine Daha Fazla Boyun Eğer
Boyun eğicilik şeması; bazı kişilerin kendi istek ve gereksinimlerini ifade etmesi olumsuz duygularını dile getirmemesi çevresindeki kişilerin taleplerine ayak uydurması ve çevresindeki kişileri memnun etmeyi önceliklendirmesi olarak tanımlanmaktadır. Bu şemaya sahip kişiler kendi hayatları ile ilgili karar vermekte zorlandığı gibi genelde başkalarının kararları doğrultusunda yaşamayı tercih edebilmektedirler.

Bu şema aşağılanırım sevilmem kabul görmem dışlanırım bana küserler beni daha çok incitirler vb. endişeler ile sınırlarını çizmekte zorlanmak kendi düşüncelerini/duygularını ifade etmekten kaçınmak ve genelde insanların taleplerini önceliklendirmek (teslim modu) olarak kendini göstermektedir. Genelde bu şekilde göründüğünü söylememizin nedeni bazen bunun tam tersi olarak da kendini göstermektedir. Kişi bazen bu şema ile baş etmekte zorlandığı için “Artık kimseye boyun eğmem (savaş modu)” mantığı ile pasif agresif bir öfke sergilerken isyankar bir tavırda da hareket edebilir. Bu durumda “Bende boyun eğicilik şeması asla olamaz!” diye düşünmemek ve asla dediğimiz yerleri de sorgulamak oldukça önemlidir.

Boyun eğmek hayatımı nasıl etkiler?

Boyun eğicilik şeması kişilerin ilişkilerde sınırlarını belirlemesini zorlaştırırken kişinin özgüvenini oldukça olumsuz etkilemektedir. İnsanlara karşı güçsüz ve hep kontrol edilmek ister gibi görülmesine yol açar. Bu kişiler farkında olmadan kendilerinden daha otoriter ve onları yönetecek partnerler seçmeye meyilli olurlar. Sıkıntılarını/duygularını/düşüncelerini ifade etmekten kaçtığı için hep içine atan tarafta olabilirler. Bu durum eni sonu kişinin ilişkilerinden tatminsizlik duyması ile sonuçlanır ve baş etmekte zorlanmaya yol açmaktadır.

Peki savaş modundayken durum nasıldır? O zaman da kişiler birinin otoritesi altına girmeyi şiddetle reddettiğinden bu durum da muhakkak ilişkilerini olumsuz etkileyecektir. Bu kişiler bir anda ondan destek bekleyen arkadaşına/patronuna/eşine öfke duyabilir ve bu öfkeyi onun taleplerine asla karşılık vermeyerek ifade etmeye çalışabilir. Nitekim bu durum da kişinin hayat akışında işlev bozan bir konumda yer alacaktır.

Neden bazı insanlar daha boyun eğicidir?

Boyun eğicilik şemasının kökenine baktığımızda bu şemanın kişinin çocukluk döneminde bakım verenleri tarafından ihtiyaçlarının önemsenmemesi taleplerinin ve gereksinimlerinin görülmemesi veya duygularını ifade ettiği anlarda cezalandırılması ya da yargılaması ile bağlantılı görülmektedir. Böylece bu kişiler ebeveynlerinin onayını almak adına bir süre sonra bu davranışları yapmayı bırakır ve kendi isteklerini ikinci plana atarak bu durumla baş etmeye çalışır. Çocukluk döneminde belki işe yaramış olan bu baş etme yolu maalesef ki kişi bir yetişkin olduğunda ayağına dolanacaktır.

Siz de boyun eğicilik şeması ile baş etmeye çalışıyorsanız ve bu durumun hayatınızın işlevini etkilediğine inanıyorsanız konu ile ilişkili kitaplardan destek alabilir fakat hala zorluk yaşıyorsanız “şema terapi” eğitimi olan bir uzman ile görüşebilir ve bu şemanın üstesinden gelmenin sağlıklı yanlarını keşfedebilirsiniz.
Devamını Oku
Kendini Çok Mu Fazla Feda Ediyorsun
Bazen bir kişiye ya da bir grup insana zarar vermekten suçluluk duyar ve pişmanlık hissederiz. Bazı kaynaklar pişmanlık ile suçluluğun aynı duygu olduğunu ifade etse de bazı kaynaklar farklı olduğunu ama bu farkın tam olarak tanımlanamadığını söyler.

Bazı araştırmacılar pişmanlığın başkalarına bir şekilde zarar verdiğimiz gerçek bir olay ile bağlantılı olması ama suçluluğun çoğunlukla kişinin yorumlaması sonucu duygu düzeyinde yaşandığını söyler. Pişmanlık çoğu zaman bir şeyi düzeltmeye iterken suçluluk duygusu bizi “kötü” veya “bencil” düşündük veya bu şekilde bir davranış yaptık gibi uzun uzun düşünmekten başka hiçbir şey yapamadığımız hakkında derin bir çukura itebilir.

Suçluluk hissi yapmamız gereken davranışlar düşünmemiz gereken şeyler bizi neyin motive etmesi gerektiği ve insan kalbinin gücünün küçümsenmesi hakkında yanlış inançlarımızdan temel alır. Bu yanlış inanışlar kendimizi çok az düşünerek veya hiç düşünmeden her zaman başkalarına hizmet etmemiz gerektiğini söyleyen iç sesleri içerir. Bu fikirler genellikle bize başkaları için fedakarlık yaptığımız ölçüde iyi insanlar olduğumuzu söyleyen sahte iç seslerde gelir. Hatta bazıları hayatta olmamızız tek sebebinin başkalarına hizmet etmek olduğu konusunda ısrar eder ve eğer bunu sürekli yapmıyorsak dünyadaki görevimizde başarısız olmuş gibi hissetmemize yol açar. Bu çarpık inanışlardan ötürü suçluluk duymakla kalmayıp aynı zamanda büyük bir utanç da hissetmemiz gerekiriz.

Kişinin kendini herhangi bir sebeple feda etmesi her halükarda KENDİNİ feda etmesidir. Bu durum kendimizin ihtiyaçlarını ve arzularını fark etmeyeceğimiz veya bunlara özen göstermeyeceğimiz anlamına gelir. İşte sorun da burada başlıyor çünkü kişinin yalnızca bu ihtiyaçlara ve arzulardan yola çıkması bizim özgün bir şekilde yaşamamızı mümkün kılıyor. Bu ihtiyaçların karşılanmaması durumunda öfke hayal kırıklığı ve kırgınlık gibi olumsuz duygular açığa çıkıyor. Akabinde ise bu duyguların yarattığı olumsuz davranışlar ortaya çıktığında daha da fazla suçluluk duygusuna neden oluyor çünkü birey o zaman da bu duyguların var olmaması gerektiğini hissetmeye başlıyor ve bu duyguların yarattığı olumsuz davranışların da eklenmesi kişi için tam bir başarısızlık oluyor.

Şunu bilmeliyiz ki yalnızca suçluluk duygusu bizi yargılıyor ve suçlu buluyor. Bu duygu bize içimize dönüp o davranışı neden yapmış olabileceğimizi veya kendimizle empati yapmamızı öğretmiyor. “Neden kızgınım sinirliyim ya da kırgınım?” “Neden başkalarına bu şekilde kötü davrandım?” gibi sorulara dürüstçe cevap vermek yerine suçluluk bizi yalnızca yargılıyor. Halbuki bu sorulara cevap aramak ve kendimizle temas kurmak sonucunda benliğimizi/ihtiyaçlarımızı/arzularımızı çok uzun süredir feda ettiğimiz gerçeği ile yüzleşebilme imkanı bulma ihtimaliz olabilecektir.
Devamını Oku
Travma Sonrası Stres Bozukluğu (TSSB) Nedir
Travma beklenmeyen bir olaya kişinin sınırlarını zorlayan bir şekilde maruz kalması ve bu olayı hayatını veya güvenliğini tehlike altına almasıdır. Travmalar insan eliyle (taciz tecavüz işkence vb.) veya doğa yoluyla (doğal afet vb) olması gerekmektedir. Son dönemlerde ülkemizde yaşanan Kahramanmaraş depreminin kişiler için bu düzeyde etkileyici olmasının en temel sebebi doğa yoluyla ortaya çıkarken binaların sağlamlığı gibi insan eliyle kontrol edilebilecek alanların yetersizliğinin bir araya gelmesidir.

Travmaya karşı gösterilmesi en normal tepkiler “savaş ya da kaç” tepkileridir. Travma sonrasında zihnin tehlikeye karşı gösterdiği savunma (savaş) veya uzaklaş (kaç) tepkileri zihnimizin bizi korumak için gösterdiği baş etme yollarıdır. TSSB olduğu durumlarda kişinin savaş ya da kaç tepkileri görülmemeye ve işlevsellik zarar görmeye başlamıştır.

Travma Sonrası Stres Bozukluğunun bazı belirtileri şu şekildedir;
  1. İstenmeyen Hatıralar: Travmayı yeniden yaşatan isteğe bağlı olmadan çıkan hatıralardır ve günlük işlevselliğe zarar verir.
  2. Kaçınma: Yaşanan olayı hatırlatan durumlardan kaçınmak ilgili ortamdan uzaklaşmak isteğidir. Örneğin travma asansörde gerçekleşmişse asansöre binmekte zorluk yaşama gibi.
  3. Olumsuz Düşünce ve Ruh Hali: Kendisi veya başkaları ile ilgili olumsuz düşünceler ilgi kaybı duygusal hissizlik gibi duygudurumda bozulmalardır. İlişkilerini olumsuz etkileyebilmektedir.
  4. Aşırı Uyarılmışlık Hali: Uyumakta zorlanma aşırı gergin olma ve tetikte olma diken üstünde bir şekilde travmatik olayın tekrar yaşanacağını düşünme kolayca irkilme tehlikeye karşı tetikte olma halidir.

Travma yaşayan kişilerin yakınları ne yapabilir?
Travmalar çoğu zaman travma mağdurunun çevresindeki kişileri de etkilemektedir. Bu sebeple yukarıda bahsedilen uykusuzluk olumsuz ruh hali gibi belirtilerin kişinin yakınlarında da görülmesi muhtemeledir.  Dolayısıyla travmayı yaşanan kişiye destek olmak veya kendindeki belirtileri fark etmek adına travma hakkında bilgi sahibi olmak kıymetli olacaktır.

Şunu bilmek gerekir ki kişinin anormal olaya yani travmaya göstermiş olduğu her tepki normaldir. Eğer bu süreçte mağdur bu olaylardan bahsetmek isterse öğüt vermeden veya “Şükret sen hayattasın iyisin” demeden yönlendirmesiz bir şekilde dinlemek iyileştirici olacaktır. Travma yaşayan bir kişinin ilk etapta tek ihtiyacı onay görmek anlaşıldığını bilmek desteğe ihtiyacı olduğunda ulaşabileceği birinin olduğuna güven duymaktır.

Travma Sonrası Stres Bozukluğu nasıl önlenir?
Travmatik olay sonrası öfke korku kaygı depresyon suçluluk gibi semptomların görülmesi normaldir. Bu süreçte travmanın etkilerinin 1 ayı geçtiği taktirde psikolojik ve psikiyatrik destek almak düşünce ve inançları fark etmek açısından destekleyici olacaktır. Travma sonrası stres bozukluğunun psikoterapiyle tedavisinde travma odaklı bilişsel-davranışçı terapi yaklaşımlarının ve EMDR yönteminin özellikle etkin oldukları saptanmıştır.
Devamını Oku
Mindfulness (Bilinçli Farkındalık)
Günlük rutinlerimizin bazı aktivitelerini yaparken yemek yerken işe giderken bir arkadaşımızla sohbet ederken bazen hayatımızın kontrolü bir otomatik pilotun elindeymiş gibidir. Mindfulness ise zihnin yargılarından uzaklaşarak anın getirdiklerine dikkatimizi yönlendirebilmektir.

Farkında olma durumu basit olarak 3 basamakta incelenebilir.
  • Yaşamın devam edebilmesi ve canlıların kendilerini dış faktörlerden koruyabilmesi için gerekli olan en temel farkındalık seviyesidir.
  • Bireyin kendisini algılama ve fark etme becerisi olan kendilik farkındalığıdır.
  • Bu farkında olma durumunda bilinçli farkındalık yer almaktadır. Bu kavram şimdiye an be an önyargılardan arınmış bir şekilde dikkat etmeyi ifade etmektedir.

Bilinçli farkındalık becerileri nelerdir?
  • Yargılamama: Günlük hayatımızda karşılaştığımız problemleri deneyimleri değerlendirmek ve onun hakkında yorumlar yapmak hepimizin yaşadığı bir süreçtir. Fakat yapılan bu yorumlar çoğu zaman yanlı olabilmektedir. Zihin yaşanan olayları aileden çevreden ve geçmiş deneyimlerden öğrendiğimiz yargılar ile değerlendirebilmektedir. Bu otomatik süreç de olayları yargılayarak çarpıtmamamıza yol açabilmektedir. Bu sebeple yargıların fark edilmesi zihni kontrol altına almaya çalışmadan yalnızca takip etmek duyguları ve kararları şefkatle karşılamak bilinçli farkındalığın önemli bir parçasıdır.
  • Sabır: Sabır içinde metanet direnç ve kontrol gibi kavramları barındırmaktadır. Çağın hızını göz önüne aldığımızda beklemek gibi kısa veya terfi almak gibi uzun dönemli süreçlerde fark etmeden bir sonraki adıma odaklanıyor oluyoruz. Sabır bize geçen zaman içinde ek bir zaman tavır ve olayların doğal akışının devamına izin vermesi açısından bilinçli farkındalık için gereklidir.
  • Yeni başlayan (acemi) zihni: Bilinçli farkındalık için önemli tutumlardan biri de her anının diğerine benzediğine inanan acemi zihni kavramıdır. Şimdiki anın kendine has yapısını görmek ve o anı ilk kez deneyimler gibi hevesli meraklı olmak bilinçli farkındalık için önemli bir beceridir.  
  • Güven: Güven bilinçli farkındalığın önemli bir parçasıdır. Bu kavram benliğimizin ortaya konulmasını ifade etmektedir. Farkındalığa güven duymak bireyin kendine duyduğu güveni de destekleyecektir. Bu beceri özellikle de beklenmedik problemler anında öfke ve huzursuzluk hissetmekten ziyade güven duymamızı sağlayacaktır.
  • Hırslanmamak: İnsanoğlu her zaman bir şey elde etmek için azimle çalışmaktadır. Bilinçli farkındalıkta ise herhangi bir amaç olmadan sadece kişinin var olma durumuna dikkat çekilmek istenmektedir. Değiştirilmeye çalışılan bir durum yoktur. Yalnızca anın içinde kalmaya özen gösterilir. Bilinçli farkındalıkta önemli olan gelen ve giden yaşantılarla savaşmak değil bu yaşantılara tanıklık etmektir.
  • Kabul: Bireyler çoğu zaman istenmeyen duyguları bastırma ve zorlandığı yaşantılardan kaçma eğiliminde olacaktır. Fakat bu çaba kişide daha çok stresten başka bir şeye yol açmamaktadır. Olumlu ve olumsuz yaşantılara aynı mesafede kalabilmek ve başarıyı kabul ettiğimiz gibi başarısızlığı da kabul etmek ve yaşantıları sınıflandırmadan sadece tanıklık etmek kabulün önemli bir parçasıdır.
  • Akışına bırakmak: Bu kavram ile zihin belirli bir görüş istek veya duygu ile sınırlanmamayı öğrenmektedir. Zihnimiz birçok değerlendirmenin beklentinin önyargıların geçidi haline gelebilir bu noktada kritik olan bunları fark edip şimdiki anımıza odak noktamıza geri dönebilmektir. Bu sayede izin verme sürecini geliştirebiliriz.

Kişilerin yukarıda bahsedilen basamaklara odaklanması durumunda psikolojik rahatsızlıklarla karşılaşma eğiliminin çok düşük olduğu görülmektedir. Yapılan güncel araştırmalar bilinçli farkındalığın pek çok psikopatolojinin tedavisinde kullnaıldığını öne sürmektedir. 
Devamını Oku
Okula Uyum Süreci
Uyum çocuğun sahip olduğu özellikleri ile kendi benliği ve içinde bulunduğu çevre arasında dengeli bir ilişki kurabilmesi ve bu ilişkiyi sürdürebilmesidir. Okula uyum süreci ise daha sonraki süreçlerdeki okul başarısı için hassas dönem olarak düşünülmektedir. Okula başlamış çocuklar hayatının bu döneminde doğup büyüdüğü ve kendini güvende hissetmek istediği aile kurumundan uzaklaşıp ilk kez evden ayrılmakta ve hiç tanımadığı yabancı bir ortamda onu koruyabileceğini düşündüğü bakım verenlerinden yoksun biçimde uyum sağlamayı öğrenmeye çabalamaktadır. Bu sebeple sürecin sancılı olması olağan kabul edilmektedir. Konfor alanından çıkmış olmanın yanı sıra yeni ortama alışma sürecini etkileyen bazı önemli faktörler de vardır. Bunlar öğretmen akran ilişkileri ebeveyn tutumları gibi başlıca faktörler veya okulun fiziki yapısı çevre koşulları gibi ikincil faktörler olarak sınıflandırılabilir. Bahsedilen faktörler okula uyumun akademik başarı beklentisi olmasının yanı sıra sosyal davranışları da kapsadığı anlamına gelmektedir.

Okula uyum süreci ile ilgili sıkıntıların üst boyuta gelebildiği durumlarda çocuk okula gitmek veya sınıfta durmaya yönelik irrasyonel bir korku veya endişe içindedir. Bu yoğun endişe ve kaçınma halinin 6 ay ve daha uzun süre devam etmesi durumuna okul fobisi adı verilmektedir. Yaşanılan okula uyum sürecinin 2 haftayı aşkın süreyle devam etmesi durumunda okul fobisi ile karşılaşmamak adına veya çocuğun süreci rahatlıkla atlatması açısından uzman bir terapist tarafından oyun terapisi desteği süreci kolaylaştırması veya çocuğu endişelendiği ayrışma sürecine adapte etmesi açısından oldukça destekleyici bir faktör olacaktır.

Çocuğun okula uyum sürecini etkileyen başlıca faktörlerden biri de ebeveynlerin tutumlarıdır vardır. Bu tutumlar aşırı korumacı ebeveynler kaygılı mizaç daha önce sosyalliğe yeterli düzeyde maruz kalmama ev içinde ilgi odağı olmuş çocuk okul öncesi eğitim almamış olma veya özerkleşmek için fırsat tanınmaması durumlarında okula uyum problemleri yaşamak daha muhtemel olacaktır. Bu durumda okula uyum problemi yaşayan çocuğa ebeveynler nasıl davranmalıdır:
  • Okul süreci ve planlamasına çocuğu da dahil etmek kaydını beraber yaptırmak sınıfını tanıtmak hislerini onunla konuşmak güvendiği ebeveynlerin desteği ile gezdiği okulun daha aşina gelmesi ile birlikte güven ilişkisini arttıracaktır.
  • Eleştirel bir dil ile neden alışamadığını sorgulamak yerine yaşadığı problemi anlamak ve uyum sağlaması için yardımcı olmak gerekmektedir.
  • Anne-baba ve öğretmen arasında iş birliği kurulup okulun güvenli hale getirilmesi gerekmektedir.
  • Alışma süreci tamamlanana kadar kademeli bir ayrışma süreci için uyum sağlayana kadar ebeveynler okulun yakın çevresinde bekleyebilir.
  • Okula gitmeme sürecinde direnç gösteren çocuklara karşı pozitif iletişime zarar vermeden ama kararlı ve net sınırlar çizerek okulda olması gerektiği anlatılmalıdır.
  • Çocuğun istemediği durumlarda okuldan alınacağını sezmesi okula uyumunu ve düzenli devamlılığını zorlaştıracaktır. Bu nedenle hastalık gibi acil durumlar haricinde okul saatleri arasında okulda olması gerektiği fakat çıkış saatinde annenin/babanın onu bekliyor olacağı ifade edilmelidir.
  • Ebeveynlerin kaygılarını rahatlıkla hissedecek olan çocuk okula gönderilirken ebeveynlerin de sakin ve gerginlikten uzak tutumlar sergilemesi güvenli bir konumda olduğunu hissetmesi açısından önemlidir.

Bahsedilen desteklere rağmen uyumsuzluğun devam etmesi durumunda endişe veya korkuların uyum sorununa kaynak olabildiği gibi Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu (DEHB) Öğrenme Güçlüğü gibi nörolojik sebeplerden de kaynaklı olabileceği için bir uzman görüşü süreci değerlendirmede oldukça önemlidir.
Devamını Oku
Özgüvenli Bir Çocuk Yetiştirmek İçin...
Özgüven gelişimi çocuktan çocuğa değişen karmaşık bir süreçtir. Bu sebeple özgüveni geliştirmek için çocuğu iyi tanımak önemlidir. Anne-babaların çocukların özgüven gelişiminde etkili olacağı düşünülen çocuk yetiştirme tutumları şöyle sıralanabilir;
  1. Ona sık sık söz hakkı verin.
  2. Kendini ve duygularını Ne düşünüyorsun nasıl hissediyorsun şeklindeki sorularla anlamaya çalışın.
  3. O konuşurken yüzüne bakın ve ciddiye alındığını hissettirin.
  4. Onun fikirlerine değer verdiğinizi hissettirin.
  5. Olumlu davranışlarını takdir edin.
  6. Yaşına uygun görevler verin.Verilen görevlerin sonlandırılmasını takip ederek takdir edin.
  7. Çocuğunuza zaman ayırın.
  8. Çocuğunuzla farklı konularda sohbet etmeye çalışın.
  9. Onun korku ve endişelerine saygı duyun.
  10. Aşırı eleştirel bir dil kullanmaktan ve yargılamaktan kaçının.
  11. Hatalı davranışları hakkında onu uyarırken başbaşa olmaya önem verin.
  12. Kabiliyetlerini fark edin ve geliştirmesi için teşvik edin.
  13. Sosyalleşmesi için onu cesaretlendirin.
  14. Topluluk içinde söz alması için teşvik edin.
  15. Onun önem verdiği şeylere siz de önem verin.
  16. Aile için vazgeçilmez biri olduğunun altını çizin.
  17. Onun yerine getirmesi gereken sorumlulukları siz üstlenmeyin.
  18. Çocuğunuzla birlikte sosyalleşmeye özen gösterin.
  19. Yanlış ve uygunsuz cezalandırmadan kaçının.
  20. Çocuğunuzun gelişmekte ve değişmekte olan bir kişilik yapısı olduğunu unutmayın.

Devamını Oku
Yalnızlığın Arka Yüzü
İnsanlık bildiğimiz en eski tarihlerden beri sosyal ortamlarda ilişki kurarak şekillenmiş ve beslenmiştir. Kendi dışındakilerle bağ kurmuş bir arada yaşamış ve toplum içinde var olmayı amaçlamıştır. Bunun yanı sıra iletişimin diğer insanlar ile paylaşımlarda bulunmanın ve sosyalleşmenin bir çok olumsuz duygu duruma veya patolojilere karşı koruyucu olduğu  "Bir kahvenin kırk yıl hatırı vardır." sözü ile de görülmektedir.

Sosyalliğin koruyuculuğu bilinirken peki yalnızlık hissi nasıl etkilere sahiptir?
Yalnızlık hissinin depresyon anksiyete gibi duygudurum bozukluklarına sürükleyen bir etkisinin olduğunu biliyoruz. Yalnızlık hissinin fizyolojik rahatsızlıklara yol açması mümkün müdür diye incelemek isteyen araştırmacı Sheldon Cohenbu amaç doğrultusunda bir araştırma tasarlamıştır. Bu çalışmada araştırmacı Cohen insanları onayları dahilinde nezle virüsüne maruz bırakarak yalnız hisseden kişilerin yakın ilişkileri olan insanlara nazaran nezleye yakalanma riskinin ne durumda olacağını incelemeyi amaçladı. Bulgular yalnız insanların sosyal insanlara nazaran ÜÇ KAT daha fazla nezle olma riskinin arttığını kanıtladı.  Benzer şekilde araştırmacı Lisa Berkman da dokuz yıl süresince takip ettiği bir grup insanın ölüm riskini incelediğinde yalnızlık hisseden kişilerin ölüm riskinin diğer insanlardan en az İKİ-ÜÇ KAT daha fazla olduğunu açıkladı.

Yapılan çalışmalar bizlere hem yalnızlık hissinin insanları depresyon kaygı gibi durumlara sürüklemekte hem de hastalıklara karşı direncini azaltmakta olduğunu gösterirken insanların sosyal varlıklar olduğunu da hatırlatmış bulunmaktadır. Sosyalliğin insan yaşamında her zaman destekleyici ve besleyici olduğunu ve bu desteğin ölüm riskine bile etki edebildiğini ispat etmiş olduğu görülmektedir.
Devamını Oku
Yetenekli Ama İsteksiz Zeki Ama Başarısız Parlak Ama Sıkılmış Çocuklar
Birçok öğretmenin de onaylayacağı üzere günümüzde çocuklara eğitim vermek her geçen gün daha da zorlaşmakta ve öğrenciler giderek daha da tepkisizleşmektedir.Sınıfları idare etnmenin giderek daha da zorlaştığı ve akademik performansın giderek düştüğü görülmektedir.Birçok okul son yıllarda edebi öğrencilerin yetiştirilmesine öncelik verse de okul çocuklarının okuma kabiliyetlerinde  bir azalma olduğu görülmektedir.Öte yandan öğretmenlerimiz hiçbir zaman günümüzde olduğu kadar eğitimli olmamıştır.Aynı şekilde geçmişte hiçbir dönemde bu kadar gelişmiş bir müfredat okutulmamış ve teknoloji kullanılmamıştır.

O halde geçmişten bugüne gelinceye kadar ne değişti ? Bu soruyu cevaplayabilmemiz için yeniden bağlanmamnın yarattığı önemli etkilere dönmemiz gerekir.Çocuklarımızın bağlanma örüntülerinde meydana gelen değişiklikler eğitim açısından büyük olumsuzluklar yaratır.Birçok ebeveyn ve öğretemen hala başarılı bir öğrenciyle iyi bir öğretmeni  biraraya getirdiğimizde her zaman iyi sonuçlar elde edileceğine inanır.İşler hiçbir zaman  bu şekilde yürümedi ancak çocukları bir şekilde eğitmeyi becerdiğimiz için saflığımızın bedelini ödemek zorunda kalmamıştık.Öğretmeneler yakın bir zamana kadar toplum ve kültür sayesinde oluşan güçlü yetişkin eğiliminin meyvelerini yedi.Ancak bu dönem artık geride kaldı.Günümüzde çocuklarımızın eğitimiyle ilgili karşılaştığımız sorun parayla çözülemeyecek müfredatla üzerine gidilemeyecek ve bilişim teknolojileriyle düzeltilemeyecek bir sorundur.Karşılaştığımız sorun bunların hepsinden daha büyüktür ama aynı zamanda da oldukça basittir.

Goethe bilginin tıpkı madeni paraların bir torbaya dolurulduğu gibi zihne yerleştirilebileceğini söylemiştir.Herhangibir çocuğun eğitime ne kadar tepki verdiği birçok etkene bağlıdır:öğrenme ve anlama arzusuna sahip olması bilinmeyene ilgi duyması risk almaya istekli olması ve başkalarının kendisinden etkilenmesine ve düzeltmesine açık olması gibi.Ayrıca çocukların eğitim görebilmesi için öğretmenleriyle aralarında bağ kurulması dikkatlerini derslerine vermelerine eğilimli olmaları gerektiğinde yardım istemeye çekinmemeleri beklenen kriterlere uymayı ve başarılı olmayı hedeflemeleri ve çalışmaya istekli olmaları gerekmektedir.Tüm bu etkenler ya bağlanmadan kaynaklanır yada bağlanmadan etkilenir.

Sorunu daha yakından incelediğimizde çocukların eğitime ne kadar tepki verdiklerini belirleyen dört temel özellik olduğunu görürüz:
  1. Doğal bir merak
  2. Bütünleştirirci bir zihin
  3. Hatalardan öğrenebilme becerisi
  4. Öğretmenle kurulan iyi bir ilişki

Sağlıklı bağlar bu özelliklerin tümünü geliştirir;akran yönelimi ise hepsinin temelini çürütür.( Burada akran yönelimi olarak adlandırılan şey çocuğun arkadaşlarıyla sağlıklı sosyalleşmesi değil; hayatta kendisine rehberlik etmesi için bir pusula iğnesi olarak bir yaşıtına yönelmesidir.)
Devamını Oku
Yetişkinlerde Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu (DEHB)
Yetişkinlerde DEHB dikkati toplamada gçlük hiperaktivite ve dürtüsel davranış gibi kalıcı sorunların etkileşimi sonucu oluşan zihinsek bir bozukluktur. Yetişkinlerde DEHB ilişkilerde zorluk yaşama kötü iş veya okul performansı düşük benlik saygısı madde kullanımı gibi başka ruhsal rahatsızlıklara da yol açabilmektedir. Bu hastalık yetişkin DEHB olarak tanımlansa da bahsi geçen belirtiler erken çocukluk dönemlerinde başlar ve yetişkinliğe kadar devam eder. Erken çocukluk döneminde başlayan DEHB hastalarının üçte ikisinde hastalığın yetişkinlik döneminde de devam eden kalıcılığa sahip olduğunu bilmekteyiz. Yetişkinlerde DEHB bağlama özgü (Örneğin kişinin ilgi çekici konulara iyi odaklanabilirken keyif vermeyen konulara odaklanmakta zorlanma gibi) bir sorun olması sebebiyle fark edilmesi çocuklarda görülen DEHB’e nazaran daha zordur. Fark edilmesinin zorluğundan ve yetişkinin sosyal damgadan çekinmesinden kaynaklı DEHB’li yetişkinler genellikle yardım aramadan önce uzun süre mücadele ederler. Fakat şunu biliyoruz ki DEHB yalızca bir dikkat sorunundan çok daha fazlası olduğu için tanımlanması ve destek alınması oldukça önemlidir.

Belirtileri Nelerdir?
  1. Dikkatsizlik: Yaptığı işe sık sık ara verme işlerinin son teslim tarihlerini unutma plan yapmakta güçlük projeleri bitirememe konsantre olamamama unutkanlık ve sık sık eşya kaybetme
  2. Aşırı hareketlilik ya da dürtüsellik: Öfke kontrol sorunları para hesabını bilememe gereksiz harcamaları sıklıkla yapma evlilik sorunları sık iş/eş/arkadaş değiştirme uzun süre yerinde duramama
  3. Kişinin aile ilişkileri okul ya da iş yaşamı gibi en az iki farklı alanda sorunlara yol açması
  4. Zamanı ayarlayamama
  5. Pek çok işi aynı anda yürütememe
  6. Genel bir düzensizlik ve geç kalma/telaş hali
  7. Sonuçlarını düşünmeden konuşma
  8. Yapacağı işi erteleyememe
  9. Üstlenilen görevleri yarım bırakma
  10. Sıra beklemede zorluk
  11. Karar vermekte zorlanma (ya ani karar verme ya da verememe)
  12. Durdurulamaz yeme atakları
  13. Uykuya dalmakta zorlanma
  14. Tehlikeli araç kullanımı sık kaza yapma vb.

Hastalığın nedenleri nelerdir?
  • Genetik: DEHB belirtileri ebeveynlerinizde de görülebilir ve genetik olarak aktarılabilir.
  • Çevre: Genetik sebeplerden biri olsa da tek sebep genetik demek doğru olmayacaktır. Çocukken ekran süresi vb. maruz kalınan çevresel faktörler de yol açabilmektedir.

Teşhis süreci nasıl olmalıdır?
Bahsedilen belirtileri gördüğünüz anlarda öncelikle bir klinik değerlendirme sürecinden geçmeniz ve bir dikkat testi (Örneğin MOXO Dikkat Testi) ile değerlendirilmeniz gerekmektedir. Ardından test sonucunuz ile beraber bir psikiyatrist ile görüşme yapıp bu doğrultuda ilaç desteğine ihtiyaç duyup duymadığınızın değerlendirilmesi gerekmektedir. Bu doğrultuda en sağlıklı tedavi sürecinin ilaç eğitim ve psikolojik danışmanlık basamaklarının kombine halde yürütülmesinin etkili olduğu bilinmektedir.

Not: Kendinizde bu belirtileri gözlemlediğiniz durumlar için değerlendirme kurumumuza MOXO Dikkat Testine katılmak için başvurabilirsiniz. Bu testin 6-65 yaş arası bireylere uygulandığı hususuna dikkat etmeniz gerekmektedir.
Devamını Oku